Yaşar Seyman
ALTINDAĞ’DA BİR NEŞET ERTAŞ EVİ DÜŞLEDİM!
Dünyanın hangi ülkesine gidersem gideyim, sanatçı evlerini görmek isterim. Bu isteğimi en çok Avrupa’da yaşama dönüştürdüm. Paris bu konuda ne kadar zenginse, Ankara o kadar yoksul…
Yazar ve ressamların evlerinin varlığına karşın; âşık geleneğinden gelenler ve Anadolu’nun ozan damarını taşıyanlar bu konuda çok şanssızlar. Onların çoğu evsiz barksız insanlar. Yine de yurtları yurt olsun diye bedeller ödemeyi seçip iktidarlara, güç odaklarına muhalif duruş sergilerler.
Bazı günler ülkenin gecekondularının anası Altındağ’da dolaşırım. Çevreyi gözlerimle tararım. Altındağlı insanların deyimiyle, son gidişimde baktım ki ne bakayım; devlet eliyle yapılan evlerin altında Âşık Mahzuni Şerif’in, Neşet Ertaş’ın yapıtları, anıları kalmış.
Yandım ki ne yandım!
İki sanatçımız da ses duvarını aştıkları, en güzel şiirlerini o semtte oturdukları evde yazdılar. Ölümsüz besteleri yaptıkları evleri, ölümlerinden sonra korunamadı. Bu sanatçıların doğup büyüdükleri köylerdeki evleri korunsa diye düşledim. Şehre göçenlerin çoğu yoksul oldukları için kiralık evlerde en güzel eserlerini yaptıklarını biliyoruz. Âşıkların, ozanların evleri yok, hatta beste yaptıkları sazları bile yok artık…
Dostum Hüsniye Çınar’ın evinde saz görünce, “Feyzullah Baba’nın sazı mı?” diye sordum. İçimden Feyzullah Çınar’ın sazına dokunmak geldi. Yaşar Kemal’in, onun için söylediği söz dilimden döküldü:
“O, bin yıldır saz çalan bir ozandır.”
Kızı Çınar, gözleri dolu dolu anlattı:
“Bir tek sazı bile kalmadı. 45’lik plakları dostlardan topluyorum. Biz çocuklarına kalan, adı, yapıtları bir de Mamak Tuzluçayır’da belediyenin yaptığı anıt var.”
Sanatçılardan bizlere, anıtları, adlarını taşıyan cadde, sokak, parklara verilen adları kalıyor.
Oysa evleri, sazları, çalgıları, kitapları, yaratı ortamları kalmalı.
Marcus Tullius Cicero diyor ki; “Bir bahçen ve bir kitaplığın varsa, hiçbir eksiğin yok demektir.”
Sanatçı evleri özlemim Diyarbakır’da güzelliklerle buluştu, umut çiçekleri açtı, gönlümde…
Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Esma Ocak’ın evlerini gezdim.
Sanatçı evleri tarihçiler, araştırmacılar, yazarlar, ülkeler için çok kıymetlidir.
NEŞET ERTAŞ EVİ
Herkes kendince ona bir isimle seslendi. O bu isimlerin bazılarını duydu, bazılarından belli ki incindi, diline doladı. Kimi ona “Bozkırın Tezenesi” kimi “ Gönül Dağında Bir Garip” dese de dillere dolanan “Bozkırın Tezenesi” onun doğduğu kenti de kentleri de aşıp dünya kentlerine göç edenlerle yankılandı.
Aynı mahallede o bestelerini yaparken biz okullarımıza koşuyorduk.
İlk bestelerini halka söyleme ilkesi nedeniyle biz de ilk kez duyanlardandık. Bu inadını bir muhabbet akşamında açıkladı:
“Önce halkıma söylüyorum. Üst üste beğenirlerse ezberime alıp plaklara, kasetlere okuyorum. Halk beğenmezse ben de onlar gibi ne gönlüme ne de zihnime o türküyü yazıyorum.”
Neşet Ertaş evsiz, barksız sanatçılardandı. Altındağ’ın Gültepe mahallesinde oturduğu, besteler yaptığı ev yıkılmış yerine devlet binaları yükselmişti.
Dünya kentlerinde pek çok sanatçı evi, Frankfurt’ta gezdiğim Goethe’nin evi gibi kendi ülkemde de sanatçı evleri hep düşlemişimdir.
Neşet Ertaş evi nasıl olmalı? Hep düşlüyorum:
Evinin kapısından adım atan herkes gibi beni de “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm olsun” türküsü vuruyor. Bir köşede elinde sazı, sağında bir sehpa, solunda bir sehpa olsun. Birinde sigara tabağı, küllük, çakmak, diğerinde bir şişe, bir açacak, bir de su bardağı gözüme ilk çarpanlardan oluyor. Karşısında diğer tabureler dizilmiş olsun. Neşet Baba’yı en son öyle dinlemiştim…
“İki büyük nimetim var/Biri anam biri yârim.”
Çalıp söylediği karşı duvarda 12 yaşında bıraktığı köçeklik zilleri, sonra taş plaklar, albüm kapakları olsun. Sol duvarda en başta babası ve ustası Muharrem Ertaş, Âşık Veysel, Ali İzzet, Davut Suları, Âşık Daimi, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Ali Ekber Çiçek, Mahzuni Şerif, Arif Sağ, Musa Eroğlu resimleri sırayla asılsın…
“Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk. Varlığını görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim” iri harflerle çerçevelenip sağ duvarda bu yazı göze çarpsın, zihnin kıvrımlarına girsin.
Okuma özlemini anlatan bir dağınık çalışma masası, kitaplar, yanındaki rafa dizilmiş çerçevelerde Hasan Saltık, çocuklarının, kadınının resimleri bize gülümsesin.
Evin bahçesinde bir heykel; babası ile birlikte elinde sazlar Neşet Ertaş, yanlarında emektar canları eşek olsun…
O ev hem Kırşehir’de hem de Ankara Altındağ’da olsun.
Gelenlerin gezip gördüğü bu müze ilham versin.
İlle de köşede kilimlerin üstünde sarı saz, sevdiğini vermediklerinde kahırla siyaha boyanan kara saz yan yana gönül telimizi titretsin…
“Gönül Dağı,” türküsü ile o doyulmaz eve veda edelim.
Ve sanatçı evleri şehirlerin değerini artırır, kültürel olarak zenginleşir, sanatçı yuvası olmaya hak kazanır, yüz akı olurlar…
Ülke olarak bu konuda âşık babanın sözüyle; “Uzun ince bir yolda”yız…
···
Has insanlar, has sözler bırakırlar…
Neşet Ertaş anneler gününe ses oluyor:
“Biz erkekler olarak insanoğluyuz. İnsan, bizim analarımızdır.”
Annelerimizin o mübarek ellerinden öpüyorum.