Boray Acar
Affedersiniz de Ne Bekliyordunuz “Bu Kardeşiniz”den?
Hayal kırıklığı denen şeyin asıl nedeninin, bir süreci doğru okuyamamakla ilgili olduğunu sanıyorum. Yıldıray Oğur’un tabiriyle “Üç yıl önce denizi yarıp İstanbul’u alan siyasetçinin”, bugün maruz kaldığı eleştirileri de; siyasi tarafgirliği rövanşizme hapseden, süreci doğru okuyabilme kabiliyetinden yoksun ve tabir yerinde ise rüzgârda yaprak gibi savrulan kimselerin hayal kırıklığına bağlı tepkileri olarak görmek gerekiyor..
Nesnel bir değerlendirme yapacak olur isek; farklı kamplarda yerini tahkim eden gazeteciler ile bir arada olmanın eleştirilecek bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Hatta normal olan da budur. Tabii, birlikte olunan kişiler gerçekten gazeteci iseler… Ancak; konu, büyük oranda FETÖ kumpası olduğu anlaşılan ve birçok insanın hayatına mal olan davaların devam ettiği süreçte, Pirelli Takvimlerinin teması olan erotik fotoğraflara atıfla “Bizim askerlerin eşleri ve sevgilileri de Güneydoğu’daki gaziler için Maarif Takvimi’ne soyunsun” diyen, Gezi’yi “Alevi Ayaklanması” olarak karalayan ve alametifarikası üslup çirkinliği olan bir kimliğe geldiğinde işin rengi değişiyor. Yani olay, “gazeteci ile gezi yapma” mecrasının dışına çıkıyor. Biraz daha açayım. Gazetecilik kimliğinin kendisine yüklediği “muhalif olma” sorumluluğunu taşımayan, edindiği doğru bilgiyi topluma aktarmak gibi bir derdi olmayan, düşünceye dayanmayan aidiyetini mesleki kimliğinin önüne geçiren ve bundan her anlamda nemalanan, semiren, dolayısıyla “gazeteci olarak” nitelendirilemeyecek birileriyle aynı karede olmak elbette eleştirilecektir. Ancak; yargılamak için daha başka sebepler var.
İmamoğlu’nun, tartışmalı isimler ile yaptığı Karadeniz gezisi; Cumhurbaşkanının, kendisine biat edenler ile sınırlandırılan ve tatmin seremonisine dönen uçak yolculuklarına demokratik bir gönderme olabilir… Ancak tekrar ediyorum bu niyet, gazetecilikle az da olsa ilgisi kalmış başkalarıyla da yerine getirilebilir ve amacına da ulaşabilirdi.
AKP’nin yarattığı bu yeni eylem ve söylem biçiminin bir diğer veçhesi de “Tayyip Erdoğan jargonu”… Buna dair kitap bile yazıldı, Tanıl Bora’nın ellerine sağlık. Ülke siyasetçileri bu jargona kendilerini fazlasıyla kaptırmış durumdalar ki siyasi kavgalar geçtiğimiz hafta birbirlerini sokağa davet etmeye kadar vardı. Her neyse, ne diyordu bu işin üstadı Cumhurbaşkanımız, “Siz kardeşinize şu seçimlerde yetkiyi verin, görün o zaman” vesaire vesaire… Peki, Ekrem Bey ne diyor; “Bir fotoğraf üzerinden kurban etmeye çalışan insanlar olabilir… Ama bu kardeşiniz için vız gelir tırıs gider.” Bununla da kalmıyor, eleştirmeye kalkanları, akıllı olmaya davet ediyor. Eleştirileri haksız buluyor da olabilir ama bunu dile getirme şeklinin buram buram Tayyip Erdoğan üslubu koktuğunu görebiliyoruz.
İmamoğlu’na “kurtarıcı” misyonu yükleyenler düşünsün, benim nazarımda değişen bir şey yok. Kendisinin popülist bir siyasi figür olduğunu, yazdığım birçok yazıda dile getirdim. Kente ihanet ettiklerini itiraf eden zihniyetin temsilcisi AKP’li belediye ile işbirliği içerisinde İstanbul’un yalı camilerinden bir tanesi olan Şemsi Paşa Külliyesi’ne yapılanları unutmuyoruz. Bunu konu edip yazdığımız için sahte hesap kullanan trollerin saldırılarına maruz kaldık. Gelen tepkiler üstüne yaptıkları açıklamaların doğru olmadığı zaman içinde anlaşıldı. Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin de en önemli gündem maddelerinden birisi olan “beklenen İstanbul Depremi” konusunda çalıştaylar düzenlemek dışında hiçbir şey yapılmadı. Kanal İstanbul gibi rant projeleri, gündelik politik kavgalara malzeme yapıldı. Evlenmeden hamile kalmanın fahişelik olduğu, hamile kadınların estetik olmayan karınları(!) ile sokakta gezmelerinin doğru olmadığı, kocaya gösterilmeyen alakanın patrona gösterilmesinin doğru olmadığı gibi çağdışı fikirleri olan Nurettin Cerrahi Dergâhı şeyhi, İBB Genel Sekreter Yardımcısı tarafından ziyaret edildi, saygı gösterildi, bas bas bağırdık, ayrımcılık ile suçlandık. İmha savaşı özlemi ile yanıp tutuşan ve “… 50 bin geri Kürd’ün yaşadığı ve Barzani’ye silah kaçakçılığı yaptığı bölgede Çingeneleri de yerleştirip kaynaştırarak insan güzeli yeni bir ırk yaratmak” gibi ırkçı fanatizmden öte sapıkça fantezileri olan Nihal Atsız’ın adını, ırkçı milliyetçi ittifak ortağını mutlu etmek adına, meclis kararı ile Maltepe’de bir parka verdiler. “Babalar gibi sağ popülist siyaset yapıyorsunuz” dedik, ideolojik bakmakla suçlandık. Aynı motivasyon ile İBB birimlerinin ittifak partilerinin liyakatsiz temsilcilerine pay edilmesi de cabası. Velhasıl, bize ilk defa “vız gelir tırıs gider” denmiyor..
Hülasa; gezinin, fotoğrafın falan bir önemi yok. Üç senelik eylemselliğe baktığımızda, “Her şey çok güzel olacak!” gibi ülke genelinde heyecan yaratan bir motto ile çıkılan yolculuğun, her fırsatta yeni adaylık dönemine göz kırpan popülist ve taklitçi bir vasatlığa dönüştüğünü görüyoruz. “Bu kardeşiniz” ile başlayan ve “akıllı olun!” diye biten konuşmanın yapıldığı kürsünün önünde “Tam Bağımsız Türkiye Yolunda Denizlerin Sonsuzluğa Uğurlanışının 50. Yıl Dönümü Anma Etkinliği” yazıyor olması, maalesef durumu kurtarmıyor. Bu vesileyle; inançları uğruna ölme cesaretini göstererek hayallerimize ruh üfleyen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı katledilmelerinin 50. yılında saygıyla anıyorum.