Oğuz Pancar
Zorba-I / Nikos Kazancakis
Nietzche’ye göre, tanrı Apollo uyum, düzen ve mantığı, Dionysos’sa coşkun duyguları ve tutkuyu temsil eder; “yaşam” dediğimiz de bu ikisi arasında hiç sona ermeyen bir savaşımdır. Nietzche’yi, en çok etkilendiği beş kişi arasında (diğerleri Homeros, Bergson, Budha ve Zorba) sayan Kazancakis, “Zorba”yla, bu bitmeyen savaşımda Dionysos’un tarafını seçer.
Basil: - Bana dans etmesini öğretir misin?
Zorba: - Dans? Dans mı dedin? Haydi gel!
Yukarıdaki replikler bir filmin final sahnesinden, bizde “Zorba” adıyla gösterilen “Aleksi Zorba” filminden. Zorba’nın önce müziğe uygun, yavaş hareketlerle başlayan “sirtaki”sine tempo coştukça Basil’in de katılmasıyla kapanıyor -beyaz- perde.
“Zorba”, başrollerini Anthony Quinn, Alan Bates ve Irene Papas’ın (ne güzel kadındır) paylaştığı 1964 yapımı bir film, Mihalis Kakoyannis tarafından yönetilmiş. Filmin senaryosu yazar Nikos Kazancakis'in 1946’da yayımlanan “Aleksi Zorba’nın Yaşamı ve Çağı” romanına dayanıyor.
Roman, Yunan asıllı İngiliz genç bir yazarın, babasından miras kalan kömür madeniyle ilgilenmek üzere Girit adasına yola çıkmasıyla başlar. Adaya gidecek gemiyi beklerken, kaba saba ama coşkulu bir yaşama sevinciyle dolu biri olan Aleksi Zorba’yla tanışır Basil. Yanında çalışmasını teklif ettiği bu ilginç adam, mutsuz ve sürekli varoluşunu sorgulayan Basil’in yaşama bakışını değiştirecektir sonunda.
Roman, temelde bu iki ana karakterin ilişkisi üzerinde gelişiyor. Öznesi yerine nesnesi olduğu yaşamına neredeyse “seyirci kalan”, ona katılmaktansa “onu okumayı” seçen ve “oyuna katılmaya” cesareti olmayan kentli bir entelektüelin varoluş sancısı Basil’inki. Zorba ise, bildiklerini okuyarak değil yaşayarak öğrenmiş, sayısız yenilgisinden yaşamı olduğu kucaklama ve sevme dersini çıkarmış, içmeyi, müziği ve dansı ama en çok da kadınları seven deli dolu bir kişi. Geçmişteki günahları da az değil Zorba’nın; bir Bulgar köyünü ateşe vermiş ve Girit ayaklanmasında az Türk öldürmemiştir; ancak savaşın ne denli anlamsız olduğunu da öğretmiştir bütün bunlar ona; sınırlar ya da din için öldürmek anlamsızdır, önemli olan yaşamı korkusuzca, coşkuyla ve sevgiyle kucaklayabilmektir.
“Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; 'Aleksi' dedi, 'Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.”
Apollo ve Dionysos
Nietzche’ye göre, tanrı Apollo uyum, düzen ve mantığı, Dionysos’sa coşkun duyguları ve tutkuyu temsil eder; “yaşam” dediğimiz de bu ikisi arasında hiç sona ermeyen bir savaşımdır. Nietzche’yi, en çok etkilendiği beş kişi arasında (diğerleri Homeros, Bergson, Budha ve Zorba) sayan Kazancakis, “Zorba”yla, bu bitmeyen savaşımda Dionysos’un tarafını seçer.
[“Zorba” yalnızca mantık-duygu karşıtlığını konu edinmiyor; romanı, kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, kuramsal-edimsel, zengin-yoksul, bilmek-sezmek ya da olmak-yapmak karşıtlıkları gözüyle de okumak olası.]
Her satırında Nietzche’nin, Bergson’un ve Budha’nın izlerini görebileceğiniz bu derinlikli romanın ana karakteri Aleksi Zorba kim peki, yalnızca bir kurgu mu yoksa gerçek bir kişi mi?
İlk adı Aleksi değil Yorgo olsa da, Zorba yaşamış bir kişi.
Ama önce Basil ne kadar Kazancakis, ona bir göz atalım…
Varoluşçu Teoloji
Nikos Kazancakis’inki, sürekli olarak varoluşunu anlamlandırma dürtüsü, daha doğru mecburiyeti duyan bir ruh. 1883’te Girit’te doğar Kazancakis; çocukluğu ve ilkgençliği sırasında -adanın o dönem sınırları içinde yer aldığı- Osmanlı’ya karşı baş gösteren ayaklanmalara tanık olan Kazancakis’in önceleri milliyetçi olmasına şaşmamalı(1).
1902-1906 arasında Atina Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gören Kazancakis 1907’de felsefe öğrenimi için Paris’e gider ve Sorbonne’da ünlü felsefeci Bergson’dan dersler alır. Yunanistan’a dönüşünde, iki yıl süren ve Yunan Ortodoks Hristiyanlığının şekillendiği kilise merkezlerini ziyaret ettiği uzun bir -cismi ve ruhani- yolculuğa çıkar. İçindeki derin inanma ihtiyacına karşın Hristiyanlıkla yaşadığı düşünsel uzlaşmazlıklar Kazancakis’in entelektüel kimliğinin çok belirgin bir yanını oluşturur; yazarın özellikle “Yeniden Çarmıha Gerilen İsa” (1948) ve “Günaha Son Çağrı” (1955) romanları bu uzlaşmazlığın ürünleri olarak görülebilir.
Nietzche ve Bergson’dan etkilenerek kendine özgü bir tür “Varoluşçu Teoloji” geliştiren Kazancakis sonrasında Budha felsefesine yönelir ve Hristiyanlıkta bulamadığı yanıtları orada arar.
Bir süre yaşadığı Berlin’deyken Komünizmi benimser Kazancakis ve insanlık için bir kurtuluş yolu olarak görür, ancak Sovyetler Birliği’ndeki Stalin rejimi uygulamalarını gördükten sonra demokratik sola yönelecektir.
Hazcılık
Görüldüğü gibi, Kazancakis’in düşünsel yolculuğu çok değişik duraklara uğrayan uzun bir odysseia(2) aslında; tüm yaşamı boyunca insanlığa dair tinsel/dinsel bir varoluş çerçevesi kurmaya çalışmış bir aydının uzun yolculuğu… Ancak “Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir guru, Aynaroz papazlarının dediği gibi bir yeronda(3) seçmem gerekseydi, kesinlikle Zorba’yı seçerdim.” demesine bakarsak, bunu başardığını söylemek kolay değil, çünkü Aleksi Zorba’nın Basil’e önerdiği, sonuçta basit bir “Hazcılık”tan (Hedonizm) çok da öte değil bana göre…
“Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim. Neden? Çünkü bunlar Bulgar'mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte. Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be. Hepimiz kurtların yiyeceği etiz!”(4)
Zorba’nın bu söylediklerine kim karşı çıkabilir? Ancak Zorba’nın bunların ötesinde, neden insanların din ya da aşırı milliyetçilik yüzünden kıyım yaptıklarını, bundan kimlerin çıkarı olduğunu, neden bazı insanların yoksul bazılarının aşırı varlıklı olduğunu sorgulamasını da diliyor bir insan yandan. Sorgulamadığımız ve karşı çıkmadığımız sürece bunlar asla bitmeyecek çünkü.
"Bu kırmızı su da nedir, söyler misin patron? Külüstür bir kütük filiz atar, ekşi birtakım ıvır zıvır sarkar ve zaman geçer, güneş onları pişirir, bal gibi tatlı olurlar; o vakit biz de onlara üzüm deriz; onları çiğner, sularını çıkarır, bunu fıçılara koruz, kendi kendine kaynar, ekimde Sarhoş Ayos Yorgo Yortusu'nda açarız, şarap çıkar! Bu ne sırdır? Bu kırmızı suyu içersin, ruhun büyür, artık şu eski kalıba sığmaz ve Tanrı'yı güneşe davet eder. Nedir bunlar patron, söylesene!.."(5)
Ama bu sözlere ekleyecek hiçbir şeyim yok, yaşam gerçekten de bir mucize ve her anı çok ama çok değerli…
Iskalamayın…
Haftaya Yorgo Zorba’nın yaşam öyküsü ve “sirtaki”yle devam edelim, geleneksel sanılan bu dansın ortaya çıkışı da “Zorba” filmiyle çünkü…
- Girit, Osmanlı egemenliğinden 1913’te çıkar ve ardından Yunanistan’a katılır. Kazancakis Balkan Savaşı sırasında askere alınmak için gönüllü olsa da cephe gerisinde görev yapabilecektir..
- Homeros’un, Troya Savaşı kahramanlarından Odysseus'un, ülkesi İthake'ye dönerken on yıl süren yolculuğunda yaşadığı maceraları anlatan büyük destanı.
- Geronta olarak yazılır; Yunanca’da yaşlı ve bilge anlamına gelir, Türkçe’deki “aksakallı” karşılığı sayılabilir.
- Zorba, Nikos Kazancakis, Çev. Ahmet Angın, Can yayınları, 15. Baskı.
- A.g.e.