Uzun Boyunlu Kadınlar-II / Modigliani

1909’da Romen heykeltraş Constantin Brâncuși’yle tanışması bir dönüm noktası olur Modigliani için. Çoğunun adı sonradan sanat tarihi kitaplarında kalın puntolarla yer alacak ressamlarla dost olduğu halde onlardan sanat biçemi olarak pek de etkilenmeyen genç ressam, Brâncuși’nin çalışmalarından âdeta büyülenir.

Geçen hafta 1906’da, Modigliani’nin, hayallerinin şehri Paris’e gelmesinde bırakmıştık.
Bir süre ucuz otellerde kaldıktan sonra Montmartre’daki pek çok yoksul sanatçıya ev sahipliği yapan izbe bir komün evine, Le Bateau-Lavoir’a yerleşir Modigliani; annesinden aldığı para henüz suyunu çekmemiştir ama bu parayı stüdyo için saklar. Sonunda Rue Caulaincourt’da bir stüdyo kiralar; her gün Venedik’ten getirdiği siyah takım elbisesiyle Montmartre caddelerini arşınlarken çevredeki tüm bakışlar üstündedir; yaşamı boyunca boyu posu, yakışıklılığı ve karizmasıyla her zaman ilgi toplayan bir karakter olacaktır zaten.
Modigliani daha ilk günlerde Pablo Picasso, Andre Derrain, Juan Gris, Max Jacob ve Diego Rivera gibi genç sanatçılarla dostluk kurar. Çalışmalarını küçük ölçekli portreler üzerine yoğunlaştırır başlarda; o yılın sonunda resimleri ilk kez sergilenir bir galeride ancak hiçbirine alıcı çıkmaz. Gündüzleri durmaksızın resimleri üzerinde çalışan “Modi”(2), akşamlarını sanatçı ekürisiyle birlikte ucuz şarap ve absinthe(1) içerek ya da haşhiş tüttürerek geçirir, çoğu sabah farklı bir kadının yatağında uyanmış bulur kendini.
1907’de genç bir doktor olan Paul Alexandre’la tanışır; sonrasında, alıcısı çıkmayan, ki genellikle çıkmaz, resimlerinin çoğunu satın alan ve dostlarını(3) portrelerinin yapılması için Modigliani’ye yollayan bu sanat aşığı, yıllar boyunca Modigliani’nin en büyük destekçisi olacaktır(4).
Heykeltraş
1909’da Paul Alexandre’ın arkadaşlarından Romen heykeltraş Constantin Brâncuși’yle tanışması bir dönüm noktası olur Modigliani için. Çoğunun adı sonradan sanat tarihi kitaplarında kalın puntolarla yer alacak ressamlarla dost olduğu halde onlardan sanat biçemi olarak pek de etkilenmeyen genç ressam, Brâncuși’nin çalışmalarından âdeta büyülenir.
Kendisi de 1903’te Paris’e göç etmiş olan Brâncuși’nin en büyük esin kaynağı Afrika ve Okyanusya(5) sanatlarıdır. Brâncuși’nin etkisiyle resmi bırakarak heykel çalışmalarına başlayan Modigliani, bir yandan da daha önce hiç tanımadığı bu “kabile sanatlarını” (6) öğrenmeye adar kendini.
[Burada Afrika, Okyanusya ve Orta Amerika sanatlarının modern sanata etkisinden biraz söz etmek gerekir belki. 19. yüzyılın sonlarında, dünyanın uzak köşelerinden “egzotik” sanat eserlerinin Avrupa şehirlerine gelmeye başlamasıyla kimi sanatçılar aradıkları esin kaynağını bulur. Aralarında Picasso, ki geniş bir Afrika sanatı koleksiyonu oluşturmuştur, Matisse, Derain, Kirchner gibi ressamların da bulunduğu bu sanatçılar, Cezanne’ın son yıllarında üzerinde çalıştığı “Doğal formların karşılık gelen geometrik şekillerle ifade edilmesi” yönteminin kusursuz örnekleriyle karşılaşırlar bu “yaban” sanat eserlerinde. Bu nedenle modern sanatı, özellikle Kübizmi besleyen ana damarlarından biri de kabile sanatıdır dersek yanlış olmaz; öyle ki, o yıllarda yapılan ve bu türden eserlere kopyası kadar benzeyen resim ya da heykel sayısı hiç az değildir(7).]
Modigliani 1910-1914 arasında bütünüyle heykel sanatı üzerinde yoğunlaşır neredeyse, yalnızca yapacağı heykellerin eskizleri için kalem ya da fırça alır eline. Çok da mutludur, öyle ki ressam değil de heykeltraş olarak anılmayı yeğlediğini söyler durur çevresine. Ancak çoğu karyatit(8) formunda olan eserlerinin -ne yazık ki yine- alıcı bulamaması ve çalıştığı kireçtaşı malzemenin yontulması sürecinde çıkan tozların -zaten kötü olan- akciğerlerini etkilemesi yüzünden resim yapmaya geri döner.
Badem Göz
Yeniden resim yapmaya başladığında biçemi öncesinden oldukça farklıdır Modigliani’nin. Paris’e ilk geldiği yıllardaki eserlerinde Cezanne, Toulouse-Lautrec ve Manet etkileri sezilen ressamın insan figürleri bambaşkadır artık; genellikle hafifçe yana eğilmiş uzun ve oval bir yüz, ince uzun bir burun, badem biçimli gözler, küçük bir ağız ve upuzun bir boyun. Figürlerin konturları da oldukça belirgindir; derinlik duygusu perspektif yerine renk ve ton karşıtlıklarıyla verilmiştir. Aslında bütün bu figüratif form özelliklerine kabile sanatında da sıkça rastlanır; -büyük olasılıkla daha önce gördüğünüz- Afrika maskelerini gözünüzde canlandırırsanız aradaki benzerliği fark edeceksiniz.
Heykel üzerinde çalıştığı yıllarda edindiği, formları basitleştirerek stilize etme tekniğini sonraki resim çalışmalarında da uygular Modigliani. Daha çok portreler üzerinde çalışır izleyen yıllarda; hiç natürmort ya da manzara resmi yapmamış değilse de bunların sayısı çok azdır; öteden beri -çoğu kadın- canlı modellerle çalışmayı yeğlemiştir zaten.
Portreleri de kendine özgüdür, modellerin poz verdiği çok açıktır örneğin, onları çalışırken, yemek yerken ya da giyinirken görmeyiz; ayakta, oturmuş ya da uzanmış durumdayken ve ressama bakarken resmedilmiştir tümü.
Bütün modellerini benzer özelliklerle, uzun oval bir yüz, badem şeklinde gözler ve uzun boyunlu olarak tuvale aktarsa da küçük dokunuşlarla onların kişiliklerini açığa çıkarmayı bilir Modigliani. 1916’da yaptığı, “Jacques ve Berthe Lipchitz” çiftinin portresine bakalım örneğin; Berthe’nin açık ve kibar yüzü, aşağıya kavisli gözleri ve daha açık renge boyanmış ten rengi, ressamın onu canlı, yumuşak ve iyi bir insan olarak gördüğünün ipuçlarıdır; buna karşılık Jacques’ın bastırılmış ve içe eğimli yüz hatları, yukarıya kavislenen küçük gözleri ve bozuk yüz simetrisi, onun daha sinirli, hesapçı ve şüpheci kişiliğine işaret eder.
[Modigliani figürlerinin en tipik özelliklerinden biri gözleridir. Çoğu resimde gözleri siyaha boyar ressam, bazılarındaysa gözler siyah olsa da gözbebeği seçilebilmektedir, kalan çok az sayıdaki resimlerindeyse figürün gözleri normal resmedilmiştir. Gözleri boyama biçimi, ressamın modelin kişiliğini ne kadar çözebildiğinin bir göstergesidir; simsiyah gözler, Modigliani’nin modelinin ruhuna giremediğini anlatır bize.]
Rönesans ve Çıplaklık
Genellikle “İzlenimcilik Sonrası” (Post-Impressionism) akımı içinde değerlendirilse de, Modigliani aynı akım içinde anılan diğer sanatçılardan apayrı bir biçeme sahiptir. Sanatını besleyen kaynaklardan birinin kabile sanatları olduğundan söz etmiştik; ancak gelenekten kopuk gibi görünen bu avant-garde ressamın sanatını biçimlendiren diğer önemli kaynağın Rönesans Sanatı olduğu pek fark edilmez.
Sayfada görebileceğiniz üç Modig

liani resmi ve bunların esin kaynağı olabilecek eserler üzerinde uzun uzadıya yazılabilir, resimlerdeki göndermeler zaten çok açık; ancak çıplaklık konusuna özellikle dikkatinizi çekmek isterim. İzlenimcilik öncesi resimlerde bu işi meslek olarak yapan kadınlar dışında çıplaklık, cinsel çağrışım uyandırmayan bir biçimde(9) veya utanılan, gizlenmeye çalışılan bir olgu olarak resmedilir. Modigliani’nin kadınlarıysa çıplaklıklarından hiç utanmazlar, ne yok sayarlar onu ne de gizlemeye çalışırlar. Bu yüzden ressamın 1917’de açtığı ilk tek kişilik sergisi daha açılış günü polis tarafından “ahlâka aykırı olduğu” gerekçesiyle kapatılır. Kuşkusuz daha önce de Paris galerilerinde sayısız kez çıplak kadın resmi sergilenmiştir ancak resimlerdeki modellerin “utanma belirtisi göstermeyen” tavırları ve gizlenmeden resmedilmiş cinsel organları karşısında dehşete kapılan ziyaretçilerin çağırdığı polis derhâl serginin kapısına kilit vurur.
Yaşadığı sürece resimlerini ancak birkaç içki parasına satabilmiş ve hep yoksulluk çekmiş ressamın aşklarını da anlatmadan bitirmeyelim bu diziyi, haftaya…
(1) Absent, çok yüksek alkol oranına sahip fermante bir içki.
(2) Modigliani’nin lakaplarından biri olan Modi’nin okunuşu “maudit”le (Fransızca, lanetli) aynıdır, Modigliani’nin diğer bir lakabı da “peintre maudit”dir (lanetli ressam).
(3) Bunlardan biri, Paul Alexandre’ın kardeşi Jean’ın nişanlısı Barones Marguerite de Hasse de Villers’dir, ünlü “L’Amazone (1909)” onun portresidir.
(4) Paul Alexandre Modigliani’ye resimleri için ancak cep harçlığı olabilecek kadar para öder ancak sonradan aynı resmi daha yüksek fiyata satabileceği bir müşteri bulursa geri alabileceğini söyler genç sanatçıya; belli ki amacı, tanınmamış bir ressamın eserlerini ucuza kapatmak değil, ona destek olmaktır.
(5) Güneydoğu Asya Pasifik Okyanusu adaları (Avustralya, Mikronezya, Fiji, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine, Samoa vd).
(6) Kabile Sanatları, -genellikle yazısız- yerlilerin görsel sanat eserlerine verilen addır, “Etnografik Sanat” da denilir bazı kaynaklarda; kimi çevirilerde bunlar için “İlkel Sanat” deyimi kullanılsa da bu sanat eserleri kesinlikle ilkel değildir, o yüzden bazı yerlerde “ilkel” yerine “yaban” sözcüğünü kullandım.
(7) Relationships between African Tribal Art and Modern Western Art, Max Alfert, Art Journal Vol. 31, No. 4 (Summer, 1972), pp. 387-396.
(8) Genellikle kadın formundaki sütun; Modigliani’nin oturan kadın şeklinde karyatitleri olduğu gibi yalnızca kadın başı olarak çalıştığı eserleri de vardır.
(9) Rönesans Dönemi sanatında çıplaklık cinselliğin değil “saflığın” bir simgesi olarak görülür daha çok; çıplaklığın ruha, giyinikliğinse dünyevi olana işaret ettiğini düşünmek yanlış olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi