Süreyya Su
Tene, okşamaya ve çıplaklığa dair felsefi yaklaşımlar
Cinsellik, özne ve nesne olarak iki beden arasında bir ilişki değildir. Cinselliği, Hegel’in köle ve efendi diyalektiği üzerinden bir egemenlik biçimi olarak değil, vücut fenomenolojisi ve ten ontolojisi üzerinden bir iletişim biçimi olarak düşünürsek özgürleştiririz.
Maurice Merleau-Ponty davranış ve algı üzerine olan erken dönem felsefi çalışmalarında insanın ruh ve beden olarak ikici kavranışından kurtulmaya çalışsa da, bunu geç dönem çalışmalarında başarabilecektir. Merleau-Ponty’nin felsefesi, fenomenoloji ve ontolojinin kavramsal imkânlarıyla vücuttan tene doğru açılır. Böylece Merleau-Ponty, insanın ruh ve beden, bedenin ise özne ve nesne ayrımına göre kavranmasının neden olduğu bölünmeyi ortadan kaldıracak, birleştiren değil ama bütünleştiren ya da tamamlayan bir ilişki keşfeder.
Dokun(ul)an ten varlıktır
Merleau-Ponty Görünür ve Görünmez’de ten konusunu ele alır. Ten, onun için ontolojik bir konudur. Halbuki önceleri ten kavramını ontolojik bir anlamdan daha çok biyolojik bir anlamda kullanıyordu; insanın bedenini saran deri olarak. Öyle bile olsa, dokunan ve dokunulan eller örneğinde tenin, özne ve nesne ilişkisini aşmak için içerdiği imkanları görmüştü. Bu örneği Husserl’den almıştı. Husserl, dokunan ve dokunulan eller üzerinden özne ve nesne ilişkisi hakkında düşünmüştü.
Sağ elimle sol elime dokunduğumda, sol elimin kaygan ve yumuşak veya pürüzlü ve sert olduğunu hissederim. Sol el, sağ ele bazı hisler veren bir nesne gibi gelir, ama aynı anda sağ el de sol ele dokunmaktan kaynaklanan hisler verir. Eller birbirini okşarken, dokunan ve dokunulan aynı anda sürekli yer değiştirir, birbirinin yerine geçerler. Bu deneyim bedeni karşı karşıya olmayan ama iç içe geçen iki parçadan oluşan bir yapı olarak yeniden inşa eder. Beden bir taraftan maddesel bir nesnedir, diğer taraftan tinsel bir özne…
Sadece kendi ellerim değil, başkalarının elleri de birbirine dokunduğunda ya da başkalarının tenleri birbirlerine sürtündüğünde, dokunan ve dokunulanın yerleri sabit değildir; dokunan dokunulan ve dokunulan da dokunandır. Dolayısıyla dokunma deneyimi bize algının ve hissin özne ve nesne arasındaki ilişkilerin bir sonucu değil, öznelerarası ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gösterir.
Merleau-Ponty’ye göre de beden kendi bünyesinde hem özne hem nesnedir, dokun(ul)an bedende özne ve nesne iç içe geçer. Bir dokunma eyleminde bir beden sadece dokunan veya dokunulan değildir, beden hem dokunan hem dokunulandır. Dolayısıyla bir beden bünyesinde iki duyguyu barındırır.
Merleau-Ponty insan bedeni ile dünya arasındaki ilişkinin de aynı olduğunu söyler. Yani, algılanan sadece dünya değildir; dünya da algılar.
Bu bağlamda cinsellik, özne ve nesne olarak iki beden arasında bir ilişki değildir. Cinselliği, Hegel’in köle ve efendi diyalektiği üzerinden bir egemenlik biçimi olarak değil, vücut fenomenolojisi ve ten ontolojisi üzerinden bir iletişim biçimi olarak düşünürsek özgürleştiririz.
Merleau-Ponty varlık ve ten kavramlarını aynı anlamda kullanır. Ona göre ten varlıktır; çünkü her şey tende olmaktadır. O yüzden teni deriden ötede, varlıkla ilgili olarak düşünmek gerekir. Tenin bu ontolojik kavranışı ruh ve beden ikiliğine son verir, beden kendi kendisiyle, kendi varlığıyla bir bütün oluşturur.
Varlığın sevişmesi
Merleau-Ponty bedeni tensel ilişki içinde düşündüğü için, bedenler arasındaki ilişkiyi özne ve nesne arasında uygulanan bir şiddet olarak düşünmez. Bir beden hem özne hem nesne olarak bizi dünyaya ve başkasına açar. Beden hem hisseden hem hissedilen olduğu için dünya ve başkasıyla ilişkilerimiz bir iç içe geçme veya birbirine sarılma şeklindedir. Böylece bedenler arasındaki ilişki varlığın sevişmesi olarak tecelli eder.
Ten başkalarıyla ilişkilerde karşılıklı duygusal bağlar kurmayı sağlar. Bunlardan birisi de arzudur. Arzu ben’i başkasına bağlar, böylece ben ve başkası tensel ilişki sayesinde aynı vücuda ait olduklarını fark ederler.
Cinsellik sayesinde ben başkasıyla daha derin ve özel, mahrem bir ilişki kurar. Herkes aynı tene doğar; yani doğduğumuz andan itibaren başkası benim vücuduma, ben de başkasının vücuduna aittir. Bu durum insanın varlığının ortak, benzer ve aynı olduğu anlamına gelir. Ancak bu aynılık benin başkasının içinde yok olmasına neden olmaz. Her bir bedenin varlığı aynı ama teni farklıdır. Buna bağlı olarak her bedenin ayrı duyguları ve algıları vardır. Bu bağlamda iki sevgilinin sevişmesi arzunun ve sevginin beden dilinde ifadesi ve bir aşık çift olmayı sağlayan tensel bir bağdır.
Bedenlerin iletişimi olarak okşama
Okşama da dokunma gibi birbiri yerine geçişli bir eylemdir. Bir okşama eyleminde, okşama karşılıklı olmasa bile, okşayan el okşanan bedenden hisler alırken, okşanan beden de okşayan elden hisler alır, dolayısıyla bir okşama eyleminde okşayan ve okşanan bedenler tende anonimleşir ve hiyerarşi ortadan kalkar.
Bazı Müslümanların, hatta bazı Yahudilerin ve Hıristiyanların, cinsellikte okşamaya fırsat vermemek üzere çıplaklığı yasaklamaları da bununla ilgilidir. Çıplaklık okşama eylemine ve böylece iki bedenin içli dışlı olmasına, sarılıp sarmalanmasına ve sonunda bedenlerin iletişimine imkan verir. Halbuki, çıplak olmayan bedenlerin cinselliği ya da okşamaya fırsat vermeyen diğer fallus-merkezli cinsellikler, bedenleri özne ve nesne olarak kurar ve cinselliği erkeğin boşalma amaçlı eylemine indirgerler. Bedenlerin, eril tahakkümü cinsellik aracılığıyla yeniden üretmek üzere özne ve nesne, arzulayan ve arzulanan, etkin ve edilgen olarak tayin edilmesi doğaları gereğiymiş gibi onaylanmış olur.
Kadın her zaman çıplaktır
Ayrıca kadın bedeninin bütün organları ve yüzeyi de erkeğin şehvetli bakışının etik ve estetik ölçütlerine göre terbiye edilir. Kadının davranışları kısıtlanır, sesi ve gülmesi yasaklanır, bedeni örtülür. Çünkü bir kadının bedeninin her yeri ve konumu erkekleri tahrik edebilir.
Bunun nedeni aslında erkeklerin kadınlara gözleriyle değil, penisleriyle bakmasıdır. Bir kadının tüm bedeni, her zaman cinsel yönelimle veya niyetle bakan erkekler için tahrik edici ve şehvet uyandırıcı gelir.
Gelenekler ve dinler çözümü saçlarından ayak bileğine kadar kadını örtmekte bulmuştur. Ama hiçbir zaman erkeğin bakışını sorun olarak düşünmemişlerdir. Oysa bakıştaki niyet görmeyi şekillendirir. Fenomenolojiden biliyoruz ki bilincin temeli yönelimselliktir; yani insan niyetlere göre algılar ve anlar.
Örneğin çıplaklığı mutlak tahrik edici bir durum olarak algılamanın nedeni çıplaklığı, baştan çıkarma niyetine indirgemektir. Oysa çıplaklık sadece cinsellikle ilgili bir durum değildir. Çıplaklığın anlamı toplumsal bağlama göre değişir; bir yaban toplumda insanların çıplaklığıyla yatak odasında sevgililerin çıplaklığı, plajda güneşlenen insanların çıplaklığıyla bir striptiz salonunda dans eden birinin çıplaklığı farklıdır. Nitekim çıplak olduğumuz ve çıplak göründüğümüz durumlar farklıdır ve bu farkı bağlam üretir. Resimde çok işlenen bir temadır bu.
Modern toplumda bu farklar öğretilir ve görme bu farklara göre şekillenir. Ama muhafazakar toplumlarda bu farklar yoktur ve genellikle kadınlar erkeklere çıplak görünür. Çünkü geleneksel toplumlarda zaten kadın kendini gösteremez, ifade edemez; ama kadın ne kadar örtülse de erkekler tarafından görülür, bu yüzden her zaman çıplaktır ve Fetna Ayt Sabbah’ın dediği gibi omni-seksüeldir, yani bütünüyle cinselleştirilmiştir.