Oğuz Pancar
Duvar Resminin Kısa Tarihi-III
Mahallelerimizin görünüşünü asıl bozanlar, binaların yüzüne ve otobüslere kocaman sloganları yazan ve onların ürünlerini almadıkça “eksik” hissetmemizi isteyenlerdir. Her noktadan mesajlarını gözümüze sokmak istiyorlar ama karşılık vermemize hiç tahammülleri yok. Öyleyse, savaşı onlar başlattı ve duvarlar da onları vurmak için en iyi silahımız
Geçen iki haftada, tarih öncesi mağara resimlerinden başlayarak duvar resminin tarihsel gelişimini anlatmaya çalışmıştık. Bu hafta, duvar resminin “Graffiti” adıyla 1960’lardan başlayarak yeni bir anlam kazanması ve değişiminden söz edelim.
Önce sözcüğün kökeni; graffiti, İtalyanca graffiato sözcüğünden türer ve “çizilmiş”, “kazınmış” demektir, ki oda eski Yunancada aynı anlamı taşıyan graffein’den gelir. Öncesinde daha çok arkeologların kullandığı ve kalıntılardaki kazınmış yazı ve resimleri ifade eden terim, ABD’de 60’ların sonundan başlayarak daha çok duvarlara -izin almadan- yazılan yazı ve yapılan resimler için kullanılmıştır.
Günümüzün ünlü graffiti sanatçısı Banksy’nin 2010’da yayımlanan “Wall and Piece”(1) kitabından alıntı yaparak başlayalım;
“Aklımdakileri açıkça söyleyeceğim, o yüzden uzun sürmeyecek.
Hakkında söyledikleri onca şeye rağmen, graffiti, sanatın en düşük formu değildir. Geceleri evden gizlice sıvışmak ve annenize yalan söylemek zorunda kalsanız da, graffiti elimizdeki en dürüst sanat formlarından biridir. Graffitinin kentin en iyi duvarlarında sergilediklerinde hiçbir seçkincilik ya da ikiyüzlülük bulamazsınız ve bu sanatı görmek için kimsenin giriş parası ödemesi gerekmez.
Bir duvar her zaman sanatınızı sergileyebileceğiniz en iyi yer olagelmiştir.
Kentlerimizi yönetenler graffitiyi anlamıyorlar çünkü onlar kâr getirmeyen bir şeyin neden var olması gerektiğini de anlayamıyorlar ve işte bu yüzden onların ne düşündükleri bir önem taşımıyor.
Diyorlar ki, graffiti insanları tedirgin eder ve toplumdaki bozulmanın bir simgesidir; fakat graffiti yalnızca üç tür insanın zihninde tehlikeli olarak nitelenir, politikacılar, reklam yöneticileri ve graffiti yazanların kendileri.
Mahallelerimizin görünüşünü asıl bozanlar, binaların yüzüne ve otobüslere kocaman sloganları yazan ve onların ürünlerini almadıkça “eksik” hissetmemizi isteyenlerdir. Her noktadan mesajlarını gözümüze sokmak istiyorlar ama karşılık vermemize hiç tahammülleri yok. Öyleyse, savaşı onlar başlattı ve duvarlar da onları vurmak için en iyi silahımız.”
Daha öncesinde de bilinen bir -daha çok siyasi- mesaj iletme yolu olan duvar yazılarının, 1960’larda ABD ve Avrupa kentlerinin duvarlarında sıklıkla görülmeye başlamasında toplumsal gelişmelerin payı büyüktür. Avrupa’daki 1968 olayları ve ABD’deki Vietnam Savaşı karşıtı mücadele, graffitinin de etkin bir protesto yönetimi olarak sivrilmesinin yolunu açar. Sistemin sahip olduğu ya da kontrol ettiği olağanüstü medya gücüne karşılık gençlerin elindeki en doğal ve en güçlü silah duvarlardır çünkü. Üzerine izinsiz yazmanın yaşa dışı olduğu kamusal/özel mülkiyete ait duvarlara yazmanın kendisi bile otoriteye karşı -mesajın içeriğinden bağımsız olarak- bir başkaldırıdır.
II. Dünya Savaşı’nın dehşetini büyüklerinden dinleyerek büyümüş, hatta bir kısmı çocukluğunu savaş yıllarında geçirmiş kalabalık genç kitle, barış içinde özgürce ve refahı paylaşarak yaşamayı düşlerken, karşılaştıkları, sisteme kendi kuralsız gücüyle eklemlenen dev şirketleri yedeğine almış ve yeni paylaşım savaşları için can atan devasa devlet aygıtlarıdır; gençlere vaat edilense uslu çocuklar oldukları sürece ücretli köleliğe hak kazanmaktır yalnızca. Önce özgürlük ve barış taleplerini, 60’ların tüm dünyada yankılanan gençlik hareketleri sönümlendikten sonra da, mutsuzluklarını ve sisteme karşı isyanlarını, yalnızca - bir kutu boya ve biraz cesareti olan herkese açık olan- duvarlara yazarak duyurabilen gençler, bilmeden çok eski bir sanat dalını yeniden canlandıracaklardır.
Graffiti için gerekenler basittir; önce mesajı, duvara kısa sürede yazılabilecek/boyanabilecek en çarpıcı biçimde tasarlamak; sonra gece saatlerinde suç üstü yakalanmayacak kadar ıssız ama gündüz çok sayıda insanın görebileceği uygun bir duvar seçmek; en sonunda da bir -veya birkaç- kutu boyayla gecenin bir saatinde seçilen duvar üzerinde olabildiğince hızlı çalışmak ve polise yakalanmadan sıvışmak.
[Batılı ülkelerde graffiti yaparken polis tarafından yakalandığınızda küçük bir para ve bazen de birkaç aylık toplum hizmeti cezasıyla kurtulursunuz. Akıllı Kapitalizm, sistemle sorunu olan toplum katmanlarının öfkelerini sistemi tehdit etmeyecek şekilde kusmalarından hiç rahatsız olmaz, tam tersine bunu, birikir ve örgütlenirse daha tehlikeli kanallara akabilecek bir enerjinin boşalması olarak görür. Duvara politik bir slogan yazdı diye gencecik çocukların -bir de çeşitli terör örgütleriyle ilişki uydurularak- yıllarca hapse tıkılmaları yalnızca zorba ve akılsız yönetimlere özgüdür.]
1970’lerden başlayarak ABD sokaklarını kaplayan graffiti önce basit yazılarla başlasa da sonrasında gitgide resme yaklaşarak sanata evrilir. Tagging (takma ad yazma/kazıma), Throw Ups (büyük tag), Blockbuster (bütün duvarı kaplayan büyük graffiti), Wildstyle (karışık, okuması zor stil), Heaven-spot (yazması tehlikeli yer), Stencil (şablon), Paste-Up (çıkartma), Slap (sanatsal çıkartma), Piece (şaheser), 3D (üç boyutlu) gibi terimlerle kendi özgün dağarcığını oluşturan graffitinin en yaygın olduğu yerler büyük metropollerin gettoları, kenar mahalleleridir tahmin edebileceğiniz gibi. Siyahlar, ve özellikle anayurtlarından getirdikleri duvar resmi kültürleriyle Latin Amerikalılar arasından çıkar graffiticiler en çok, sistemin kenarı ittiği, seslerini en az duyduğu ve yok saydığı insanlar yani.
İlk dönem graffiticilerinden örnek vermek gerekirse, 1965’te 12 yaşındayken, tutulduğu çocuk yetiştirme yurdunun her köşesini “Cornbread”(2) takma adıyla dolduran ve yurttan ayrıldıktan sonra aynı şeyi Philadelphia sokaklarında yapmayı sürdüren Darryl McCray’i anabiliriz; o denli ün kazanır ki, hakkında gazetelerde yazılar çıkar; hatta bir keresinde onun bir sokak savaşında öldürüldüğünü yazan bir gazete haberi üzerine, hayvanat bahçesine gizlice giren McCray, bir filin iki yanına da “Cornbread Lives” (Cornbread Yaşıyor) yazarak yalanlar öldüğünü. Çok geçmeden onu örnek alan Cool Earl ve Kool Klepto Kid gibi gençlerin “tag”leriyle dolar Philadelphia sokakları.
[Kentin her kenar mahallesinde yeni yeni ortaya çıkmış sokak çeteleri de kayıtsız kalmaz graffitiye, hem adlarını duyurmak ve bölgelerini işaretlemek hem de rakip çetelere göz dağı vermek için her çete kendi adlarıyla doldurur duvarları. Graffitinin uzun süre suçla birlikte anılmasının bir nedeni budur.]
Bu arada sprey boyalar yaygınlaşmış, graffiticiler artık ellerinde boya kutusuyla gizlenerek “sanat” icra etmekten kurtulmuştur. Sprey boyalar hem taşıma ve gizlenmelerinin kolay olması, hem de “işin” daha kısa sürede yakalanmadan bitirilebilmesi gibi üstünlükleriyle boyanın yerini almıştır artık.
60’ların sonlarında, Cornbread’in Philadelphia’da yaptığını New York’ta tekrarlayan Yunan kökenli bir genç çıkar ortaya; Demetrius olan adının kısaltması Demetaki’den türettiği “Taki 183”(3) rumuzlu bu genç, bisikletli kurye olarak çalışmasının da yardımıyla kentin dört bir yanına yazar adını ve kendi takipçilerini yaratır kısa sürede.
[Fark edeceğiniz gibi graffiticiler duvara gerçek isimlerini değil rumuzlarını yazarlar. Bir şekilde ünlenen ve gazete haberlerine konu olan her graffiticinin gerçek kimliği geçmişte de merak konusu olmuştur bugün de olmaktadır; günümüzün tanınmış duvar sanatçısı Banksy’nin durumu yalnızca ona özgü değildir yani.]
Taki 183’ü izleyen Superkool 223, Tracy 168 ve Phase 2 gibi graffiticilerle birlikte yazılar gitgide daha kalın, renkli ve stilistik olmaya, resme yakınlaşmaya başlar. Duvar yazısından duvar resmine dönüşüme yolu açan bu yakınlaşmadan Jean-Michel Basquiat ve Keith Haring gibi sanatçılar çıkacaktır ki onları da haftaya anlatalım…