Oğuz Pancar
Christina’nın Dünyası / Andrew Wyeth
Oysa ki Wyeth’ın sanatı, aynı eleştirmenlerin yere göğe sığdıramadıkları Edward Hopper’inkinden daha aşağı değildir; ikisi de yalnız, yalıtılmış ve yabancılaşmış insanları ve mekanları konu eder resimlerinde, ikisinin de resimleri hüzün rengidir
Genç kadın, bacakları arkada gövdesi hafifçe öne uzanmış bir şekilde, tepenin yamacını kaplayan kuru otların üstünde oturuyor; yana ve öne doğru dayadığı kollarıyla sanki topraktan güç almak ve kalkmak istermiş gibi. Kısa kollu, pembe bir elbise giymiş bu kadının yalnızca saçlarını görebiliyoruz; yüzü, tepedeki gri renkli, büyük ahşap çiftlik evine dönük. Evin bitişiğinde ve biraz uzağında daha küçük eski ahşap yapılar göze çarpıyor; bunlar da ağıl ve samanlıklar olmalı. Evin çevresindeki otların bir kısmı biçilmiş, renkleri daha açık. Sonra tepeye doğru tırmanan toprak bir yol çarpıyor gözümüze; yol demek doğru değil aslında, hep aynı yerden geçen tekerleklerin toprakta bıraktığı izler bunlar yalnızca. Hava açık, görünürde hiç bulut yok ama otlara ve kadının saçına bakılırsa yamacı hafif bir rüzgar yalıyor.
Bu sessiz ve dingin pastoral görüntünün izleyende huzur uyandırması gerekir; ancak resimde adını koyması güç bir şey var sanki, hissettiğiniz şey huzur değil tedirginlik. İlk önce bu duygunun resimdeki görüş açısından olduğunu düşünebilirsiniz; eğimli bir yamaçta oturan kadına biraz yukarıdan bakıyor izleyici, ressam resmin üst bölümünü gökyüzü yerine yamaçla doldurmayı seçmiş böyle yaparak. Bu da kadın figürünün sanki sonradan başka bir yerden kesilip resme yapıştırılmış gibi görünmesine yol açıyor. Aslında kadının duruşundaki “eğretilik” resme baktığımız açıdan kaynaklanmıyor; duruşun izleyicide uyandırdığı kırılganlık ve rahatsızlık duygusu buna asıl yol açan.
Tepedeki eve sanki “özlem”le bakan kadının bedeni garip bir pozisyonda resmedilmiş; duruşu son derede rahatsız, yere dayadığı kollarından güç alarak öne doğru uzanmış, sanki sürünerek tepeye çıkmaya çalışıyor. Belli ki ulaşmak istediği yer yukarıdaki ev; önünde yükselen yamaç da onu bekleyen zorlukların simgesi gibi duruyor. Sonra kadının, gözünüze çarpan incecik ve güçsüz kolları, bu yolculuğun hiç de kolay olmayacağını fısıldıyor bir yandan kulağınıza.
Christina Olson
Resim, kadın kahramanından alıyor adını: ”Christina’nın Dünyası”. Amerikalı Gerçekçi ressam Andrew Wyeth’ın 1948’de yaptığı bir eser bu. Kadının tam adı Christina Olson, Andrew Wyeth’ın Maine kırsalındaki komşularından biri.
[Andrew Wyeth’ın resimlerinde kullandığı modellerin neredeyse tümü komşularından oluşur. Bunlardan, 1971-1985 arasında -ikisinin dışında kimse bilmeden- resimlerini yaptığı Helga Testorf’la olan öyküsü de ayrı yazıyı hak edecek kadar ilginç.]
Christina’nın öyküsünü öğrendiğinizde resim sizle daha çok konuşmaya başlıyor.
Resmin yapıldığı sırada 55 yaşında olan Christina Olson’a nörolojik bir kas hastalığı olan Charcot-Marie-Tooth (CMT) tanısı konduğunda henüz on yaşındadır. Aradan geçen yıllarda bacak kaslarının gitgide zayıflamasıyla yürüme yetisini bütünüyle yitiren Christina, Maine kırsalında erkek kardeşi Alvaro’yla birlikte yaşamaktadır. 1939’da sonradan eşi olacak Betsy’yle ilk karşılaşmasının ardından, onun çocukluktan bu yana komşu ve arkadaşları olan Christina ve Alvaro Olsonlarla da tanışır genç ressam. Betsy’yle evlendikten sonra kışlarını Pennsylvania’daki Chadds Ford’ta, yazlarını Maine’de geçiren Wyeth, yıllar içinde komşusu Christina’nın neşesine, yaşama bağlılığına ve irade gücüne tanık oldukça ona karşı hayranlığı gitgide artacaktır. Bacakları tutmamasına karşın kendini kollarıyla yerde sürükleyerek evi çekip çevirebilen, hatta o durumdayken bahçede çalışan Christina’ya hayran olmamak mümkün değildir zaten.
Genellikle her gün uğradığı Olsonların evini ziyaret ettiği bir gün Christina’nın bir elinde bahçeden yeni topladığı çiçeklerle kendini yerde sürüyerek eve gelişini gördükten sonra karar verir Wyeth bu resmi yapmaya. “Christina’nın Dünyası” üzerinde çalıştığı üç ay boyunca Olsonların -stüdyoya çevirdiği- çatı katında çalışan Wyeth’ın resmettiği kadın “ruhen” bütünüyle Christina olsa da fiziksel olarak aslında bir kolaj, yani “toplama”. Resimdeki yalnızca kol ve bacaklar Christina’nın; gövde eşi Betsy’ye ait, saçlar da teyzesine.
Tepede görülen çiftlik evi gerçekte de Olsonların evi, yamaç da aslına uygun resmedilmiş; Christina’nın olduğu yerin hemen yanında Olsonların aile mezarlığı bulunuyor. Wyeth, onu oraya yerleştirerek Christina’nın ölümü değil, tepedeki evi yani yaşamı seçtiğini vurguluyor sanki. Bu şekilde baktığınızda, aslında resmedilen şey kırsal bir manzaradan çok daha fazlası, Christina’nın iç dünyası bizim önümüze serilen.
[Ressamın Christina’ya duyduğu yakınlığın bir nedeni de kendi durumu olsa gerek. Andrew Wyeth’ın bir bacağı diğerinden kısadır ve bu yüzden topallar. Büyük olasılıkla bebeklikte tedavi edilmemiş bir kalça çıkığından kaynaklanan sakatlığı yüzünden Wyeth asla yaşıtlarıyla birlikte koşup oynama şansı bulamaz, çocukluğu derin bir yalnızlık içinde geçer. Ressamın modeline duyduğu yakınlık ve hayranlık şaşırtıcı gelmemeli bu yüzden.]
Son derece zengin Amerikan illüstrasyon sanatının anıtsal isimlerinden N.C. Wyeth’ın oğlu olan ve resim eğitimini babasından alan Andrew Wyeth çoğu eleştirmen tarafından “geçmişte takılı kalmış" bir ressam olarak görülür. Bunun başlıca nedeni, o dönem gözde olan soyut ve kavramsal sanat akımlarıyla hiç ilgilenmemesi, yalnızca gerçekçi biçemde eserler üretmesidir.
[O kadar ki, Wyeth eserlerinin çoğunu eski bir yöntem olan ve o dönem artık neredeyse kimsenin kullanmadığı tempera(1) tekniğiyle yapar.]
Büyülü Gerçekçilik
Andrew Wyeth sıklıkla “Büyülü Gerçekçilik” akımı içinde değerlendirilir. Wyeth’ın eserleri son derece gerçekçidir ve eserlerinde gerçeküstü ögeler bulunmaz. Daha çok dış mekan resimlerinde kullandığı alışılmamış görüş noktası seçimleri yüzünden eserlerinin uyandırdığı yabancılık, gizem ve tekinsizlik duygusudur Wyeth’ın “Büyülü Gerçekçi” bir sanatçı olarak nitelendirilmesine yol açan.
[Aslında Avrupa kökenli bir sanat akımı olan “Büyülü Gerçekçilik” farklı ülkelerde değişik görünümler kazanır. Gerçeküstü/doğaüstü ögeler barındıran gerçekçi biçem daha çok Latin Amerika sanatında görülürken, ABD ve Avrupa’daki “Büyülü Gerçekçilik” daha çok, yalıtılmış ve alışıldık bağlamından koparılmış mekan, nesneleri ve insanları konu edinir. Kanadalı Alex Colville, Hollandalı Carel Willink ve Joop Polder’ın çalışmaları bu türün iyi örneklerindendir(2).]
Başlangıçta çok ilgi görmese de “Christina’nın Dünyası” zamanla Amerikan kültürünün ikonlarından biri olur. Buna karşın Andrew Wyeth Amerikan sanat çevrelerinde hiçbir zaman çok saygı gören bir ressam olmaz. Bunun bir nedeni dönemin çağdaş ve “moda” sanat akımlarına yüz çevirmesiyse diğer nedeni de seçtiği mekan ve konulardır.
Wyeth ömrü boyunca Maine ve Pennsylvania kırsalını resmeder, onun bu seçimi yüzünden pek çok eleştirmen onu “taşralılar için manzara resimleri yapan bir ressam” olarak görür. Oysa ki Wyeth’ın sanatı, aynı eleştirmenlerin yere göğe sığdıramadıkları Edward Hopper’inkinden daha aşağı değildir; ikisi de yalnız, yalıtılmış ve yabancılaşmış insanları ve mekanları konu eder resimlerinde, ikisinin de resimleri hüzün rengidir. Ancak Hopper daha çok kenti ve kentlileri konu edindiği için “şehirli” kabul edilirken Wyeth kırsalı resmettiği için “taşralı” kabul edilir sanat çevrelerinde. Hopper, türün öncülerinden olduğu ve Wyeth’a da esin verdiği için daha önemli bir sanatçı sayılması doğaldır, ancak bir Wyeth resminin derinliği Hopper resmininkinden daha az değildir.
Christina Olson 1968’de, kardeşi Alvaro’nun ölümünden yalnızca bir ay sonra yaşama veda eder. İki kardeş de resimdeki yamaçta bulunan aile mezarlığında toprağa verilir.
Andrew Wyeth’ın uzun bir yaşamı olur, 2009’da 91 yaşındayken öldüğünde, vasiyeti üzerine o da çok sevdiği dostları Olsonların aile mezarlığında sonsuz uykusuna yatırılır.
.
- Boyar maddenin bir bağlayıcı (genellikle yumurta sarısı veya akı) ile bağlanmasıyla oluşturulan boya ve ilgili resim tekniği. Tempera’da elde edilen renkler daha parlak olmasına rağmen boyanın çabuk kuruması nedeniyle kullanımı zordur.
- Andrew Wyeth’ın “Büyülü Gerçekçilik” yerine “Bölgeselcilik” (Regionalism) akımı içinde değerlendirilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.