Cengiz Erdil
İstanbul’un altında neler var?
“İstanbul’un can damarı neresidir?” derseniz; ben “Eminönü” derim. İstanbul İstanbul olalı bu böyledir. Eminönü Meydanı sabahın erken saatinden akşamın geç vaktine kadar cıvıl cıvıldır. İşte bu meydanın çok yakınında, daha doğrusu hemen arkasında meraklısı ve ticaret erbabının dışında kimselerin bilmediği Balkapanı Hanı vardır.
Balkapanı Han, bir Osmanlı yapısı değildir, Bizans’tan devralınan bu hana Fatih Sultan Mehmet büyük önem vermiş, kent ticaretinin sürekliliği için dokunulmaz kılmıştır. Neden mi? Buraya Osmanlı, “Kapan” adını veriyordu. Yani ticari malların kente dağıtıldığı mekandı. Anadolu’dan bal ve incir gelirdi. Bir de Unkapanı vardı, Galata’da ise Yağkapanı… Yani gıdanın temel unsurlarını birbirine yakın mekanlarda kente sunmuş hem Bizans hem de Osmanlı… Unkapanı ve Yağkapanı sizlere ömür; günümüzde sadece isimleri yaşıyor. Balkapanı ise ayakta ölüyor.
Balkapanı’nı şimdi görseniz, içiniz parçalanır. Hele tarihe meraklı bir şahsiyet iseniz belki de ağlarsınız.
“Fatih Hanımız” diyerek yeri göğü inletenler, tarihe yön veren bu imparatorun mirasına burada da yüz çevirmişler.
Osmanlı zamanında hor kullanılan avlulu han,1954 yılında işyerleri ve depoları yok pahasına satılmış, ekleme dükkanlar ilave edilmiş, bunlar yetmezmiş gibi 70’li yıllarda derme çatma bir mescit yapılmış halde geleceğine gözyaşı döküyor.
ERSİN KALKAN’I UNUTMAYALIM
İşte bu Balkapanı Han’ın bir de altı var. Hanın altı olduğu gibi mahzendir, bu mahzen zamanında zeytinyağı ve balın depolandığı yerlerdi. Bir de uzayıp giden tüneller vardı. Günümüzde bu mahzen Tahtakale esnafının elektronik eşya deposudur. Oğuz Haksever’in yapımcılığını yaptığı “Ve İnsan” programına çalıştığım dönemde, özel izinle bu mahzenlere indim ve kameraman arkadaşımla birlikte adeta İstanbul’un bir karanlık dehlizinde sessiz bir yolculuk yaptım. Efsane bu ya; bir tünelin Ayasofya’nın altına kadar uzandığı söylenir.
Burada; başından talihsiz bir olay geçen medyamızın yüz aklarından gazeteci yazar Ersin Kalkan’ın, 2010 yılında uzun süren araştırmasından sonra yayına hazırladığı “Yeraltındaki İstanbul” kitabından söz etmemizin tam vaktidir.
Ersin Kalkan, kitabının girişinde şöyle yazmış; “İstanbul, uçsuz bucaksız bir okyanus aslında. Bu kitapta anlatılanlar ise, bir martının okyanustan gagasına alabileceği su kadar. Bu kitap bir tarih çalışması değil; bir şehir anlatısı sadece. Bu şehrin altında asırlardır uyuyan uygarlık kalıntılarına bir güzelleme de diyebiliriz.”
Ersin bir gazeteci olarak sadece yol gösterdi ve iz bıraktı. Bir de yapılan metro kazılarıyla ortaya çıkarılanlar var. İstanbul’un altında sürekli çalışan arkeologları da unutmayalım.
Araştırmalara göre, Sultanahmet yani Bizans’ın Hipodromu İstanbul’un yer altı dünyası için adeta bir giriş kapısıdır. Meydanın altında uzun dehlizler Ayasofya’nın altında büyük bir sarnıç, bir zamanların ünlü hapishanesi bugünün otelinin altında Bizans Senato binası, onun yanında MS 4. yüzyıla tarihlendirilen saray binaları uzanıyor. Ayrıca Osmanlıların “lağım” diye adlandırdıkları savaş tünelleri var.
İstanbul’un üstü rant uğruna yağmalanırken yeraltındaki hazineyi de es geçmeyelim.