Begüm Erdoğan
Tüm renklerimiz
LGBTQ+ bireyler, siyasilerin utanç yükleyen, aşağılayan ve ezen tüm söylemlerine inat, buradalar. Hiçbir yere de gitmiyorlar! Kuir yaşama deneyimi kolaylıklar içermiyor, ülkemizde ve dünyada alanları kısıtlanan, köşeye sıkıştırılan, dövülen ve öldürülen bir topluluk kuirler. İnsanca yaşamak bir insan hakkıyken, içinde bulunduğumuz sosyo-kültürel konjonktürde sürekli öteleniyor, kimliklerini gizlemeye çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durum insancıl yaşamın neresine sığar?
Sırf bu yüzden, ülkemizde kuir varoluş tek başına bir başkaldırı biçimi haline gelmiştir diyebiliriz. Ancak huzurlu ve geleceğe umutla bakmak niye hepimizin hakkı değil? Vatandaşların arasında daha az vatandaş, daha az erkek, daha az kadın hatta daha az insan olarak görülmelerine neden göz yumuluyor? Onur haftasında yürüyüşlerin kısıtlanmasından, dostlarımızın şiddete maruz bırakılmasından yorulmadık mı? Bu ülkede kimsenin yürümesi, davasını duyurması yasak olmamalı. Bu birilerinin varoluşunu engellemektir, az görmektir. O yüzden çamurla oynamayı seven herkese inat, bu filmleri izleyin, konuşun gülün ve yürüyün!
Gökkuşağı filmleri
- Aşk, Büyü, vs. (2019) (MUBİ)
Eren (Ece Dizdar) ve Reyhan (Selen Uçer) birbirlerinin ilk aşklarıdır. Gençliklerinde paylaştıkları duygular, ailelerinin öğrenmesiyle sert karşılanır ve üzücü olayların yaşanmasına sebep olur. İki genç kadın birbirinden koparılarak sevgileri söndürülmeye çalışılır. Yine de seneler sonra Eren’in aşık oldukları mekan olan Büyükada’ya gelişiyle bir şeyler yeniden canlanır. Bu iki kadın oyuncu arasında samimi ve sıcak hissettiren bir bağ var, onların oyunculuğu fazla gelmiyor, az gelmiyor ikna ediyor ve iç ısıtıyor. Eren ve Reyhan’ın Büyükada’daki sakin gezintileri, huzurlu ada atmosferinde insanın ruhunu okşayan bir hikaye anlatımı oluşturuyor. Yerli yapım bir kuir aşk hikayesi olarak Ümit Ünal imzalı bu film, cesur ve gözden kaçmaması gereken bir iş. Türkiye’de yaşanan kuir sevdaların sesi kısık ve onlara kulak verilmiyor ama bu film taze bir soluk gibi aradan kaçmayı başarıyor.
- Paris is Burning, Paris Yanıyor (1990) (MUBİ, YouTube)
1980’lerin New York’unda geçen bu belgesel, drag kültürünü anlamlandırmak ve nasıl bir tarihsel süreçten geçtiğini öğrenmek için çok değerli bir kaynak. Jennie Livingston tarafından yönetilen belgeselde, balo kültürünün ve burada yapılan değişik drag yarışmalarının, kuir bir yaşantı içinde ne anlam ifade ettiğini irdeliyor. Balo görüntülerini izlerken LGBTQ+ varoluşta dayanışmanın ne denli önem ifade ettiğini görüyorsunuz. Belgeselde, balo kültüründe önem taşıyan “ev”leri yöneten “anneler”le röportajlar yapılmaktadır. Göreceksiniz, bu bireylere “anne” denmesi rastlantı değildir. Onlar, anneleri, aileleri, sevdikleri tarafından sırt çevrilmiş, sahipsiz bırakılmış gençlerin hem aileleri hem de “anne”leri olurlar.
- Dönersen Islık Çal (1992) (MUBİ)
Orhan Oğuz tarafından yönetilen bu film, İstanbul’un ötekilerini, arka sokaklarını kendine has ve farklı bir dille anlatıyor. Beyoğlu’nda barmenlik yapan bir cüce (Mevlüt Demiryay) ve seks işçisi bir trans bireyin (Fikret Kuşkan ) arasında oluşan dostluğun hikayesini anlatıyor. Film daha ilk sahnesinden ufak bir çocuğun istismar edilmesiyle başlıyor. “Mustafa abi sen beni düzüyor musun?” repliğini veriyor çocuk oyuncu. İstismarın ortasında olan Mustafa ise cevap veriyor, “Hayır, seni düzsem pantolonun üstünde mi kalırdı?”. İki ufak replikle Türkiye film tarihinin en vurucu sahnelerinden birini oluşturuyor. Filmin sonrası da aynı bu sahne gibi, sözünü sakınmayan, çekinmeyen, çirkinliği olduğu gibi anlatan dokunaklı bir anlatıyla sürüyor. Bir tokat gibi anlatıyor “öteki olmak ne demek...
- Onur, Pride (2014) (Googleplay’de kiralanabilir)
Matthew Warchus’un yönettiği bu film, oldukça sevimli bir anlatıya sahip. Margaret Thatcher dönemi İngilteresinde, grev yapan maden işçileri ve Onur yürüyüşüne katılan LGBTQ+ aktivistlerin dost olmasını ve davalarında birbirlerine destek vermesini konu alıyor. Neşeli ve komik bir politik film olan “Onur”, ezilen ve haksızlığa uğrayan kesimler arasında oluşan bu tatlı hikayeyle evrensel bir mesaj veriyor. Ardında yatan sebepler değişse de hak arayışının evrenselliğinin umut dolu bir anlatısı ortaya çıkıyor. Tarihsel konjonktüre de bir bakış açısı getiren film, kuir yaşantıya getirdiği pozitif bakış açısıyla keyif veriyor.
- Moonlight, Ayışığı (2016) (Appletv’de kiralanabilir)
Film, 2017 Oscar töreninde “En İyi Film” ödülünü aldı ancak bu sırada büyük bir skandal yaşandı. İlk başta “La La Land” filmini açıklayan sunucu Faye Dunaway, ödülü filmin yönetmeni ve ekibine takdim ettikten sonra bir sorun olduğu ortaya çıktı. “La La Land” ekibi sahneden inerek yerini “Moonlight” ekibine bıraktı ve ödül konuşması yeniden yapıldı. Bu saçma olayla anılsa da film sinematografik olarak da kurgu olarak da oldukça kıymetli bir yapım. Kimlik ve kendini keşfetme temasını işleyen film, eşcinsel bir Afro-amerikalı olan Chiron’un çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerini konu alıyor. Karakterin hayatının her döneminde farklı bir renk kullanılarak dönemler arasındaki duygu geçişleri de perçinleniyor. Chiron içinde olduğunu bildiği insan olarak yaşamak için büyük bir özlem duyuyor. Böylece büyük bir özlem duygusu harmanlıyor filmin her sahnesinde.
- Handmaiden, Hizmetçi (2016) (filmbox+)
Güney Koreli yönetmen Park Chan-Wook tarafından yönetilen film aynı Moonlight gibi oldukça yoğun bir stile sahip. Sarah Waters’ın daha önce Holywood tarafından da uyarlanan “Fingersmith” adlı romanına başka bir bakış açısı getiren film, sınıfsal farkları olan iki kadın arasında geçen tutkulu bir aşk hikayesini bir dolandırıcılık planı üzerinden anlatıyor. Kadın dayanışmasıyla da ön plana çıkarırken, kostümleri, sinematografisiyle eski bir anlatıya modern, şık ve karizmatik görsellerle renk katıyor. Bu yapım tüm bunların üstüne bir de şaşırtıcı akışıyla soluksuz izletiyor kendini.
Gökkuşağınızın renkleri hiç solmasın, iyi seyirler değerli okurlar!