Begüm Erdoğan

Begüm Erdoğan

Tanrıların İşine Bak!

Bu hafta Netflix kütüphanesine, daha ilk dakikasını izlerken kahkaha patlatarak telefona sarılıp “Şu diziyi hemen şu an aç ve izle. Harika bir şey” mesajlarını attığım bir yapım girdi. İsmiyse “Kaos”. Yunan mitolojisi, günümüzde kitlelerce kabul edilen bir din olsaydı ne olurdu, onu anlatıyor. Olimposlu Tanrılar, normal insanlar ve mitler iç içe geçmiş bir halde önümüze sunuluyor. Bu konsept de Amerika’da var olan dinlerdeki figürlerin insan formu bulduğu “Amerikan Tanrıları”nı akla getiriyor.

Kaos, 1 sezon (2024-devam ediyor) (Netflix)

Diziyi tam 0:55’de durdurdum ve kahkaha attım, dediğim gibi. Peki neden mi? Çünkü Zeus. Bir de onu canlandıran Jeff Goldblum tabii. Bu mitolojik karakterin harika ötesi bir tasvirini görüyoruz dizide. Orta yaş bunalımında, kadın avcısı, müthiş lüks yaşayan bir erkek kendisi. Üstüne üstlük herkes ona tapıyor. Gerçek anlamda. Çünkü kendisi aynı mitolojide olduğu gibi Olimpos’tan tüm dünyayı yöneten tanrıların kralı ve burada bir “mitoloji unsuru” değil, tanrının ta kendisi ve doğal olarak çok da kaprisli. Jeff Goldblum’ın yüzüyle Zeus, modern bir perspektiften mükemmel düşünülmüş bir karakter ve kötü adam.

kaos-poster.jpg

Eleştirmenlerden de oldukça yüksek puanlar toplayan bu dizi sessiz gelen bir hit olmayı şimdiden başardı, sebebiyse dizinin yaratıcısı Charlie Covell. Dizi, Covell için tam bir tutku projesi. Yunan mitolojisine çocukluğundan beri çok meraklı olan yazar, Percy Jackson evrenine ve “Penelopia” romanına bayıldığını ifade ediyor. Kendisi de, Orpheus’un, Promete’nin, Diyonisos’un ve tüm tanrıların dünyamızda yaşasalar nasıl olurlardının komik bir versiyonunu sunmuş bize. Siyasi ve sosyolojik tespitler çok yerinde olduğu için de kahkaha attıran anları dahi var.

Amerikan Tanrıları, American Gods, (2017-2021) (AmazonVideo Prime)

Dizi hakkında konuşmaya başlamadan, dizinin uyarlandığı kitabı yazan Neil Gaiman’ın kaybını da analım. Kendisi ölmedi bu arada ama gözümüzdeki itibarı kesinlikle yaşamıyor. Haberleri duymadıysanız hemen söyleyelim, Gaiman’ın hayatına girmiş beş kadın, yazar hakkında cinsel saldırı suçlamalarında bulundu. Kendisinin böyle biri olmasına çok üzüldüm valla, görüyorsunuz kimseye güven olmuyor. Haberler çıkınca tabii yazarın “Mezarlık Kitabı” eserine dayanan uyarlama projesi de iptal edildi, bunu da belirtelim.

Peki dizi ne hakkında? Dizi Shadow (Ricky Whittle) adlı bir karakteri takip ediyor. Shadow, hüküm giydiği hapis süresinin tam sonuna gelmişken eşi Laura’nın (Emily Browning) öldüğü haberi verilerek erken salınıyor ve tam bu kafası karışık ve kaybolmuş hissettiği anda “Wednesday” (Ian McShane) yani “Çarşamba” adında karizmatik ve yaşını tahmin etmesi güç bir adamla tanışıyor. Wednesday, Shadow’a bir iş teklif ediyor ve Shadow da kısa süre sonra işi kabul ederek bu hakkında çok az şey bildiği adamla şoförü ve koruması olarak yolculuğa çıkıyor. Bryan Fuller ve Michael Green tarafından yaratılan dizinin renk kullanımı da özellikle çok başarılı. “Şahsiyet” dizisinin girişini yoğun şekilde andıran, “evet şimdi iyi ve bol heyecanlı bir şey izleyeceğim” hissini iliklerimize kadar hissettiren bir girişi de var. Müzikleri ve girişi, diziyi seneler önce izlemiş olmama rağmen hala aklımda oldukça canlı.

amerikan-tanrilari-poster.jpg

Bir süredir, taptaze yeni fikirler ve becerikli prodüksiyonla yapılmış dizilere özlem çeker olmuştuk. İşte bu ihtiyacımıza gelen cevap da “Kaos” oldu. İnsanlar tutkuyla bağlı olduğu projeleri gerçekleştirme imkanı tanındığında oldukça başarılı işler çıkabiliyor. İşte bu dizi de onun kanıtı.

Platformlarda İzleyebileceğiniz Soygun Filmleri

Yakalanacaklar mı? Her şey yolunda gidecek mi? Koltuğunuzun ucunda izleyeceğiniz üç soygun filmi listeledik sizin için.

  1. Baby Driver, 2017 (Netflix)

Bu film Edgar Wright’ın yönetmenliği ve müzikleriyle çok dinamik ve çok enerjik. “Baby” (Ansel Elgort) adında bir sürücünün hikayesini anlatıyor. Yalnız, Baby’nin sürücülüğü oldukça farklı bir alanda ve seviyede. Baby, arabasıyla soyguncuları, soygunları yaptıktan sonra müthiş bir beceri ve soğukkanlılıkla olay yerinden ve polislerin ellerinden kurtarıyor. Kulağına taktığı kulaklıklarla (bluetooth kulaklık hayal etmeyin lütfen 2017’de yoktu onlar) müziğe kendini kaptırarak sürüyor. Bu sayede belki de, hiçbir meslektaşının sahip olmadığı yüksek bir beceriye sahip oluyor. Her ne kadar çok yetenekli olsa da aslında bu hayatı kendisi seçmemiş tabii. Böyle olunca Baby, suç dünyasından çıkmak ve temiz bir sayfa açmak ister. Ancak bu dünyadan çıkmak istiyorsa son bir mega soygun yapması gerekecektir.

  1. Rezervuar Köpekleri, Reservoir Dogs, 1992 (Appletv ve google play üzerinden satın alınabilir ve kiralanabilir)

Altı tane birbirlerine yabancı adam bir araya gelerek “mükemmel soygunu” geçekleştirmeye çalışır. Quentin Tarantino’nun çıkış filmi olan bu yapım, diğer soygun filmlerinden bir nebze farklı. Zira soygunun nasıl yapıldığından ziyade, yapıldıktan sonraki vakitte daha çok zaman geçiriyoruz. Tarantino’nun sonraki filmlerinde görmeye devam ettiğimiz abartılmış kan ve vahşet, çıkış filminde de göze çarpan bir unsur. Aynı zamanda Pulp Fiction’da (Ucuz Roman) göreceğimiz zamansal olarak düz olmayan anlatım tekniğini de burada kullandığını görüyoruz Tarantino’nun. Bu sayede yönetmen, merak unsurunu daha da arttırmayı başarmış. Tabii yine Tarantino’yla özdeşleştirilmiş şeylerden biri olan ritimli ve ilginç diyalog akışları da bu filmde mevcut. Ünlü yönetmenin tarzının tohumlarını bu şekilde görmek de keyifli oluyor açıkçası.

rezervuar-kopekleri-gorsel-1.jpg

  1. Heat, 1995 (Tv+, Appletv üzerinden satın alınabilir ve kiralanabilir)

Başrollerde Al Pacino ve Robert De Niro’nun olduğu yapımı, bu listedeki en klasik soygun filmi diye düşünüyorum. Filmin anlattığı hikayeyse şöyle: Artık profesyonelleşmiş bir soyguncu olan Nel McCauley (Robert De Niro) ekibiyle son bir büyük soygun gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Eş zamanlı olarak tecrübeli bir dedektif olan Vincent Hanna (Al Pacino) da onu yakalamak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Tüm aksiyonun ötesinde ilginç de bir şey var. O da şu ki hem Nel hem de Vincent, duygusal bağ kurmaya açtır. Onların yalnızlığı ve melankolisi seyirciye derinden hissettirilir. Bu duygusal derinlik de bunun herhangi bir soygun filmi olmadığını kanıtlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Begüm Erdoğan Arşivi