Mutlu Hesapçı
Şehre filmler gelince bahar güzel başlıyor!
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) 43. İstanbul Film Festivali, Salı akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan açılış töreniyle başladı. Bu yıl Tuğrul Tülek’in festival sunuculuğunu üstlenmesi ne güzel oldu, geceye çok yakıştı. Farklı bir isim olarak Tuğrul Tülek’i sunucu olarak seçtikleri için festival yönetimini ayrıca kutlamak isterim.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) 43. İstanbul Film Festivali, Salı akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan açılış töreniyle başladı. Bu yıl Tuğrul Tülek’in festival sunuculuğunu üstlenmesi ne güzel oldu, geceye çok yakıştı. Farklı bir isim olarak Tuğrul Tülek’i sunucu olarak seçtikleri için festival yönetimini ayrıca kutlamak isterim.
Meral Orhonsay ve Engin Ayça’ya Onur Ödülü
Açılış gecesinde her yıl olduğu gibi bu yıl da onur ödülleri takdim edildi. Bu yılın isimleri Yeşilçam emekçileri, çok değerli iki isimdi. Toplumsal meselelere değinen, kadın hikâyelerinin işlendiği filmlerdeki rolleriyle tanınan usta oyuncu Meral Orhonsay bu yıl ‘Sinema Onur Ödülü’nün sahibi oldu. Yılmaz Güney’in Cannes'da Altın Palmiye kazanan “Yol”, Yavuz Özkan’ın “Maden” filmleri de dahil olmak üzere 60’ı aşkın sinema filminde rol alan ve kariyeri boyunca birçok ödüle layık görülen, Yeşilçam’ın efsane oyuncularından Orhonsay’a ödülünü festival direktörü Kerem Ayan takdim etti. Meral Hanım o kadar heyecanlıydı ki o heyecanı sahneden bana kadar ulaştı ve oynadığı filmler gözümün önünde canlandı.
Bu yılın ikinci ‘Sinema Onur Ödülü’, sinema sektörüne farklı alanlarda katkıda bulunmuş çok yönlü bir kültür insanı olan Engin Ayça’ya sunuldu. Bez Bebek, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu gibi başarılı kurmaca filmlerin yanı sıra birçok belgesele imza atan, ayrıca uzun yıllar verdiği üniversite dersleriyle sinemacıların yetişmesine de katkıda bulunan Ayça’ya ödülünü usta görüntü yönetmeni Çetin Tunca takdim etti.
Ayrıca festival bu yıl iki saygın isme daha ‘Sinema Onur Ödülü’ sunacak.
Benim için heyecanlı bekleyiş, çünkü özellikle son filmleri Perfect Days ile kalbimi fethettiler ve iki ismi dünya gözüyle görmek için sabırsızlanıyorum.
Wim Wenders ve Koji Yakusho’nun İstanbul’a gelmesi sinemacılar için anlamlı. Koji Yakusho Japon sinemasının en tanınmış oyuncularından, en son Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Usta yönetmen Wim Wenders festivale Mubi işbirliğinde katılıyor, festival programında Wenders’in üç filmi gösteriliyor ayrıca son filmi Perfect Days, Mubi’de gösterimde mutlaka izleyin. Koji Yakusho bölümündeyse usta oyuncunun başrolünde olduğu filmler de festival kapsamında ayrıca izlenebilir.
12 gün hayat filmlerle akacak!
Festivalin açılış gecesi filmi Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Richard Linklater’ın gizemli bir kiralık katili konu aldığı aksiyon komedi türündeki yeni filmi Hit Man’di. Açılışın ardından iki film daha izledim; ‘İmparatorluk’ ve ‘Little girl blue’. ‘İmparatorluk’ filmi ile beynim yandı, kafası karışık, ilginç, deneysel, garip bir film. Her zaman şaşırtıcı filmlere imza atan Bruno Dumont bu filmiyle de şaşırttı ve garip bir dünya sundu. İyiler ve kötüler arasında herkes kendi imparatorluğunu kurmak istiyor, yönetmen bunu anlatırken de bilimkurgu türünü, kendine has üslubuyla ele alıyor.
‘Little girl blue’ ise herkesin izlemesini isteyeceğim etkide bir film çünkü aile dizilimini referans alan bir noktası var. Malum hepimiz ailelerimizden aldığımız hayatlardan bağımsız yaşayamıyoruz ama kendimize ait özgür bir hayat da kurmak istiyoruz. “Bu acı aktarımı neden?” sorgusu etrafında dolanan ve bu mevzuyu derin ve güçlü anlatan bir film.
12 gün boyunca hayat filmlerle akacak. Yıllardır şehre filmler gelince bahar güzel başlıyor ama sanki bu yıl daha güzel be!
Açılış gecesinde her yıl olduğu gibi bu yıl da onur ödülleri takdim edildi. Bu yılın isimleri Yeşilçam emekçileri, çok değerli iki isimdi. Toplumsal meselelere değinen, kadın hikâyelerinin işlendiği filmlerdeki rolleriyle tanınan usta oyuncu Meral Orhonsay bu yıl ‘Sinema Onur Ödülü’nün sahibi oldu. Yılmaz Güney’in Cannes'da Altın Palmiye kazanan “Yol”, Yavuz Özkan’ın “Maden” filmleri de dahil olmak üzere 60’ı aşkın sinema filminde rol alan ve kariyeri boyunca birçok ödüle layık görülen, Yeşilçam’ın efsane oyuncularından Orhonsay’a ödülünü festival direktörü Kerem Ayan takdim etti. Meral Hanım o kadar heyecanlıydı ki o heyecanı sahneden bana kadar ulaştı ve oynadığı filmler gözümün önünde canlandı.
Bu yılın ikinci ‘Sinema Onur Ödülü’, sinema sektörüne farklı alanlarda katkıda bulunmuş çok yönlü bir kültür insanı olan Engin Ayça’ya sunuldu. Bez Bebek, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu gibi başarılı kurmaca filmlerin yanı sıra birçok belgesele imza atan, ayrıca uzun yıllar verdiği üniversite dersleriyle sinemacıların yetişmesine de katkıda bulunan Ayça’ya ödülünü usta görüntü yönetmeni Çetin Tunca takdim etti.
Ayrıca festival bu yıl iki saygın isme daha ‘Sinema Onur Ödülü’ sunacak.
Benim için heyecanlı bekleyiş, çünkü özellikle son filmleri Perfect Days ile kalbimi fethettiler ve iki ismi dünya gözüyle görmek için sabırsızlanıyorum.
Wim Wenders ve Koji Yakusho’nun İstanbul’a gelmesi sinemacılar için anlamlı. Koji Yakusho Japon sinemasının en tanınmış oyuncularından, en son Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Usta yönetmen Wim Wenders festivale Mubi işbirliğinde katılıyor, festival programında Wenders’in üç filmi gösteriliyor ayrıca son filmi Perfect Days, Mubi’de gösterimde mutlaka izleyin. Koji Yakusho bölümündeyse usta oyuncunun başrolünde olduğu filmler de festival kapsamında ayrıca izlenebilir.
12 gün hayat filmlerle akacak!
Festivalin açılış gecesi filmi Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Richard Linklater’ın gizemli bir kiralık katili konu aldığı aksiyon komedi türündeki yeni filmi Hit Man’di. Açılışın ardından iki film daha izledim; ‘İmparatorluk’ ve ‘Little girl blue’. ‘İmparatorluk’ filmi ile beynim yandı, kafası karışık, ilginç, deneysel, garip bir film. Her zaman şaşırtıcı filmlere imza atan Bruno Dumont bu filmiyle de şaşırttı ve garip bir dünya sundu. İyiler ve kötüler arasında herkes kendi imparatorluğunu kurmak istiyor, yönetmen bunu anlatırken de bilimkurgu türünü, kendine has üslubuyla ele alıyor.
‘Little girl blue’ ise herkesin izlemesini isteyeceğim etkide bir film çünkü aile dizilimini referans alan bir noktası var. Malum hepimiz ailelerimizden aldığımız hayatlardan bağımsız yaşayamıyoruz ama kendimize ait özgür bir hayat da kurmak istiyoruz. “Bu acı aktarımı neden?” sorgusu etrafında dolanan ve bu mevzuyu derin ve güçlü anlatan bir film.
12 gün boyunca hayat filmlerle akacak. Yıllardır şehre filmler gelince bahar güzel başlıyor ama sanki bu yıl daha güzel be!