Oğuz Pancar
RESİMLİ ÖYKÜLER, ÖYKÜLÜ RESİMLER
Zeki Müren Halıları-I
Zeki Müren’in şaşırtıcı başarısı, toplumun tutucu çoğunluğunca “gülünç” ve “acınası” olarak nitelendirilecek ılımlı eşcinsel bir imgeyi, artık karikatürize hatta grotesk olduğu bir noktaya kadar abartarak “gülünçlüğü” “görülmemişliğe” dönüştürmesidir. Bu yeni Zeki Müren gülünç değil özgündür artık, kimsenin de hoşgörüsüne ihtiyacı yoktur
Sokağa çıksak ve karşılaştıklarımıza “Gelmiş geçmiş en önemli Türk Sanat Müziği sanatçısı kimdir?” diye sorsak herhalde en çok duyacağımız isim Zeki Müren olur. Ölümünün üstünden neredeyse otuz yıl geçmiş olsa da, sanatçının hatırlardan silinmemiş olması nedensiz değil elbette; Zeki Müren, olağanüstü sesi ve derin Klasik Türk Müziği bilgisi yanında, sıra dışı kişiliği ve parıltılı bir gösteriye dönüştürdüğü renkli sahnesiyle, bu ağırbaşlı (“ağır” da diyebilirsiniz) müzik türünü yenilemiş, dönüştürmüş özgün bir kişilik. Onun Batı müziği unsurlarını Türk Sanat Müziği’yle harmanlayarak özgün bir tarz yaratması ve saray kökenli bu müziğin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlaması; bu durgun, ağırbaşlı müziği, kostümleri ve sahne gösterileriyle eğlenceli, seyre değer bir şova dönüştürmesi belki dönemin de ruhuna uygun, zamanı gelmiş değişimler; ama Zeki Müren’in bunları başarma şekli, asıl benzersiz ve çığır açıcı olan.
Uzaydan Gelen Prens
Türk Sanat Müziği’nden yalnızca rakı masasında zevk alabilen biri olarak, şarkıcı-besteci Zeki Müren üstüne söz söyleme yetkinliğine, birikimine hiç sahip değilim; zaten bu yazıda anlatmak istediğim onun görsel sanatlara yönelik az bilinen yeteneği ve bu alandaki şaşırtıcı birikimi. Bilenler az değildir, Zeki Müren sahnede giydiği kostümleri hep kendi tasarlamıştır. Başlangıçta yalnızca payetli sahne ceketleriyle başlayan tasarım yolculuğu, günümüz için bile çarpıcı kalan, gösterişli, abartılı hatta grotesk kostümlere dönüşür yıllar içinde. Mini etek görevi de gören transparan bir tunik, ultra yüksek platform tabanlı çizmeler, abartılı bir kemer ve otriş bir saç süsünden oluşan “Uzaydan Gelen Prens” kostümüne bir göz atarsanız, daha iyi canlanacak gözünüzde. Elbette yalnızca giysilerde değildir sözünü ettiğimiz değişim; onlara makyaj, saç ve tırnaklardaki değişim ve en önemlisi daha dişil bir tavır da eşlik eder.
[Zeki Müren, kitlelerin öncü/sıradışı kişiliklere bakışı ve bu kişiliklerin toplumu dönüştürme gücü konusunda çok çarpıcı bir örnek oluşturuyor bence. Onun giydiği kostümleri giyecek ya da makyajını yapacak oğluna göstereceği en uygar tepki, evlatlıktan reddetmek olacak tutucu anne ve babaların Zeki Müren’i bu denli benimsemesi, hatta bunun ötesinde onu neredeyse taparcasına sevmesi ve “Sanat Güneşi” konumuna taşıması ilginç değil mi? Kendi çocukluğumdan hatırlıyorum, Zeki Müren’in televizyona çıktığı gecelerde sokaklarda yaşam durur, dükkanlar erkenden kapanır, herkes evinde onun çıkacağı saati beklemeye koyulurdu. Yılbaşı akşamlarında saat gece yarısını gösterirken tek kanallı televizyonda her zaman aynı isim olurdu, Zeki Müren; en büyük “assolist” tam o zaman çıkardı sahneye, gelen yıl onun şarkılarıyla karşılanırdı. Yazları İzmir Fuarı’ndaki gazinolarda en gözde olan, alt kadrosu zayıf olduğunda bile, Zeki Müren’in sahne aldığıydı her zaman.
Peki 1970’ler Türkiye’si gibi, kıyı kentli bir nüfus dışında temelde tutucu sayılacak bir ülkede, yalnızca kostümleri değil, makyajı ve tavırlarıyla da bu kadar “efemine” bir şarkıcının bu kadar sevilmesini, dahası büyük saygı görmesini neye bağlamalıyız? Bunun yanıtları bu yazının kapsamını aşar ama yalnızca bir kaç gözlemimi dile getireyim çocukken onu birkaç kez sahnede izleme şansına erişmiş biri olarak. Zeki Müren’in, yeteneği ve ışıltısı o denli parlaktır ki, bir ölümlü tanrılara küfrediyormuş duygusuna kapılmadan onu küçümseyemez. Ayrıca sahnedeki bu erkek/kadın, izleyicisinden onay beklemez ve cinsel kimliği konusunda onların ne düşündüğüne zerre önem vermediğini apaçık gösterir giysi ve tavırlarıyla. Cinsel kimliğini saklamak yerine tam tersine onu insanların gözüne sokarcasına sergilemek ve hatta bunu adeta “drag queen”lik çizgisine kadar götürmek, Müren’in kararlı kişiliğinin, yürekliliğinin bir göstergesidir; daha az yetenekli olsa, daha ikircikli tavırlar gösterse onu aşağılayarak bir paçavra gibi kenara fırlatacak bir toplumun tepkisi, bu “müdânâsız” duruş karşısında ona duyulan büyük bir saygı ve sevgiye, bir tür dokunulmazlığa dönüşür ve -şarkıcılar söz konusu olduğunda- hoş görülen, doğal karşılanan bir tür “eksantriklik” olarak kabul edilmeye başlanır (bu nedenle “farklı” cinsel kimliğe sahip günümüz sanatçılarının Zeki Müren’e teşekkür borçlu olduğunu düşünüyorum).
Zeki Müren’in şaşırtıcı başarısı, toplumun tutucu çoğunluğunca “gülünç” ve “acınası” olarak nitelendirilecek ılımlı eşcinsel bir imgeyi, artık karikatürize hatta grotesk olduğu bir noktaya kadar abartarak “gülünçlüğü” “görülmemişliğe” dönüştürmesidir. Bu yeni Zeki Müren gülünç değil özgündür artık, kimsenin de hoşgörüsüne ihtiyacı yoktur.]
Biyografim
Asıl konumuzdan önce bu sıradışı kişiliğin yaşam öyküsünü de kısaca anlatalım.
Üsküp'ten Bursa'ya göç eden varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan Zeki Müren'in olağanüstü yeteneği ilkokul yıllarında fark edilir. Zeki, müzikli gösterilere katılmaya başladığında henüz 11 yaşındadır. Okuldaki bir piyeste canlandırdığı çoban rolü onun ilk oyunculuk deneyimi olur.
Liseyi birincilikle tamamlayan Zeki, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Süsleme Bölümü'ne girer sonra. Onun şaşkınlık yaratan çarpıcı sahne kostümleri ve yazımızın ana konusu olan halı tasarımları Akademi’de aldığı eğitime çok şey borçlu olmalı.
Zeki Müren bir yandan müzik eğitimini de sürdürür; Bursa'da Tanburi İzzet Gerçeker'den solfej ve usul dersleri alan sanatçı İstanbul'da yaşadığı yıllarda Udi Krikor’la sürdürür çalışmalarını.
1950’de TRT'nin açtığı solistlik sınavını 186 aday arasından kazanan tek kişi olan Zeki Müren 1951 yılında radyoda ilk konserini verir.
[Sınavda jüriyi en çok etkileyen, Zeki Müren’in güçlü sesi dışında 4000’e yakın şarkıyı ezbere bilmesidir. Çünkü bu kadar geniş bir repertuara sahip olmak ancak emektar hanende ve sazendelerde karşılaşılan bir özelliktir ve genellikle şarkıcıların, diğerlerinden bir şeyler öğrenmek ve repertuarlarını genişletmek için bir araya gelerek sırayla şarkı icra ettikleri “meşk zinciri”yle kazanılır.
1950’lere gelindiğinde unutulmaya neredeyse yüz tutmuş bu geleneğin daha 19 yaşındaki bir gençte kendini göstermesi jüriyi çok etkiler. Hocası Şerif İçli dışındaki jüri üyesi sanatçılar Zeki Müren’in repertuarının genişliğine kuşkuyla yaklaşır başlangıçta ve sınamak için, az bilinen makamlardan pek çok şarkıyı okumasını ister. Yaklaşık iki saat sonunda, istenen her şarkıyı kusursuz bir biçimde icra eden Zeki Müren, sınavın tek kazananı olarak terk edecektir odayı.]
İlk plağı "Muhabbet Kuşu" 1951'de kaydedilir ve büyük ses getiren plağın ardından Zeki Müren adı tüm ülkede bilinmeye başlar. 1954'te İzmir Fuarı’nda ilk sahne konserine çıkan Müren, saz ekibinin tek tip giyinmesi ve seyircilere daha yakın olabileceği “T” podyum gibi yenilikler getirir sahne yaşamına. Sonraki yıllardaki kostümlerinden yukarıda kısaca söz etmiştik.
Zeki Müren adı kısa zamanda, Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen Senar, Hafız Burhan ve Hamiyet Yüceses gibi anıt isimlerle birlikte anılmaya başlar halk arasında. Yalnızca şarkı icrasıyla değil, sayısı 300'ü geçen besteleri, özellikle de "Şimdi Uzaklardasın", “Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin”, "Manolyam", "Bir Demet Yasemen" ve "Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun" şarkılarıyla dinleyicilerin gönlünde kurduğu tahtı güçlendirir büyük sanatçı.
Sinema filmlerinde de oynar Zeki Müren, 1953’teki “Beklenen Şarkı” filminde karşısındaki kadın oyuncu Cahide Sonku’dur. Bunu 18 film daha izler, bunlar arasında özellikle “Kırık Plak” ve “Bahçevan” filmleri büyük bir gişe başarısı getirir.
Zeki Müren yurt dışında da tanınır; birçok Avrupa ülkesinde konser veren sanatçı, Londra'nın ünlü Royal Albert Hall’da sahne alan ilk Türk’tür. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanını alan Zeki Müren ilk ve en çok Altın Plak ödülü kazanan şarkıcıdır.
Ün kazandıktan sonraki yıllar boyunca sosyal yaşamın en göz önündeki figürlerinden olan Zeki Müren 11 yıl boyunca dönemin en ünlü gazinosu Maksim’de sahneye çıkar. Kurallı ve ağdalı Türkçesi, kusursuz diksiyonuyla da tanınan sanatçı, 1990’ların başında kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden Bodrum’da inzivaya çekilir ve 1996’da, TRT İzmir Televizyonu’nda onuruna düzenlenen bir tören sırasında geçirdiği kalp kriziyle yaşama veda eder. “Paşa” ve “Sanat Güneşi” olarak adlandırılan büyük sanatçının sesi günümüzde bile pek çok kişi için “eski, güzel günlerin” ve “masum yılların” simgesi olageliyor.
Biraz kuru bir yaşam öyküsü oldu, yazının sonuna sanatçının 1965’te yayımlanan “Bıldırcın Yağmuru” adlı -tek- şiir kitabındaki dizeleri de ekleyelim ve haftaya Zeki Müren’in tasarladığı halı desenleriyle devam edelim.
BİYOGRAFİM
6 Aralık 1933
Doğmuşum… İyi halt etmişim.
39 İlk Okul:
Siyah önlük beyaz yaka.
Topluma ilk fiyaka.
44 Orta Mektep:
Soluk beniz kısa saç.
Umutlardan kıskaç.
47 Lise:
Pembe hayaller, yeşil filizler.
Yorulmayan yorgun dizler.
Akademi 1950:
Renk deryasında renksiz yelkenli.
1955 Sahne:
Çile, para, para, çile.
Ne dilersen dile.
62 en büyük aşkım;
62 en delik gönlüm…
62 en… neyse…
Bindokuzyüz bilmem kaç;
Veda kara dünyaya.
Son tarihi bir bilseydim,
İşportacı olurdum
Hayatın anası tablamda.
Zeki MÜREN, Sayfa: 127
Zeki Müren, 1963
“Uzaydan Gelen Prens” kostümü, 1974
“Paris Geceleri” kostümü, 1970’ler
Zeki Müren, New York, 1963
Zeki Müren tasarımı bir halı, 1960’lar