Reisçilik sistemi ile yok olan aileler ve soyadı hakkı. İyi mi oldu AKP?

“Aile bütünlüğünün ve çocukların zarar görmemesi" için kadınlar, evlendikleri erkeğin soyadını kullanmak zorundaymış. Hükümet sözcüleri, 9. Yargı paketindeki kadının soyadıyla ilgili kısmı böyle açıkladılar.

Bu nasıl bir aile ki; şu anda ülkenin en yakıcı gündemini oluşturan ekonomik felaketten; asgari ücretin açlık sınırının altında olmasından değil de, kadının soy isminden zarar görüyor? Daha ötesi bu nasıl bir çocukluk ki; yaşanamadan bitiyor. O çocukların anneleri ve evet söylemeye dilim varmıyor ama kendileri, babaları tarafından öldürülüyor. Son zamanda sıklaşan, sadece kadın cinayeti değil, tüm aile üyelerinin o ailedeki erkek tarafından öldürülmesi zarar vermiyor da, kadının kendi soyadını taşıması mı aileye zarar veriyormuş?

Bu hafta Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, bir basın toplantısıyla, yılın ilk altı ayında yaşanan kadın cinayetlerini ve şüpheli kadın ölümlerini açıkladı. Yıllardır, “kadın cinayetleri neden bitmiyor” diye soran basına ve tüm halkımıza, şiddetin seyrini, arkasında yatan politik nedenleri ve çözüm yolunu, tek tek açık kanıtlarıyla bir kez daha gösterdi. Bu sefer değişen bir şeyler daha vardı ama maalesef olumsuz yönde. Cinayet işleyen failler, ardından kendilerini ve bazen de çocuklarını öldürüyor. Haziran ayında işlenen kadın cinayetlerinin en az dörtte birinde, bu biçimde çoklu ölüm söz konusu. Aralarında intihar etmeden önce 3 yaşındaki kızını, 5 yaşındaki oğlunu öldüren, tüm aileyi ortadan kaldıran “babalar” var. İşte eşitliği hiçe sayarak, “hane reisliği” dayatarak aile korumaya çalışanların bizi getirdiği yer.

On beş senedir raporlarda nadiren yer alan bu “çoklu ölüm” olgusu, tıpkı şüpheli kadın ölümleri gibi, cinsiyete dayalı şiddetin değişerek gelen yeni bir yüzü gibi. Nasıl şüpheli ölümler, ülkenin hukuk sistemindeki çöküşü sembolize ediyorsa, bu çok dramatik durum da bu “reislik” rejiminin ve kadını hiçe sayan aile odaklı politikaların çözülüşünün bir sembolü gibi adeta.

Başımıza gelen yeni durumu anlamak, elbette ki değiştirmek için çözüm yolları düşünmek üzere dünya örneklerine baktığımızda, kadın cinayeti konusunda çok zengin bir literatür olmasına rağmen, çoklu ölümler üzerine çok az araştırma olduğunu görüyoruz. Ama veriye dayalı yapılan bazı araştırmalar bu cinayet- intiharların kadınlar tarafından işlenmesinin çok nadir görüldüğünü, erkekler tarafından ve tıpkı kadın cinayetlerindeki dinamiklerle yaşandığını gösteriyor. Örneğin İsrail’de yapılan on senelik bir taramada, en sık ayrılık, boşanma sonrası ve kadınların en yakınındaki erkeklerce, kadınlar, çocuklar ve o erkeklerin kendileri de yok edilmişler. Bu nedenle, kadın cinayeti çalışmalarında, “cinayet-intihar” kavramsallaştırmasının cinsiyete dayalı biçimde ele alınması öneriliyor.

İyi mi oldu AKP?

Azalıyor diye yalan söylenen kadın cinayetlerini sadece seyredip, her seferinde “reis sensin”” diye sırtını sıvazladığın erkekler, üstelik cezasızlık politikanla cesaretlendirdiğin halde, şimdi kendini de bütün aileyi de ortadan kaldırıyor. Hem de sen dindar nesil yaratmak isterken, dini değerlerle de hiç bağdaşmayan biçimde intiharlar gerçekleşiyor.

O korumak istediğin kutsal aile ile bir ilgisi var mı bunun? Ben cevaplayayım; var. Tam da bu yüzden; bu yıkıcı şiddet gerçekleşiyor. Ülke sathında ve hane içinde pompalanan “reislik” rejiminin, gerçeklerle bağdaşmamasının ve giderek çözülmesinin sonucudur bu. Dünyanın, ülkenin, kadınların, LGBTİQ+’ların, yurttaşların, toplumların değişimine ayak diremenin, değişen dünyayı reddedip ortaçağa dönmek istemenin akıldışılığının sonucudur.

İntihar olgusu üzerine çalışmaları köşe taşı olan Durkheim, bunalım olarak gördüğü toplumsal ve ekonomik krizleri, “anomik” olarak adlandırdığı bu tip intihar çeşidiyle ilişkilendirir. Türkiye’deki durumumuz üzerine daha derinlemesine bakmamız gerekir elbette ama bu ekonomik koşullarda, sürekli reis olmaları söylenen erkeklerin “reisi olamadığım hane de yok olsun” yıkıcılığı içinde olduğunu söylemek de mümkün görünüyor.

“SOYADI BİR KİŞİLİK HAKKIDIR”

Durum böyleyken bu hafta önümüze gelen 9. Yargı paketindeki kadının soyadını seçme hakkını kısıtlayan düzenleme, gördüğümüz üzere sadece bir soyadı meselesi değil, tam bir rejim meselesi. Bunun da birkaç boyutu var. Öncelikle Türkiye’de kadınların kendi soyadlarını kullanmak için mücadelelerinin uzun bir tarihi var. Nasıl kadının adı yok ise, soyadının da yok olması, tıpkı emeğimiz gibi görünmez kılınmamız elbette ki, dünyada olduğu gibi bizim için de bir eşitlik meselesiydi. Medeni kanunda yer alan diğer birçok hakkımız gibi, kadının evlenince erkeğin soyadını alması zorunluluğu ile de mücadele verildi. Nazan Moroğlu hocamız, bu mücadeleyi ve kadınlar için anlamını çok iyi tarif eder: “Bir kimsenin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsur olan soyadı, vazgeçilemez, devredilemez ve feragat edilemez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.... Ancak, hukukumuz açısından soyadının bütün bu özellikleri “kadınlar” açısından geçerli değildir”

Otoritenin kocada olduğu fikrini mutlaklaştırıp, erkeği evin reisi olarak gören geleneği yeniden üreten bu durum, son Medeni Kanun(2001)’da bir düzeyde yumuşamış, kadının kendi soyadını kullanma hakkı “evlendiği erkeğin soyadının önünde yer almak” şartına bağlanmıştı. Aslında bu hali de, Anayasa’nın eşitlik ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 10. maddesine, ailede eşitliği düzenleyen 41. maddesine ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne(CEDAW) aykırıydı. Buna rağmen öyle dirençli bir meseleyle karşı karşıyaydık ki; açılan birçok ulusal ve uluslararası dava kazanıldı, yine de devam etti. Kadınların azimli mücadelesi de sürdü, özellikle EŞİK ve baroların kadın merkezleri çok önemli çaba gösterdi. Sonunda Anayasa Mahkemesi de geçen sene, Medeni Kanun’daki ilgili maddeyi (187) ayrımcılık içermesi nedeniyle iptal ederek cinsiyet eşitliğine uygun biçimde yeni düzenleme yapılmasını istedi. Kazandık. Şimdi bize soyadında erkek üstünlüğünü ısrarla dayatanlar, asıl olarak AYM’nin verdiği bu görevi yerine getirmek, kadınların isterlerse sadece kendi soyadlarını kullanma haklarını sağlayacak yeni düzenlemeyi yapmakla yükümlüdür. O yüzden;

  • Kadınlara karşı görevlerin ihmali ve mücadeleyle kazanılmış hakkımızın gasp edilmesine,
  • Her gün bir yenisini yaşadığımız anayasa ihlallerine bir yenisinin eklenmesine,
  • Anayasa yokmuş gibi davranan “reislik” sisteminin tıpkı kuruluşundaki gibi kadın hak ihlalleri üzerinden hayatta kalmaya çalışmasına,
  • Sürekli kadını “kocasının mülkü” haline getirmeye çalışan yasalar dayatmalarına asla izin vermeyelim.

Rejim de seçmeni mülkü sanıyor. Ama nafile, ülkede de, hanede de bu sistem çözülüyor, çözülecek. Önemli olan yıkıcı sonuçları ve neden olan siyaseti bir an önce durdurmamızdır.

Evlenmeyebiliriz. Evlene de biliriz ama o zamana kadar taşıdığımız kimlikten vazgeçmeyebiliriz. Ya da isteyen kendi seçimiyle soyadını değiştire de bilir. Asıl olan zora dayalı değil özgür seçimle olmasıdır. Toplumlarda bu konuda direnç olduğu kadar değişim de var. Örneğin erkekler de kadının soyadını alabiliyor veya birlikte yeni bir soy isim belirlenebiliyor. Dünyada bu eşitlikçi seçeneklerin çok iyi örnekleri var, gelecek yazılarda dünyaya bakmaya devam etmek üzere…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gülsüm Kav Arşivi