Pelin Batu
Nezihe Muhiddin’i Kim Delirtti?
Bugün oy vermeye giderken lütfen seçme ve seçilme hakkımız için mücadele vermiş nice kadını ve onların döktüğü kan, ter ve gözyaşını düşünün. Bu hakların hiç de kolay kazanılmadığına, az çok tarih bilen herkes hakimdir; Atatürk emretti ve oldu, hayır öyle olmadı. Parlamento bu duruma hiç de bayılmadı. İlk meclislerin zabıtlarını tarayanlar kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması mevzubahis edildiğinde ne hararetli kavgaların koptuğunu da görür. Mecliste hal böyleyken sokakta durum nasıldı diye soracak olursanız, yüz sene evvelinin gazeteleri bize çok şey fısıldar.
Zamanın ruhunu anlamak için Osmanlı’nın son yüzyılı ve Cumhuriyetin ilk on yılındaki basını tarayınca, ilginç bir resim çıkar. İkinci meşrutiyette 25’e yakın kadın dergisinde, matbaasından yazı işlerine sadece kadınların çalıştığı dergilere bakacak olursanız, daha 1908 yılında feminist hareketin alevlendiğini anlarsınız. Ve fakat anlı şanlı yazarlardan entelektüel sayılabilecek kalemlere kadar çoğu, kadınlara çeşitli hakların verilmesine karşı çıkmıştır. Gerekçe basittir: kadınlara bu hakları verirseniz başımızın üzerine çıkarlar diye düşünürler. Aristo’dan bu yana değişmeyen zihniyet her devir devam edecektir. Kadınların Kurtuluş Savaşımızdaki kahramanlıklarına rağmen bu haklar verilmek istenmez, Mustafa Kemal pek çok mitinginde üstüne basa basa kadın ve erkeğin eşit olmadığı toplumların başarılı olamayacağından dem vursa da kadınlara bu hakların verilmesi on sene sürecektir. Bu süre zarfında müthiş bir mücadele verilecektir. Türkiye’nin ilk siyasal partisi bizzat bu savaşın meyvesidir. İşte tam da burada, bugün sizlere Kadın Halk Fırkası’nın kurucusu, romancı, öykücü, tiyatro oyunu yazarı ve senarist müstesna Nezihe Muhiddin hanımdan bahsetmek istiyorum.
Nezihe Muhiddin 1889 yılında Kandilli’de doğup, o günlerde o dönemdeki pek çok bürokrat kızı gibi evde iyi bir eğitim gördü. Evinde hafta sonları düzenlenen “salon” toplantılarında tanıklık ettiği memleket meseleleri üzerine tartışmalar Nezihe Muhiddin’in dünya görüşünü inşa etmesini sağladı. Annesi Zehra Hanım, dayısı ve dayısının kızı Nakiye Hanım onun Yeni Zelanda, Avustralya ve İngiltere’deki Süfrajet Hareketinden haberdar olmasında önemli roller oynadı, hatta kuzeni Nakiye Hanım için “ilk mürebbim” (ilk öğretmenim) dedi. Nitekim Nakiye Hanım onu Fatma Aliye ile tanıştırdı ve çok geçmeden evden ve salonlardan çıkıp dışarıda çalışmak için kolları sıvadı. 1909 yılında az sayıdaki okumuş çağdaş kadın gibi o da öğretmen olmaya karar verdi ve Halide Edip ile Kız İdadi Mektebinde ders vermeye başladı. Ders skalası oldukça zengindi; İdadi mektebinde fen öğretmenliği yaparken, İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi’nde piyano, dikiş, jimnastik ve dil eğitimi verdi.
Nezihe Hanım 1908’de esen özgürlük rüzgarlarının etkisiyle pek çok yazı kaleme aldı ve ilk romanı “Şebâb-ı Tebah” (Kaybolan Gençlik) 1911 yılında yayımladı. Bu ve daha sonra yazacağı 19 romanı ve 300 küsur öyküsünde çoğunlukla kadın meselelerine değindi. Aynı zamanda eğitim, siyaset, kadın hakları gibi konuların üzerinde durarak İstanbul’da yayımlanan çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Hayranı olduğu Fatma Aliye ve Fatma Hanım’ın kardeşi Emine Semiye gibi kadınlarla hangi platformda olursa olsun kadın haklarını savundu ve korkusuzca dillendirdi. II. Meşrutiyet yıllarında kız çocuklarına eğitim hakkını savunurken karşısında çok sert bir muhalefetle karşılaşmayan Nezihe Hanım, konu kadınların seçme ve seçilme hakkı olunca, kadın erkek fark etmez, ciddi bir duvara çarpıyordu. Kendine feminist diyen kadınlar bile “seçme ve seçilme hakkını” çok ileriye gitmek olarak okuyordu. Nezihe Muhiddin ise ilk başlarda tek dertlerinin bu olmadığını söylese de bir süre sonra bunu resmen talep ediyordu. Bu da çoğu insanın hoşuna gitmiyordu.
KADINLAR HALK FIRKASI KURULUYOR
Kurtuluş Savaşı başladığı esnada çalıştığı okulda öğrencileriyle birlikte askerlere üniforma dikti ve hastabakıcılık yaptı. Millî Mücadele’nin zaferle sonlanmasından sonra hem ülkede esen umut rüzgarları hem de Mustafa Kemal’in de kadın haklarını Kocaeli ve İzmit Mitinglerinde dillendirmesinin verdiği cesaretle kadın hakları mücadelesinin fitilini yaktı. 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmeden önce Nezihe Muhiddin ve 13 kadın arkadaşı önce Nezihe Hanımın evinde, ardından 15 Haziran 1923’te Darülfünun’un toplantı salonunda bir şura gerçekleştirerek siyasi bir parti kurma kararı aldılar. Böylece, Nezihe hanımla birlikte Nesime İbrahim, Nimet Rumeyde, Zeliha Hanım, Feyza Emrullah, Saniye Hanım, Latife Bekir, Şükûfe Nihal, Muhsine Salih ve Matlube Ömer ülkemizin ilk siyasi partisi olan “Kadınlar Halk Fırkasını” kurmaya karar verdiler. Kuruluş dilekçelerini sunmuş olmalarına rağmen Valilik onları 8 ay bekletti ve sonra da taleplerini reddetti, zira 1909 kanunlarına göre kadınların siyasete girmesi mümkün görünmüyordu. Bunun olmaması gerektiğini söyleyen Tunalı Hilmi gibi vekiller mecliste yuhalandı. Bunun üzerine, “Kadınlar Halk Fırkası” “Türk Kadınlar Birliği” olarak mücadelesine devam etti. 400’e yakın üyesiyle medeni hukukta kadının yerini sağlamlaştırmak, kadınlara eğitim sağlamak gibi meselelere eğildi. Nezihe Muhiddin, Türk Kadınlar Birliği’nin bir toplantısında, “Maksadımız kadını yalnız hayırkâr bir kadın bırakmak değildir. Ona bir vatandaşa ait bütün vazife ve hakları da vermektir” diyerek, kadınların seçme ve seçilme hakkı için didineceklerini söylüyordu. Böylece 1925 yılında Nezihe Muhiddin’le birlikte Halide Edip Türk Kadınlar Birliği tarafından mecliste bağımsız aday olarak gösterildiler. Eski kanunlar geçerliydi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmamıştı ama Kadınlar Birliği, konuyu gündeme taşımak ve ses getirmek istiyordu. Nezihe hanım siyasi faaliyetlerine yazılı basın yoluyla da devam ediyordu. 1925’ten itibaren, Türk Kadın Yolu adlı dergiyi derneğin çatısı altında Genel Yayın Yönetmeni olarak yayımlamaya başladı. 1926’da erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesi yasaklanmış, kadınlar peçe ve çarşaflarını Kıyafet kanunu ile atmıştı. Kadınların mücadelesi meyve veriyordu ancak hala parlamentoda temsil edilemiyorlardı.
1930’DA BELEDİYE SEÇİMLERİNE KATILDI
1927’ye gelindiğinde Nezihe Muhiddin’i “fazla” bulmuş olacaklar ki, önünü kesmek için çeşitli dedikodular ve yolsuzluk iddialarıyla Türk Kadınlar Birliği’nden ihraç ettirmeyi başardılar. Nezihe Hanım basın toplantısı düzenleyip iddiaları yalanlamış, 1929’da da masumiyetini kanıtlayıp aklanmış olsa da ismi karalandıktan sonra siyaset sahnesinden inmek zorunda kalmıştı. Buna rağmen seçilme hakkını sonuna kadar kullanmak istedi ve 1930’da Belediye Seçimlerine Suat Derviş ile beraber katıldı fakat seçilemedi. 1935 genel seçimlerindeyse %5’lik kota dolduğu için seçimlere girmesi engellendi. Meclise ilk giren 18 kadının arasında olmaması, bana göre hiç kabul edilebilir bir şey değildir. Meşrutiyet yıllarından bu yana kadınların seçme ve seçilme hakkı için müthiş bir emek harcamış bir kadın olarak politik hayatının baltalanmış olması, mevcut sistem tarafından, “kontrol edilemez” endişesinden kaynaklansa gerek. Bir anlamda, “Kadınlara hak verdik ama bizim istediğimiz tarzdaki kadınlara” deniliyordu, aile mevhumunu övecek, ideal öğretmenler olarak ilham verecek kadınlar ön plana çıkartılıyordu. Türk Kadınlar Birliği de 1935’te kadınların istedikleri hakları kazandıklarından dolayı “artık gerek kalmadığı” gerekçesiyle kendini feshetti. Oysa belki seçme ve seçilme hakkı kazanılmıştı ama daha bir çok konu vardı, ayrıca teorinin pratiğe intikal etmesi için yol uzundu. Günümüzde de görüldüğü üzere kağıt üzerinde her şey çok güzel görünürken, pratikte bunları uygulayanların kafası yüzlerce sene öncede kaldığı için realitede çok da iç açıcı yerlerde değiliz. Kadına şiddet endeksleri olsun, ensest olsun dünya liderliğine oynuyoruz.
Nezihe Muhiddin’e dönecek olursak, karalanmasından ve siyaset sahnesinden silinmesinden sonraki hayatı hüzün içinde geçti. Her ne kadar o arkadaşlarıyla buluşup yazmaya devam de etse gittikçe içine kapandı. Ders vererek ve yazı yazarak hayatını idame ettirmeye çalıştı. 1931 yılında kendi hayatından izler taşıyan “Türk Kadını” adlı romanında biraz da olsa içini döktü. Zaman zaman röportajlar verdi ama sonra kimse adını duymaz oldu. Kadın çalışmalarıyla her zaman takdir ettiğim Yaprak Zihnioğlu dönemin tarihçilerinin Nezihe Muhiddin’i tarihten sildiklerini, ne anılarda ne de tarih kitaplarında ona atıf yaptıklarını belirtiyor. 1955 yılından kalan bir röportajında, kendisinin romanları ve piyeslerini ona sormadan filme çektiklerini, bırakın telifini vermeyi, adını bile geçirmedikleri konusunda serzenişte bulunuyor. Ömrünü kadınların haklarına adayan bu kadının hayatının sonuna dairse birbiriyle çelişen senaryolar var. Kaynaklar daha çok 1958 yılında ölen Nezihe Muhiddin’in akli dengesini yitirdiğini ve ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde öldüğünü belirtiyor. Bazılarıysa kalp krizi sonucunda hayata veda ettiğini belirtiyor. Kısacası meçhul. Delirmesi nedense aklımıza daha çok yatıyor, ne de olsa biz de günbegün delirdiğimiz için tanıdık geliyordur!
Şayet bugün kendinizi küskün ya da umutsuz hissediyorsanız, lütfen bizden önce oy verme lüksüne sahip olmayan bu kıymetli kadınları düşünün ve bir zahmet hakkınızı kullanın. Onlar bizlerin üşenmesi, yılması, sıkılması, inancımızı kaybetmesi için bu mücadeleyi vermediler. Bir oy ne değiştirebilir demeyin. Değiştiriyor.