Begüm Erdoğan
New York’ta Bir Zihnin Çöküşü
Netflix kütüphanesinde New York’ta geçen ve buranın havasını solutacak değişik yapımlar bulabilirsiniz, fakat iki yapım var ki tuhaf bir kardeşlikle bağlılar gibi hissettiriyor. Bu iki yapımda da farklı bir zihnin perspektifinden, benzer renk paletleriyle New York’un çok katmanlı labirenti ekrana taşınıyor. Bu iki diziden ilki Benedict Cumberbatch’in başrolde olduğu ve ayın başında kütüphaneye eklenen “Eric” elbette. Diğeriyse başrolünde Natasha Lyonne’la çekilen 2019 tarihli hit dizi “Russian Doll”.
Eric (Netflix)
“Eric”, bir alkolik olan Vincent’ın (Benedict Cumberbatch), oğlunun kaybolmasının ardından onu bulmak için oğlunun yarattığı bir karakter olan Eric’e sığınmasını anlatır. Mutsuz evliliği ve kötü babalığının yanında kızgın ve ani çıkışlarıyla çevresindeki herkesi iten Vincent’ın çevresinde yalnızca hayali bir karakter olan Eric kalmıştır. Onunla oğlunu aramaya çalışır.
Dizi birçok sosyal tema işlemek istiyor ve temaları Vincent’ın hayatının içinden örülerek işleniyor. Bu sosyal konular; günümüzde dahi bir çatışma konusu olan evsizlerin insancıl bir şekilde yaşama hakkı, Amerika’da 1980’lerde başlayan HIV krizi ve bu süreçte eşcinsellere sırt çevrilmesi, kurumsal homofobi ve ırkçılık olarak sayılabilir. Dizinin temelinde, yozlaşmış bir ana karakter üzerinden modern insan eleştirisi olduğunu söylemekse yanlış olmaz. Vincent’ın ilk bakışta sığ görünen sosyal hassasiyetleri vardır. Ancak dizi, geldiği noktayla sonunda Vincent’ın duyarlılıklarını haklı çıkartıyor ve sığ olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Dönüp baktığınızda, Vincent’ın hassasiyetlerini paylaşmayanların içeriden büyük bir çürüme yaşamış karakterler olduğuna da vurgu yapıyor.
Bütün bunları altı bölümlük bir dizide anlatmaya çalışmak, oldukça hırslı bir hareket olsa da Eric, senaryosunun zeki manevralarıyla bir şekilde hepsini işlemeyi başarıyor. Bunu yaparken zaman zaman sığ kalsa da rüştünü ispatlıyor. New York sokaklarının dokusunu yansıtmayı da son derece marifetli bir biçimde beceriyor.
Russian Doll (Netflix)
Oldukça tanıdık bir “aynı günü yeniden yaşama” hikayesi anlatan Russian Doll, yine de kendine has bir şey katmayı başarıyor. New York’un bağrında geçen dizide kızıl kıvırcık saçlarıyla Natasha Lyonne’u görüyoruz. 36. doğum gününü kutlayan karakter aynı gün içerisinde ölüyor ancak öldükten sonra yine aynı günde, doğum günü partisinin kutlandığı evde yeniden canlanıyor ve bu sürekli devam ediyor. Dizi 20 dakika civarında kısa bölümleriyle akıcı bir anlatıma sahip. “Groundhog Day”, “Source Code” ve “Edge of Tomorrow” gibi filmlerde gördüğümüz “zaman döngüsünde takılı kalma” klişesi size de ilk anda sıkıcı geliyorsa merak etmeyin, dizi kendisini izletmeyi rahat rahat başarıyor.
Bir klişeyi alıp izlenebilir kılmak kolay değil, dizi de bunu başarılı bir duygusal derinlik ekleyerek yapıyor. Stiliyle ve karakterinin zihinsel sınırların tam üstünde (bazense ötesinde) olmasıyla “Eric”i ciddi şekilde anımsatan bir yapım oluyor. Ancak bu söylediklerim ne yazık ki dizinin sadece ilk sezonu için geçerli, ikinci sezonu aynı tadı vermeyi tam olarak başaramadı. İzlenir mi, izlenir. Yine de hoşunuza gitmezse tek sezonluk mini dizi gibi izleyebilirsiniz.
Platformlarda izleyebileceğiniz gerçekten iyi aksiyon/bilim kurgu filmleri:
Her hafta sevdiğim değerli filmler paylaşıyorum ama bu haftaki filmler tam bomba. Bu filmler, sinemaseverler tarafından da eleştirmenler tarafından da çok beğenilen, hem eğlendiren hem de derinlikli ve katmanlı yapısıyla öne çıkan harika yapımlar. İzlemediğiniz varsa, hazır tatil kapıya gelmişken bu durumu değiştirin derim.
- Bill’i Öldür Kısım I ve II, Kill Bill (2003-2004) (Netflix)
Dövüş sanatları filmlerini çok seven ve günlerini eski filmler izleyerek geçiren genç, Amerikalı bir yönetmen hayal edin. Bir gün kendi dövüş filmini yazıyor ve o gün izlediği onca film, beyninden kalemine akıyor. İşte Tarantino’nun Kill Bill’i tam tamına böyle bir film. Onun filmleri, hiçbir zaman yalnızca çekilen filmle sınırlı değil, geçmişten gelen büyük bir film dağarcığından esinlenir, aynı “Kill Bill”lerde olduğu gibi. Filmlerin konusuysa şöyle: Uma Thurman’ın oynadığı “Gelin”, düğününde eşi tarafından ölüme terk edilir ve seneler boyu komada yatar. Uyandığında ihanetine ortak olmuş herkesi öldürmeye ant içer ve iki film boyunca adım adım bu yolda ilerler.
- Mad Max: Öfkeli Yollar, Mad Max: Fury Road (2015) (Tv+)
Hazır “Furiosa” hala gösterimdeyken, fırsat bu fırsat, “Mad Max: Öfkeli Yolları” da izlemek lazım. “Post-apokaliptik aksiyon filmi nedir?” sorusunu tek hamleyle cevaplayan Mad Max filmlerinin, seneler sonra çekilen ve büyük beklentiyle karşılanan filmi “Öfkeli Yollar”. Mad Max’in dünyası gerçekten de kaçık bir dünyayken, nasıl onu daha da kaçık bir hale getirebilir birileri? İşte tam olarak böyle. Artık Mad Max’in dünyasındaki insanlar kaynaklar için savaşan çöpçüler değillerdir, onlar artık araçlarıyla bütünleşmiş, kaynaşmış ve canavarlaşmış varlıklardır. Burada Furiosa’yla (Charlize Theron) tanışırız. O, canavarsı dünyanın içinde tehlikeli olduğu kadar merhametli bir kadındır. Bu karakterin hikayesi de vizyondaki “Furiosa” filminde derinlemesine işleniyor.
- Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı (2017) (Netflix ve BluTV)
Blade Runner 2049 “İnsan olmak ne demek?” sorusuna yanıt vermeye çalışıyor. İsmini aldığı 2049 yılında geçen film, Los Angeles’ta çekilmiş. Filmin yönetmen koltuğunda geçen haftalarda konuştuğumuz “Arrival” (Geliş) filminin ve Dune filmlerinin de yönetmeni olan Denis Villeneuve oturuyor ve Ryan Gosling başrolde oynuyor. Filmin genelinde müthiş bir estetik anlayış var, hem işitsel olarak hem de görsel olarak “izlenen bir film”den ziyade “deneyimlenen bir film” haline getiriyor bu onu.
- Sevginin Gücü, Léon: The Professional (1994) (TV+)
Bu film, doyurucu aksiyon sahneleri arasında derinden etkileyici bir insanlık anlatısı sunuyor. Natalie Portman oyunculuk kariyerinin başı olan bu rolde, 12 yaşında ufak bir çocuk olan Mathilda karakterini canlandırıyor. Ailesi öldürülen Mathilda, komşusu ve kiralık bir katil olan Leon tarafından himayesi altına alınır. Mathilda’da ve Leon’da birbirlerini tamamlayan zıtlıklar olduğunu görürüz. Leon’un, bir kiralık katil olmasına rağmen yumuşak ve çocuksu bir tarafı vardır. Mathilda ise ufak bir çocuk olmasına rağmen beklenmeyen bir olgunluk sergiler. Yaşadığı travma onda intikam alma arzusu doğurur, sert bir tarafı vardır. Filmin yönetmeni Luc Besson bu filminde, hem zıtlıklarla bezenmiş bir hikayeyi kendine has görsel sanatıyla birleştiriyor hem de Natalie Portman’daki cevherin parlamasına olanak sağlıyor. Portman’ın ilk büyük rolü olan bu filmde karakterin gerektirdiği tüm derinliği rahatlıkla yansıtması, şu anda bulunduğu konuma gelmesinin hiç de şaşırtıcı olmadığını açıkça gösteriyor.