Pelin Batu
Medea’nın izinde: Gürcistan tarihinden müstesna kadınlar
Siz bu yazıyı okurken ben Gürcistan’da olacağım. Sabaha karşı yola çıkmadan bu satırları yazarken heyecanımı zor zapt ediyorum… Bir; iflah olmaz bir gezginim. Kendimi, en mutlu yollarda hissediyorum. İki; yıllar önce gittiğim Tiflis’e gidip şarabın ilk çıktığı coğrafyada şarabın tarihini anlatmak, Pirosmani’nin eserlerini irdelemek, mitolojik hikayeleri dillendirmek için sabırsızlanıyorum. Dolayısıyla, sizinle de bu heyecanımı paylaşmak istiyorum.
Yıllardır verdiğim mitoloji derslerinde pek çok tanrıça ve yarı-tanrıçanın hikâyesini anlatırken kendimi bir “apolojist” gibi hissederim çünkü pek çok kadın kahramanın trajedisi, tıpkı gündelik hayatlarımızda da sık sık olduğu üzere patriyarkinin arzusu üzerine bina edilmiştir.
Medusa’ya tecavüz eden Poseidon’dur ama sırma saçları yılana dönüşen de odur. Tıpkı Medea’nın mitosundaki trajedilerde olduğu gibi. Aşık olduğu İason’a yardım etmek için babasını ve ailesini karşısına alan, hatta hikâyenin babasını alıkoymak için öz erkek kardeşini parçalara ayıran tüyler ürpertici bir versiyonu var.
“YABANCI GELİN” ENTRİKACI MEDEA
Medea, yepyeni bir ülkede her daim yabancı gelin muamelesi görür ve eşi yıllar sonra kendine genç bir kadın bulur, çocuklarını alıp Medea’yı sepetlemeye çalışır. Medea belki de mitoloji tarihinin en korkunç şeylerinden birini yapar: Gelin adayına zehirli bir duvak hediye ederek onu ve onu kurtarmaya çalışan babasını acılı bir şekilde öldürür, ardından kendi oğullarını pişirip babasına yedirir.
Medea isminin antik Yunancada “entrikacı” anlamına gelmesi de bundandır. Tabii bu mit, Yunan bakış açısıyla barbar bir kavimle ilgili yazılmış. Oysa Kafkaslara gittiğimizde Medea’nın çocuklarını korumak için elinden geleni yaptığını öğreniriz. O, tarihin ilk cadılarından biridir, ama ilk başta botanik bilgisini sevdiklerini korumak, canavarları alt etmek için kullanacaktır. Haksızlığa gelmeye dayanamaz, sonra da basıp gider.
İason ise hayatının devamında eski güzel günlerini yâd edip maceralarını anlatan bir kahraman eskisine dönüşür.
AZİZE NİNO
Medea esatirlerinin gerçeğe dayanıp dayanmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tıpkı Gürcistan’ı Hıristiyanlık tarihinde önemli bir yere taşıyan ilk azizeleri gibi. Günümüzde haçlı seferlerini andıran kan kırmızısı bir haç olan bayrağıyla tanınan Gürcistan’ı Hıristiyanlıkla tanıştıran Kapadokyalı Azize Nino (ya da Aya Nina) olduğu söylenir. Romalı bir generalin kızı ve anne tarafından Yuhanna’nın akrabası olan bu kutsal kadın, 296-338 yılları arasında yaşamış. İncil tarihçilerine göre gördüğü bir rüya üzerine kendi diyarlarını bırakıp o zamanlarda İberya olarak bilinen bölgeye gitmiş. Burada İsa’nın öğretisini yayan Nino, insanları mucizevi bir şekilde iyileştirdikten sonra Kraliçe Nana’nın dikkatini çekmiştir. Kraliçe Hıristiyanlığı kabul eder ama kocası Kral III. Mirian o kadar da hevesli değildir. Fakat kara ormanlarda yolunu kaybedip bir tek Nino’nun tanrısı ona ışık gösterince o da İsevi olur ve 327 tarihinde ülkenin resmi dinini Hıristiyanlık olarak kabul eder. Azize Nino’nun rüyasında Meryem Ana ona üzüm dalından yapılmış bir haçı verip kuzeydeki İberya’ya gitmesini söylemiştir. Böylece Ermenistan’la birlikte dünyanın ilk Hıristiyan devletleri olarak tarihe geçerler.
KRALİÇE TAMARA
Bir başka önemli kadın, Gürcistan’ın ilk kadın hükümdarı olarak nam salan Kraliçe Tamara’dır. Tamar(a) (1166-1213) Gürcistan’da altın çağlar olarak bilinen 12. ve 13. yüzyılda önce babasıyla eş başkanlık yapmış, altı yıl sonra babasının ölümünün ardından da kendisine tek hükümdar “kral” titri verilmiştir. Gümüş tepsi ile verilmediğini de belirteyim.
Zamane aristokratları, bu kadar gücü bir kadına vermekten rahatsızdır ama Tamara onları diplomatik bir şekilde ikna ederek kral olarak sanatçılara hamilik etmiş, ülkede mimari eserler inşa ettirmiş, ülkenin sınırlarını genişletmiştir. Tamar iki kere evlenmiştir. Birinci kocasını boşayıp (ki bu hakkı elde etmek çok kolay değildir, VIII. Henry’nin yüz yıllar sonra boşanma hakkını elde edemeyince Vatikan’a kafa tutup Anglikan Kilisesini kurdurduğunu unutmayalım…) İstanbul’a göndermiş. Sonra bu yakışıklı, pazulu eski koca defalarca darbe yapmaya çalışmış ama başarısız olmuştur.
İkinci kocasını kendi seçen Tamar iyi bir asker ve koruyucu seçmiştir. Bu evlilikten çocuğu olan Tamar böylelikle kendisinden sonra Gürcistan’a hüküm sürecek biri erkek diğeri kız iki varis elde etmiştir.
Tamar’ın hükmü sırasında Gürcü askeri desteğiyle Trabzon İmparatorluğu kurulmuştur. 1300’den 1500’e kadar Bizans İmparatorluğunun sürgün prenslerinin kurduğu bu imparatorluk, Tamar’ın siyasi satrancı için çok önemlidir. Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolis’i iyice zayıflatmış, Latinlerin de Selahaddin’i alt edeceğini düşünerek, bölgedeki en güçlü Hıristiyan ülke konumuna gelmeyi hedeflemiş ve başarılı olmuştur. Günümüzde Tiflis’teki Bush Caddesinden de gördüğümüz üzere Gürcistan, uzaktan gelen güçleri avantajına kullanıp bölgedeki kartallardan kendini korumayı yüz yıllar boyunca başarmıştır.
Modern dönemde, Barbare Eristavi-Jorjadze gibi bölgedeki ilk feminist yazar olsun, Picasso’nun bayıldığı kadın ressam Elene Akhvlediani (1901-1975) olsun burada çok güçlü ve yaratıcı kadınların olduğunu biliyoruz.
Sonuçta Karadeniz coğrafyası efsanevi Amazonların diyarı olmuş, her ne kadar bugün ezilmeye çalışılsa da genlerinden başkaldırı ve direniş olan bu kadınların bir noktada sazı tekrar ellerine alacağını düşünüyorum.
Sanat olsun, satranç olsun, edebiyat olsun, müzik ve mutfak kültürü olsun, çok kadim bir coğrafyaya gittiğim ortada.
Orada, bunlar ve adını belirtmediğim gelmiş geçmiş ve çağdaş pek çok kadını alkışlayarak, onları anlatarak geziyor olacağım. Ne güzel şey keşif, hayat kâşiflere güzel diyorum... Ve uçuyorum.