Mert Yılmaz
Kimin talebi?
Salı günü Ağustos ayı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yapıldı ve beklentilere paralel olarak Kurul, politika faizini değiştirmeyerek yüzde 50’de sabit bıraktı.
İçinde bulunduğumuz günlerde bir süre önce başlayan faiz indirimi tartışmaları alevlenmeye başladı.
Merkez Bankası şahin duruşunu devam ettirse, sıkı para politikasının sürdürüleceğinin mesajlarını vermeye devam etse de aralarında benim de olduğum piyasa aktörlerinin bir bölümü yıl sonuna doğru Merkez Bankası’nın bir faiz indirim döngüsüne başlayacağını düşünüyor. Diğer bölüm ise bu yılın yüzde 50 politika faizi ile tamamlanacağı görüşünde.
Bu görüş ayrılığı sadece yurt içinde değil yurt dışında da mevcut. Bazı yatırım bankaları bu yıl sonuna kadar faiz indirimlerine başlanacağı tahmininde bulunurken, bazı yatırım bankalarının beklentisi 2025 yılının başına hatta ilk çeyreğine kadar faizin indirilmeyeceği yönünde.
Ben niye faiz indirimi bekliyorum onu ifade etmeye çalışayım. Piyasa Katılımcıları Anketi’nde 12 ay sonraki enflasyon beklentisi yüzde 28,71’e gerilemiş durumda. Merkez Bankası tahmini ise yüzde 14. Tahmin aralığı üzerinden ifade etmek gerekirse 2025 yıl sonunda enflasyonun yüzde 7-21 aralığında bir yerde olacağını düşünüyor Merkez Bankası.
Dolayısı ile mevcut faiz bir reel getiri sunuyor. Burada da bir kafa karışıklığı var. Reel faiz, gerçekleşen enflasyon ile değil beklenen enflasyon üzerinden hesaplanır. Açıklanan enflasyon geçmiş 12 ayın enflasyonu, reel getiri beklentisi ile önümüzdeki döneme ait.
Benim görüşüm teknik olarak bir faiz indirimi için alan açıldı. Bence bu konuda herkes hemfikir. Tartışılan konu Merkez Bankası açılan bu alanı kullanacak mı kullanmayacak mı?
Bence kullanması lazım. Kullanmasın diyenlerin görüşü eğer faiz inerse tekrar talep canlanır ve enflasyon bozulur. Bu görüşte olan kişilerle ayrıştığım nokta tam da burası. Hangi talep? Kimin talebi? Ülkenin ekonomik büyüklüğünün yarısını nüfusun yüzde 20’si alırken, geri kalan yarısını ise yüzde 80’lik kısım alıyor. Geçtiğimiz dönemde açık hava laboratuvarında yapılan ekonomik deneyin mağdurları; emekliler, dar gelirliler ve sabit ücretliler. Toplumun bu kesimleri neredeyse yaşam mücadelesi veriyor. Ne talebi? Deniyorsa ki, “zengin kesimin talebi”; yoksulu ezerek zenginin talebini mi kısacağınızı düşünüyorsunuz?
Düşünmeye devam edelim. Diyelim ki Merkez Bankası faizi indirmedi. Hatta bir senaryo yazalım. Bir yıl daha faizi yüzde 50’de tuttu. Talep kırıldı, bayıldı hatta öldü. Nereye kadar peki? Talep tekrar filizlenmeye başladığında ne olacak? Niye yaşanan enflasyonun artık arz kaynaklı, çarpık piyasa işleyişi, ticari ahlak gibi sosyal ve ekonomik pek çok gerekçeden kaynaklandığını konuşmuyoruz.
Türkiye’nin verimlilik gibi, inovasyon gibi, Ar-Ge gibi, yatırım gibi, katma değerli ürün gibi, kamu maliyesinde tasarruf gibi, insan kaynağı gibi yapısal sorunları çözülecek mi bu yüksek faiz döneminde. Çözecek ve sonrasında faizleri indireceksek eyvallah da öyle olmayacağını hepimiz biliyoruz.
Ekonomi stagflasyona gidiyor. İşsizlik artış trendine girdi.
Konkordatolar gelmeye başladı ve korkarım ki devamı gelecek. Şirketler finansmana erişemiyorlar.
Türkiye ekonomisinin yapısı bu. Kredi varsa büyüme var, kredi yoksa büyüme yok. Şirketlerimizin sermaye yapıları zayıf. Düşük özsermaye, yüksek borç ile dönen şirketler. Dolayısı ile seçici olarak ve enflasyon yaratmayacak biçimde kredi musluklarının açılması gerekiyor.
Faiz kağıt üstünde inebilir. Ben 2024 yılını yüzde 45 politika faizi ile tamamlayacağımızı düşünüyorum. Ama önemli olan çarkların dönmesini sağlayacak kredi aktarım mekanizmasının çalışması.
Son söz olarak şunu da bir kez daha altını çizeyim. Bu konuları çok fazla faiz ve döviz üzerinden tartışıyoruz.