Mehmet Şandır
Hava kurşun gibi ağır
BENCE; sonuçtan sorumlu olanların şikayet hakkı yoktur!
Sözün özü, geçmişte yaşananları bilmeden geleceği öngörebilmek mümkün değil.
“Kurşun gibi ağır bir ortam” tespiti sayın Devlet Bahçeli tarafından üçüncü defa yapılıyor; 7 Temmuz 2002, 25 Ekim 2016 ve 25 Haziran 2024,
3.Dünya Savaşı riskinin arttığı günümüzde aynı çukura iki defa düşmek lüksümüz yok; düşersek sonu ölüm olabilir.
Daha önce gördüğümüz/yaşadığımız, bildik bir senaryo yeniden sahneleniyor; “güvensizlik ve belirsizlik” sarmalında ülkemiz bir yerlere sürüklenmeye çalışılıyor.
Ormanlarımız yanıyor, ekonomi toparlanamıyor; faiz, döviz ve enflasyon yükselişi engellenemiyor. Mutfakta yangın var, hayat pahalılığı altında bunalan emekliler, sabit ve dar gelirliler, asgari ücretle çalışanlar, gelirleri üretim girdilerine yetmeyen üreticiler, her geçen gün hükümete güvenini/umudunu kaybediyor; Türkiye kötü yönetiliyor kanaati hızla yaygınlaşıyor.
Yerel seçim sonuçları üzerinden erken seçim gündeme getirilmeye başlandı; bu, “siyasi belirsizlik” senaryosunun altyapısı hazırlanıyor demektir.
Türkiye, bu filmi 2002 yılında seyretmişti.
10 yıllık bir siyasi istikrarsızlık dönemi sonunda yapılan 1999 genel seçimlerinde toplum, rahmetli Bülent Ecevit’e ve MHP’nin yeni genel başkanı Devlet Bahçeli’ye iktidar iradesini emanet etmişti. Marmara depremi şansızlığı ile başlayan üç partili koalisyon hükümeti, AB sürecini yeniden başlatmış, devrim niteliğinde hukuki düzenlemeleri yapmış, terörle mücadeleyi başarmış ve istikrarı temin etmişti.
2002 yılı başından itibaren dış kaynaklı bir takım çevreler, iş insanları, bazı basın patronları (hükümet üyesi bazı bakanların da katkısı ile) döviz ve faizde yaşanan yükselişin sebebini hükümete güvensizliğe bağladılar ve yeni bir siyasi senaryo yazılmasını istediler; MHP’siz ve Ecevit’siz yeni bir hükümet isteniyordu.
Sonuç; 2002 erken seçimi; siyaset alt-üst oldu; AKP‘nin FETÖ ile kurduğu “parelel devlet” iktidarı, 15 Temmuz 2016’da Cumhuriyetimizi yıkımın kıyısına getirdi. Darbe önlendi ancak bu defa AKP’nin rejim ve hukuk darbesi başladı.
Sayın Bahçeli, 25 Ekim 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı’nı, “hukuka uymaya, anayasaya bağlı kalmaya” davet eden meşhur uyarısını yaptı. “Devletin tıkandığını, sistemin kilitlendiğini, anayasanın askıya alındığını, mevcut filli durumla hukukun uyuşmadığını, Türkiye’nin kurşun gibi ağır bir ortamdan geçtiğini” söyledi.
Tespit doğruydu ancak sorunun çözümü için yapılan teklif yani, “fiilli durumun hukuki boyut ve içerik kazanması için demokratik bir sürecin işletilmesi” önerisi Türkiye’yi yeniden “kurşun gibi ağır bir ortama” getirdi; hukuk devleti ve bağımsız yargı felç oldu.
Doç. Dr. Sinan Ateş, 1.5 yıl önce gözümüzün önünde katledildi; Devlet, toplum, adalet, siyaset; sorumlu olanlar kulaklarına sanki kurşun dökülmüş gibi bu cinayet karşısında, bir duvara dönüştü; duyarsız kaldı.
Tetiği çeken belli (bir ay içinde yakalandı), iddianame 16 ayda hazırlanabildi; neden? Etkin soruşturma yapılmadığı, dava dosyasını hazırlayan yargı ve emniyet görevlilerinin birkaç defa değiştirildiği gibi birçok iddia ve cevapsız sorular ortada…
Yargılama dün başladı;
Umarım ki “dağ fare doğurmaz", adalet tecelli eder; suçlular cezasını bulur!
Bu dava, bilinçli olarak mecrasından çıkarıldı; sahip çıkması gerekenler kulaklarının üstüne yatınca “başkalarının” elinde başka amaçlar için bir araca dönüştü. Eşinin adalet arayışı istismar edildi; merhum Sinan başkanın “dava bildiği” ideoloji ve baba ocağı kadar kutsal gördüğü MHP suçlanarak bir siyasi kaos senaryosuna malzeme yapıldı. MHP üzerinden siyasi istikrar/Cumhur İttifakı hedef alındı.
“Sonuna kadar gidilsin, suçlular bulunsun cezalandırılsın” denilmesine rağmen bazı çevrelerin ısrarla MHP’yi ilzam edecek beyanlarda ve iddialarda bulunması asla iyi niyetle karşılanamaz; aralarında samimi olanlar olsa da sonuç itibariyle yaratılan hava bir güvensizlik iklimi oluşmasına ve siyasi belirsizliğe zemin hazırladı.
Bu sonuçtan sorumlu olanlar “yapılması gerekeni” zamanında yapmayan sorumlulardır; ülke yöneticileridir. Bu duruma itiraz etmeyen, isyan etmeyen “yüreklerinin kulakları sağır” olmuş kamu vicdanıdır.
Sözün sonu; Nazım’ın dizeleri ile ifade edelim.
Deeeert çok, hemdert yok;
Yüreklerin kulakları sağır...
Hava kurşun gibi ağır...