Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Dünya yaşamı desteklemeye devam ediyor...” Ama…

Uzun süredir başta kendi hayatımın sürdürülebilirliği konusundan başlayan ve yaşamın sürdürülebilir olmasına varan bir sorgulama içine girdim. İklim değişikliği bile hayatımı o kadar çok etkiliyordu ki... Çünkü kış mevsiminde kar yağışı görememek ve yazlık giysiler içinde olmak çok tuhaf, öyle değil mi?

Bir gün kitapçıda dolaşırken Yeşil - Sürdürülebilir Yaşam Ve İklim kitabı dikkatimi çekti. Kitaba önsöz de yazan Mert Fırat’ın arka kapakta yer alan şu yorumu çarpıcıydı:

“Elinizde tuttuğunuz bu kitap size oyunu değiştirmenin en temel, duygusal ve bir o kadar da analitik  yolunu öneriyor. Yol uzun, ama siz bu yolda kendinize rehberlik edecek yoldaş arıyorsanız, müjde! Buldunuz diyebilirim. İklim ve küresel ısınma konusunda okur- yazarlık imkânları gelişirken “İklimce’’ düşünmenin ve insanca yeşillenmenin tek yolu harekete geçmek.”

Yeşil – Sürdürülebilir Yaşam Ve İklim kitabını Çevresel ve Sektörel Sürdürülebilirlik Uzmanı Ferdi Akarsu yazmış.

Uzun süredir kafamı kurcalayan konulara rehberlik eden bu kitapla birlikte aklımda birçok soru dönmeye devam etti. Yakın bir zamanda tesadüf sonucu bir etkinlikte yazarın kendisiyle tanıştım ve sohbet ettim. ‘Sürdürülebilirlik’ ile ilgili etkinlikler de gündemden düşmeyince Ferdi Akarsu’ya bu konuda aklıma takılanları sordum. Daha güzel bir dünya dileğiyle ve yeşillerin içinde yaşama ümidiyle herkese iyi pazarlar diliyoruz!

Son zamanlarda ‘sürdürülebilirlik’ üzerine o kadar çok bilgi akışı ve etkinlik var ki… Ben kendi hayatımın sürdürülebilir olması üzerine kafa yorarken elbette biliyorum ama bu kavram beni de kapsayarak özelden genele uzanan önemli bir durumken yine de kafam karışıyor. ‘Sürdürülebilirlik’ nedir ve hangi alanları kapsıyor?

Sürdürülebilirlik ne değildir üzerinden gitmek daha kolay gibi. Dünyamızın bize sunduğu ama miktarı sabit olan doğal değerler var. Endüstri buna kaynak da diyebiliyor. Bunun karşısında ise her geçen gün artan insan sayısı ve tüketimi yer alıyor. Basit bir matematikle olmaz bu iş deriz. Olmuyor da zaten. Endüstri devrimi, otomasyon, bilişim ile daha da içinden çıkılmaz hale gelen bu denklem, özellikle son milenyumla birlikte iklim krizinin artan etkileriyle çok daha fazla gündem olmaya başladı. Sanıldığının aksine sadece çevre, enerji, atık konusu da değil. Tüm endüstriyel ekosistem ve bireyler olarak gündelik hayatlarımızdaki faaliyetlerimiz direkt sürdürülebilirlik kapsamına giriyor. Yani içinde yok yok.

 

“Bir arz talep dengesi içinde gelişiyor”

Son zamanlarda özellikle son 10 yılda küresel ölçekte sürdürülebilirliğin hype’lanma durumu söz konusu. Bu durum sağlıklı mı yoksa yeni bir balon ile mi karşı karşıyayız?

Günde en az 3-5 kere duymaya başladığımız bu sürdürülebilirlik kavramı aslında bir arz talep dengesi içinde gelişiyor. Yani daha çok duymamız anlaşılabilir bir şey. Ama! Evet aması var. Doğru-yanlış her şeye “sürdürülebilir” demek kavramın içinin boşalması ve kavramın ölmesi sürecini de beraberinde getirebilir. Bu nedenle ürün ve durumların ne şartlarda sürdürülebilirlik kavramı altında nitelendirilmesi gerektiğinin iyi tanımlanması gerekiyor. Bu da biraz etiketleme ve yasal mevzuatlarla olacak bir şey. Umarım çok geç olmadan sürdürülebilirlik kavramının içinin boşalmaması yaygın tabirle ölmemesi için bir şeyler yapılır.

 

“Kavramın kendisinin sürdürülebilir olması gerekiyor”

‘Sürdürülebilirlik’ sürdürülebilir mi?

Evet, aslında konu biraz da bu. Kavramın kendisinin sürdürülebilir olması gerekiyor. Ama şu anda yaşadığımız süreç ne yazık aynı geçmişte “organik, natürel, doğal” kavramlarının yitimini birebir kopyalıyor.

 

“Bizim endişelenmemiz lazım”

Sürdürülebilirliğin sağlanması, dünyanın yaşamı desteklemeye devam etmesine imkân verecektir diye bir cümle okudum bir yerde ama bu cümlenin günümüzde geçerliliği yok gibi… Dünya, yaşamımızı desteklemeyi bıraktı diye düşünüyorum, yanılıyor muyum?

Dünya yaşamı desteklemeye devam ediyor. Sadece tür bazında yani biz insanların onu kullanma oranı ve biçimiyle derdi var kendisinin. Nasıl olmasın ki. Milyonlarca canlı türü ve sayısız varlıkla paylaştığımız bu dünyada her şey bizimmiş gibi davranıyoruz. Dünya orman, çöl ve sulak alanlar gibi çok sayıda ekosistemin oluşturduğu büyük bir ekosistem. Parçadan biri eksildiğinde de hemen yerine bir şeyler geçebiliyor bu mekanizmada. Yani, insan denklemden olur da bir gün çıkarsa yeri dolmaz değil. Yani aslında ortada bir dert varsa bu konuda Dünya değil bizim endişelenmemiz lazım.

“Doğanın iyileştirici mekanizmaları çok kuvvetli”

‘Sürdürülebilirlik’ için neler yapabiliriz, öncelikle hangi alanda, ne gibi çalışmalarla işe başlayabiliriz?

Öncelikle küresel ölçekte yani tüm ülkeler ve yönetişim sistemleri için bağlayıcı bir mekanizma gerekiyor. Bu konuda karbon piyasa ve regülasyonları küçük küçük geliyor gibi. Küresel diyorum çünkü siz ülkenizde ne kadar iyi bir karne getirseniz de okyanus ötesinde bile diğeri sürdürülebilirlik adına kötü bir karne getirdiyse, sizin yaptıklarınız belirli ölçülerde yetersiz hale gelebiliyor ve/veya bu durumdan olumsuz etkilenebiliyorsunuz. İşte ‘Amazonlarda çıkan orman yangınları Moğolistan’a ne yapabilir’ diyemiyoruz. Sıklığı ve şiddeti her geçen gün artan aşırı hava olayları olarak kapımıza kadar geliyor bu durum. Öncelik küresel bir sistemi kurmakta yani. Daha sonra bu sistemi biz bireylerin günlük yaşamlarına ve endüstrinin tüm süreçlerine dahil edebilmekte. Ülkeleri, tarım ve endüstriyi ve de bireyleri baz alan bu sistemi kurduğumuzda, kar topu etkisi gibi olumlu yönde sürdürülebilirlik adımları ilerleyecektir. Doğanın bu konuda iyileştirici mekanizmaları çok kuvvetli. Biz bir adım attığımızda o 3-5-10 adım atıyor.

“İşe öncelikle bireyden başlamak gerekiyor”

Bizim toplumumuzda eğer hatırlar ve uygulayabilirsek çok önemli nasihatler var aslında mesela; önce kendi kapının önünü süpür… Doğa ve çevre konularında bu iş nerede başlıyor aslında?

Sıklıkla karar vericileri, siyasileri, fabrikatörleri, “Dünya’yı yöneten beş aileyi (Kinaye içerir)” yani sorumluluğu reddetmeyi tercih edebiliyoruz. Ama o yöneticiler ve patronlar da insan! Birilerinin annesi, babası, kardeşi…Yani işe öncelikle bireyden başlamak gerekiyor. Aynı zamanda sürdürülebilirlik yolunda ne kadar talepkar olursa o devletler, patronlar vb. bu yönde üretim zincirini şekillendirmeye başlıyor.

 

“Ayak izimizin düşmesi önemli”

Karbon ayak izi en çok konuşulan konu başlıkları arasında, öyle ki karbon ayak izi oluşmasın diye buraya gelmeden üst düzey toplantıların başka türlü düzenlenmesi söz konusu… Bu ne demek ve neden bu kadar önemli?

Karbon ayak izi direkt olarak iklim kriziyle ilişkili bir konu. Bununla birlikte sadece yolculuk yaparken uçak yerine tren tercih edilmesi gibi ulaşım ve enerji değil mevzu bahis olan. Yaşama dair hemen hemen tüm faaliyetlerimiz, bu faaliyetlerde tercih ettiğimiz yöntemler karbon ayak izimizi artırıyor ya da düşürüyor. Ayak izimizin düşmesi iklim krizini bertaraf etme noktasında önemli olduğu gibi belgesellerde izlemeye doyamadığımız doğal değerlerimizin de korunmasını sağlıyor.

“Yapay zekâ bilinmezlikler içeriyor”

Yapay zeka, metaverse, gerçeklik uygulamaları ve genel olarak içinde olduğumuz teknolojik gelişmeler sürdürülebilirlik gündemini nasıl etkileyecek?

İnsana sebep olduğu sorunlara yine insanın bulduğu çözümler devri bizi günümüze kadar getirdi. Bununla birlikte neredeyse her şeyi yapmaya muktedir yapay zekâ ve robot teknolojilerinin ileride karar verme mekanizmalarında nasıl davranacağı konusu bilinmezlikler içeriyor. Zira insanlar kararlarında günümüze değin pek sürdürülebilirlik yönünde yer almadılar. Yapay zekâ ve benzeri gelişmeler için yeşil algoritmalar artık gündemimizde. Aynı zamanda insan merkezcil yapay zekâ girişimleri ile de hem insanlık hem de sürdürülebilirlik yönünde eğitilen ve öğrenmelerini yine bu yönde yapan yeni zekâları hedeflemeliyiz. Yoksa olası olarak bilinç kazanan yapay zekânın ne yönde karar vereceğini tahmin etmek çok kolay olmayacak.

Kültür-sanat alanında ‘sürdürülebilirlik’

Özellikle sinema alanında da ‘sürdürülebilirlik’ üzerine filmlerle ilgili haberler görüyorum hatta izliyorum. Mesela Reha Erdem’in yeni filmi Türkiye’nin ilk ekolojik sürdürülebilir yapımlarından, bu tam olarak ne demek?

Aslında tam olarak sinema, tiyatro, sergi vb. tüm kültür sanat faaliyetlerinin operasyonları esnasında daha yeşil opsiyonları ve eylemleri tercih ederek daha az ve hatta sıfır karbon bir operasyon sürecini tarif ediyor. Bunun yanında set ya da faaliyet esnasında emekçilerin çalışma saatleri, izinleri, maaşları ve genel olarak hak ve adaleti güden bir sistemin tesis edilmesi de çok önemli. Yani sadece elektriği güneşten üretmek değil, yeşil set. Bu konuda gerek AB’nin gerekse yetkin bazı kuruluşların belirlediği standart ve etiket sistemleri bulunuyor. Ülkemizde de temsil edilmesi bu konunun çok önemli. Yönetmen ve yapımcıların ve hatta set çalışanları ve oyuncuların bu konuda talepkar olması, özellikle de biz izleyicilerin bunu sektörden talep etmesi son derece önemli.

 

“En iyi proje Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı”

Son zamanlarda ‘sürdürülebilirlik’ üzerine yapılan en iyi proje nedir ve Türkiye bu mevzunun neresinde?

En iyi proje kesinlikle Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı. Kültür sanattan, turizme, enerjiye ve tüm sektörlere yönelik düzenlemeler getiren ve sadece Avrupa Birliği’ni değil üye devletleri, sınır teşkil eden devletleri ve AB ile ticaret yapan tüm devletleri bağlayıcı bir yapısı var. Umarım bu sistem Dünya’daki diğer devletleri kapsayan bir mahiyete hızlıca ulaşır.

“İlk sürdürülebilirlik uzmanlarından biri oldum”

Sen ‘sürdürülebilirlik’ üzerine ne gibi çalışmalar yapıyorsun?

Benim hikâyem biraz ilginç. Zira yola sürdürülebilirlik uzmanı olacağım diye çıkmadım. Zira o yıllarda yani 2000 ile 2010 yılları arasında dünyada yeni yeni başlamış, Türkiye’de ise henüz öyle bir meslek ya da iş tanımı yoktu. Uzman biyolog olarak kuş türleri başta olmak üzere biyolojik çeşitlilik, alan koruma ve planlama gibi konularda çalışıyordum. Akabinde doğal alanların ve canlı türlerinin aynı zamanda turizm için de kaynak değer olması, kendimin de eski bir dağcı olması ve genel olarak ekoturizme  ilginin artması sebebiyle, benim sürdürülebilirlik kariyerim sürdürülebilir turizm ile başlamış oldu. Ekoturizm dışında kitle turizminin doğal yapıya olan olumlu ve olumsuz etkileri ve turistlerin daha yeşil turizm uygulamalarını tercih etmeye başlaması ve turizm sektörünün bu konuya artan ilgisi, sektörel anlamda da sürece girmemi sağladı.  Yani hem çevresel hem de sektörel olarak sürdürülebilirlik çalışmaya ve bu konuda hizmet vermeye başladım. Başlangıçta küresel standartları, başarılı uygulamaları da çalıştıkları ülkelere getirmeyi hedefleyen Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü (UNDP) gibi çok uluslu örgütlerde, uluslararası sivil toplum örgütlerinde ve AB benzeri projelerde görev aldım. O dönemlerde iş tanımlarında yavaş yavaş sürdürülebilir turizm uzmanı aranıyor gibi ilanlar da yeni başlıyordu. Yani kabaca 2010 ila 2015 yılları arasında iş benim gibi uzmanları doğurdu, biz de işi doğurduk gibi oldu. Türkiye için konuşmak gerekirse ilk sürdürülebilirlik uzmanlarından biri oldum sanırım emin değilim ama belki de özellikle turizm alanında ilki olabilir. Aynı zamanlarda sektörlere ekolojik çözümler sunan bir şirketin kurucularından oldum. Ve böylece tarım, enerji ve benzeri diğer sektörlere de sürdürülebilirlik konusunda uzmanlık ve danışmanlık vermeye başladım. Günümüze geldiğimizde sivil toplum örgütleri, iş dünyası çatı örgütleri ve çok uluslu organizasyonların yanında özellikle son 10 yılda Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’nın da etkisiyle özel sektörün sürece girmesiyle, başlarda son derece az bilinen bir iş olan sürdürülebilirlik uzmanlığı aldı başını gitti. Zira hiçbir sektör yok ki atık üretmesin, su tüketmesin, doğal kaynak kullanmasın, enerji sarfiyatı olmasın.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi