Dünya Tiyatrosu Haliç

Bu haftanın yazı konusu, cehennem sıcaklarının sürdüğü son günlerdeki izlenimlerin değil. Yıllar boyu yaptığım gezilerden aklımda kalanlar. Onları anı çuvalına atmıştım, şimdi işe yaradılar.

Yoksa bu sıcaklarda, değil yokuşları tırmanmak, evin kapısından bile çıkmadım.

Bakalım anı çuvalında yer edinen ve tarihçi İlber Ortaylı’nın “1500 yıllık tarihin sıkıştığı bir dünya tiyatrosudur” dediği Haliç kıyılarında ne hayatlar, ne lezzetler varmış...

Balat’ın veya Fener’in sırtlarına çıkıp, etrafa bakacak olursanız şunları görürsünüz:

Daracık sokaklar, çoğu yıkılmak üzere olan 3-4 katlı cumbalı, kagir evler. Bu yaşlı ve yorgun binalarda hala yaşam sürmektedir. Yaşayanlar, evlerinin kırığını döküğünü, renkli badanalarla örtmeye çalışmışlardır.

Balkonlara gerilmiş iplerdeki yıpranmış, renkleri solmuş çamaşırlar, Haliç’ten esen rüzgarla uçuşup dururlar. Tüm bu manzaraya bakınca, Haliç’in yoksul bir semt olduğunu hemencecik anlarsınız. Bu semtte hiç kimse yoksulluğunu saklama gayreti içinde değildir zaten.

Haliç’in bugünü yoksuldur ama geçmişi hiç de öyle değildir. Tarihçi İlber Ortaylı’ya göre burası, “1500 yıllık tarihin sıkıştığı bir dünya tiyatrosudur.” Özellikle Fener, sadece İstanbul’un değil, bütün Akdeniz dünyasının en önemli ve anlamlı mahallelerinden birisidir.

genel-halic-foto.jpeg

ZENGİN YAŞAMLAR

Fener, Bizans döneminde limanın, kalabalık, gürültülü, eğlenceli, her türlü yasa dışı yaşamın sürdüğü bir semtti. Aynı zamanda da bütün dünyayla kurulan ilişkilerin düğüm noktasıydı. Venedikli, Cenevizli tüccarlar, uzak Asya’dan ve Avrupa’dan gelenler, resmi veya gayri resmi işlerini burada hallederlerdi.

Yoksul görüntülere bakarak burada bir zamanlar, elçilik konaklarının, Cenova ve Venedik tüccarlarının, Rum zenginlerinin oturduğu, bütün Akdeniz dünyasının renk ve zevkini yansıtan şık evlerin bulunduğunu hayal etmekte insan zorluk çeker. Ama gerçek böyledir. İlber Ortaylı semti şöyle anlatır:

“Fener, kabadayı kahvehaneleri, ünlü meyhaneleri, yedi iklim dört bucaktaki ülkelerin gelenekleri, dil kalıntılarıyla rengarenk bir semtti...”

FENER’İN İNSANLARI...

Bu yoksul semtin geçmişinde sadece görkemli konaklar yoktu. İnsanları da çok değerliydi. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm dış ilişkilerini, bu sokaklarda oturmuş olan Rumlar gerçekleştirmişti. Bu sokaklarda büyümüş olan Fenerli Rumlar, Osmanlı devlet yapısı içinde önemli görevler almışlardı. Bunlar için tarihe “Fenerliler” diye not düşülmüştü. Bu Fenerli beyler ve beyzadeler çok önemli yurtdışı görevleri üstlenmişlerdi.

İSTANBUL’UN ANAHTARI

Fenerlilere sağlanan bu ayrıcalığa, aldıkları eğitimin, birkaç dil bilmelerinin yanı sıra bir kalleşliğin de neden olduğu öne sürülüyordu. Bir söylentiye göre bu semtte oturan soylular, bir altın tepsi içinde kentin anahtarını gizlice Fatih’e sunmuşlar ve bağlılık yemini etmişlerdi. Yani Bizans’ı arkadan hançerlemişlerdi.

Fener’in renkli badanalarla, kırığı döküğü saklanmaya çalışılmış yoksul evlerinin geçmişini, 1854 yılında İstanbul’a gelen gezgin Theophile Gautier şöyle anlatır:

“Taş evler güzel mimari üslubundadır. Bu evlerin çoğunda, merdiven biçiminde kesilmiş konsollara ya da kıvrıntılı dirseklere dayalı güzel balkonlar vardır. Daha eski olan başka evler yarı kale, yarı sivil yapı olan küçük ortaçağ konaklarını hatırlatır...”

PIERRE LOTI ANLATIYOR

Pierre Loti ise “Aziyade” adlı romanında Fener’i yere göğe sığdıramaz:

“Rumların Noel yortusuydu. Tüm Fener bir festival yeriydi sanki. Her boyda ve renkte lambalar ve kağıttan değirmenler taşıyan çocuklar kapıları çalıyor, davul sesleri serenatlara karışıyordu. Bizans zamanından kalma eski kapılar açıldığında Paris elbiseleri giymiş genç kızlar beliriyor ve müzisyenlere bakır paralar atıyorlardı...”

SOYLU RUM AİLELERİNİN KIZLARI

Söz kadınlardan açılmışken Fener’de yaşayan kadınları araştırmacı rahmetli Jak Deleon şöyle tanımlamıştır:

“Fener’de oturan soylu Rum ailelerinin kızları, şıklıkları ve kibarlıklarıyla nam salmıştır. Tümü de kültürlüdür. Bunların arasında Lord Byron’ın şiirlerini İngilizceden Rumcaya çevirenler bulunmaktadır...”

İSTANBUL’UN ÜNLÜ MEYHANELERİ

Fener, insanları, konakları kadar eğlence dünyasıyla da ünlüydü. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul’un en önemli gedikli meyhanelerinin burada olduğunu belirtmiş, bugüne hiçbir izleri kalmayan bu eğlence yuvalarını şöyle sıralamıştır:

Sukiyas, Gümüş Halkalı, Kamburoğlu, Tanaşaki, Sakızlı ve Kafesli.

Ayrıca 18. Yüzyıl İstanbul’unun en büyük ve en meşhur gazinosu da Fener sahilindeydi. Üsküdarlı Aşık Razi bu gazino için şu mısraları yazmıştı:

“İskele başındaki gazinonun/ Methini duydum da gittim Fener’e/ Selsebil olmuş ülfet muhabbet/ Çıkamaz içine giren bir kere”

resat-ekrem-kocu.jpg

ÇAPKIN BEYLER

Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nde bu gazinoyu şöyle anlatmıştır:

“İstanbul’un hovarda meşrep, çapkın beyleri Kağıthane alemleri için burada toplanıp buluşurlar, kafayı çektikten sonra Fener iskelesinden kayık ve sandallara binip Kağıthane’ye giderlerdi. İstanbul’un en namlı hanende ve sazendeleri buraya gelip çalar, okurlardı. Şöhreti şehrin her tarafına yayılmış bir gazino idi...”

BIÇKIN KAYIKÇILAR

Fener’in meyhaneleri, gazinosu kadar bıçkın kayıkçıları da ünlüydü. O dönemde Haliç’te vapur seferleri yapılmadığı için, iki yaka arasındaki ulaşım kayıklarla sağlanıyordu.

Kayıtlara göre o dönemde Fener iskelesine bağlı 78 kayık ve 78 kayıkçı neferi vardı. Bunların 36 tanesi Müslüman 42’si ise gayrimüslim idi.

Üsküdarlı halk şairi Aşık Razi, 1880’de yazdığı bir şiirde, bu kayıkçıları şöyle anlatmıştı:

“Gayet ile süslüdür Fener’in kayıkları / Sarhoşlara mahsustur taşımaz ayıkları / Fener’in kayıkçısı pedimu ya palikar / Pekçe vursa topuğunu iskelesini yıkar...”

bickin-kayikcilar.jpg

ŞÖHRET VE NEŞE SÖNMEYE BAŞLAR

Semtin şöhreti ve neşesi, 18. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yavaş yavaş sönmeye başladı. Önce zengin Rum aileleri Yeniköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Tarabya ve Adalar’da yaptırdıkları köşk ve konaklara göç ettiler. 1940 yılından sonra da geride kalan Rumlar çekip gitti. Onlardan boşalan yerlere, Anadolu’dan İstanbul’a göç edenler yerleşti.

Fener bundan sonra sosyal açıdan önemli değişimlere uğradı. Giderek yoksullaştı, süslerini, eğlencesini teker teker yitirdi. Şimdilerde evler onarılıp eski görkemli görüntülerine kavuşturulmaya çalışılıyor.

LEZZETLİ HALİÇ

Yakın geçmişe kadar gözlerden uzak kalan Haliç kıyıları, giderek şenlenip eski eğlenceli günlerini hatırlatan görüntülerle süsleniyor. Birbirinden lezzetli balık lokantaları, meyhaneler, küçük kahveler, lokantalar, pastaneler yavaş yavaş Haliç’e lezzet katmaya başlıyor.

Özellikle bir zamanlar mezbahaların yer aldığı kötü kokulu Sütlüce, İstanbulluların en rağbet ettiği lezzetli semtlerin başında yer alıyor.

Sakatat severler, Haliç kıyısında sıralanmış lokantalarda, başta uykuluk olmak üzere, kokoreç, bumbar dolması, koç yumurtası, böbrek yiyebilmek için akın akın Sütlüce’ye geliyorlar. Özellikle hafta sonları bu lokantalarda yer bulunmuyor.

lezzetli-halic.jpg

Alibeyköy, Eyüp semtlerinde de yeni açılan lokantalar dikkat çekiyor.

Bence tulumba tatlısının en lezzetlisi bu semtlerdeki küçük imalathanelerde yapılıyor. Sokaklar, İstanbul’un birçok yerinden buraya bu muhteşem tatlıyı yemeye gelenlerle dolup taşıyor.

Balat-Fener sınırında yer alan “Balat Meze” ise insana parmaklarını yedirecek mezeler sunuyor.

Sözün özüne gelirsek, Haliç eski lezzetli günlerine doğru adım adım ilerliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Yaşin Arşivi