Haluk Levent
YOLSUZLUK KÜLTÜRÜ
Sayın Kılıçdaroğlu tarafından salı akşamı yayınlanan video iktidar nezdinde epeyce ciddiye alınarak yaygın, kuvvetli ve sert bir karşı çıkışla karşılandı. Sayın Erdoğan herhangi bir açık tepki vermedi ancak partinin ağır topları ve çok sayıda yorumcu gece boyunca iktidara yakın kanallarda konuştular. Sayın Erdoğan ise konuşmak için muhtemelen uygun bir vesile bekliyor; bulduğunda sert bir karşılık vereceği de anlaşılıyor. İktidarın tavrı normal ama altılı masa muhalefetinin tepkileri bana ilginç geldi. CHP dışındaki partilerin liderleri sessiz kaldılar. Gelecek Partisi’nin iki genel başkan yardımcısı ise yolsuzluk bağlamında konuyu ele aldılar. CHP’ye yakın duran bazı yorumcular ise hayal kırıklıklarını, açıklamalarda yeni bir şey olmadığı ve tanıtımdaki iddiaların ispatlanamadığı gibi görüşlerle ifade ettiler.
Ben ise tersine önemli bir adım olarak gördüğümü en baştan söylemeliyim. Her şeyden önce Sayın Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilenleri tarihsel süreklilik ve güncel bağlam içerisinde değerlendirmek gerekir. Doksanlı yılların sonunda yaşadığımız Egebank olayını hatırlamakta fayda var. Türk siyasetinde 45 yıl kadar, darbe dönemleri dışında kesintisiz olarak faaliyet göstermiş rahmetli Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Murat Demirel 30 yaşındayken Egebank’ın sahibi olmuştu. Kısa zamanda bankanın içini boşaltarak, dövize çevirdiği paraları yurt dışına çıkaran yeğen Demirel yakalanınca kısa bir süreliğine hapse giriş çıkış yapmış ve bazı davaları zaman aşımından düştükten sonra 2020 yılında yeniden görülen davadan 20 yıl civarında ceza almıştı. Fakat kendisinin halen hayatta olup olmadığı, hayatta ise nerede olduğu güçlü devletimiz tarafından bilinmemekte. Arada, 2010 yılında TMSF’nin Murat Bey’in Cayman Adaları’ndaki zulasını patlattığı ve 24 milyon doları geri getireceğine dair bir habere de rastladığımı belirtmeliyim.
Çok sayıda benzer örnek gördüğümüz için “Türkiye’de sağ iktidarların yolsuzluk ile sıkı bağları olduğu” tespitini yapabiliriz. Örneğin, Murat Bey tarafından ismi alınan aile büyüğü Yahya Bey “hayali ihracat” zengini olarak tanınmıştı. Sayın Süleyman Demirel ise cumhurbaşkanlığı görevine başlarken ortaya çıkarılan bir yolsuzluk ile ilgili olarak, devlet adamı vakurluğu ile “Verdimse ben verdim” diyerek Çankaya’nın yolunu tutmuştu.
Kılıçdaroğlu tarafından açıklanan belgeler, bazı gazetecilerin açığa çıkarıp dikkat çektikleri Kızılay’ın Sayın Kınık’ın başkanlığı başladıktan sonra ortaya çıkan performansı ve Yargıtay tarafından gerçekliği tescillenen Man Adası belgeleri birlikte değerlendirilmek durumunda. Anlaşıldığı kadarıyla, AKP iktidara yerleştikten sonra iktisadi terimlerle ifade edecek olursak, yolsuzluk piyasasına bir düzen ve kurumsallaşma getirmiş. Eski düzenin verimsizlik yaratan belirsizlikleri ortadan kaldırılmış. Örneğin eskiden bir aracı gelip ben falanca işi hallederim dediğinde, gerçekten bu işteki ehliyetinden, istediği payın uygunluğundan falan emin olmak mümkün değildi.
Yeni düzende ise başvuru mahalli, fiyat ve ehliyet konusunda herhangi bir kuşkuya yer yok. Modern vakıf sistemi, bir yandan taraflar arasındaki anlaşmanın kurumsal güvencesini oluştururken, diğer yandan şartlı bağışlar yoluyla kişiden vakfa, vakıftan vakıfa ve son vakıftan yurt dışındaki kişi ve vakıflara kurulan zincirlerle paranın yolculuğu meraklı ama gereksiz gözlerin görüş alanından birazcık kaçırılmış. Kısacası, kayıt dışı rüşvet ve yolsuzluk piyasası kurumsallaştırılmış, kayıt altına alınmış (ama vergisiz) ve nihayetinde dışa açılmış. Bütün bu kapsamlı düzenin ortasına ise Kızılay bir “network hub”ı olarak yerleşmiş. Güzel!
İlginç olan bir diğer nokta ise Türkiye’de sağ partiler ile özdeşleşmiş rüşvet ve yolsuzluğa rağmen sağ seçmen kitlesinin meşhur 60/40 oranını kaybetmesi bir yana 65’e doğru çıkma ihtimalinin daha yüksek görünmesi. Bunu, basitçe “rıza ve sopa”, “milli güvenlik” vb. gibi olgularla açıklamak mümkün mü? Yoksa, toplumu saran bir yolsuzluk kültürü mü var? Esasında bu konuyu Tayfun Hoca’ya ortalamak belki daha uygun ama, benim yanıtım evet olur. Bu konuda çok sayıda argümanım var ve fırsat olursa gelecek yazılarda ele alacağım.
Bu koşullar altında, masanın bir tarafındaki sessizlik insanı rahatsız ediyor doğrusu. Kılıçdaroğlu tarafından ortaya serilen ve buzdağının görünen kısmının bir bölümüne ilişkin belgelere kayıtsız kalınamaz. “Bu düzeni değiştireceğiz, işsizliği ve yoksulluğu şöyle böyle yapacağız” gibi çıkışlarla yetinmek mümkün mü? Çok sayıda sorunun asli nedenlerinden biri olarak kurumsallaşmış yolsuzluk ve rüşvet ile bu yapıdan neşet eden bir yarı meşruiyet kuşağı tarafından sarmalanmış suç ekonomisi ile nasıl mücadele edilecek?
Seçmeninin ürkütülmemesi, vakıf kutsiyeti gibi bahanelerle bu işten kaçılırsa eski hamamda yeni kurnaya kavuşmuş oluruz. Öte yandan, “sadece 60 milyon dolarla kaçış mı olurmuş” darlığı ile meseleyi ele alıp artık sürdürülemez duruma gelmiş yolsuz düzeni görmemek, yolsuz düzenin temel aktörlerini ilgilendiren ve çok sayıda opsiyonu bir arada içeren uzun vadeli stratejik adımlarını açığa çıkarma girişimini küçümsemek ise en hafifinden safdillik olur.