Haldun Solmaztürk
Ya hepsi doğruysa.?
Türkiye tüm kurumlarıyla örnek bir hukuk (!) devleti olmanın haklı gururunu yaşıyor ama bugünlere gelen süreçte bazı yol kazaları, kafa karıştıran yanlış anlaşılmalar da olmadı değil.
Örneğin, yedi yıl önce bugünlerde, Soma’da yüzlerce madenci hayatını kaybettiğinde, ilçeye giden Başbakan protesto edilmişti. Polislerin arasındaki—ayağı kayıp (!) yere düşen—madenciye tekme atan başbakanlık ‘müşavirinin’ yüzündeki, fotoğraflara yansıyan o ifade hatırlardadır.
Ortam gergin ya, müşavir de gerilmiş; yazık, tekme atarken bacağı da zedelenmiş, rapor almıştı.
O arada bir kargaşa çıkıyor. Başbakan da tam ortasında kalıyor; birini tokatladığı, hatta hakaret ettiği iddiaları medyaya yansıyor. Allahtan, Türkiye’nin Tel Aviv büyükelçiliği, İsrail’in—ve İsrailoğullarının—adının geçtiği o ifadenin doğru olmadığını açıklayınca yanlış anlaşılma giderilmiş oldu. Koskoca büyükelçi, devlet adına yalan söyleyecek değil ya.!
Ağzı burnu dağılmış bir vatandaş, belli ki kafası karışmış, “Başbakan bana istem dışı tokat attı” dediyse de sonra düzeltti, “Sayın Başbakanımızın aslında beni korumalardan korumak için uzandığını fark etmedim” dedi. Tokadı atanın Başbakan değil de koruması olduğunu kendisine ‘bir’ görüntü izletilince fark etmiş, olayı çözünce de çok üzülmüş. Yanlış anladığı için…
Sonra bir yanlış anlaşılma daha oldu ki az kalsın yakın dostumuz Trump’la aramızı bozacaktı.
Tam dört yıl önce, 16 Mayıs 2017’de Vaşington’da.
Cumhurbaşkanlığı korumaları, güya aniden içlerinde arabası içinde bir bebeğin de olduğu HDP sempatizanı bir grup göstericiye saldırıp darp etmişler, yere düşenleri tekmelemişler. Amerikan polisi korumaları ancak coplayarak durdurabilmişti. Bütün bunlar gündüz, naklen canlı yayında yaşanınca yalnız ABD değil, dünya ayağa kalktı. Ama korumaların Cumhurbaşkanı’nın tehlikede (!) olduğunu düşünerek böyle davrandıkları, yanlış anlaşılma olduğu anlaşılınca olay kapatıldı.
Ama bizim cumhurbaşkanlığı korumaları kadar bahtsız korumalar dünyada yok…
Vaşington’daki olaydan iki sene sonra, 2019’da, bu sefer İstanbul’da benzer bir olay yaşandı. Korumalar, bir avukatı “Direncini kıracak ölçüde bedeni güç kullanarak” etkisiz (!) hale getirdiler, sonra da polise teslim ettiler. Gözaltına alınan, kafa travması geçiren ‘vatandaş’ Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi, ev hapsi kararı ile serbest bırakıldı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı o zamanlar henüz hidayete ermediği için “Ona bunu yapanlar polisliğin yüz karası 3-5 kabadayı” demişti ama polisin bir suçu yoktu; aslında korumaların da… İstanbul Valisi şahsın kafasını ‘aracın sert yerlerine vurarak’ kendi kendisini yaraladığını açıkladı da gerçek anlaşıldı. Yani o da tamamen yanlış anlama…
Ama yine de bazı münafıklar Meclis’te “Cumhurbaşkanlığı korumaları dışında işkence ve darpta yer alan kamu görevlisi bulunmakta mıdır?” yollu sorular sordularsa da üzerinde durulmadı.
Kimse, hiç birimiz durmadık. Çünkü sonradan hepsinin, külliyen yanlış anlaşıldığı anlaşıldı.
Geçtiğimiz günlerde, tam da Soma’nın yıldönümünde, mafya mı yoksa onun ‘bozuntusu’ mu olduklarına ilişkin tartışmaların devam ettiği muhitten arkası arkasına açıklamalar gelmeye başladı. Vatandaş—tam kapanmada ya—siyah takımlı silahlı maganda tv dizisi gibi izliyor.
Bunun üzerine, bir eski içişleri bakanı, rica (!) üzerine yöneticisi olduğu marina için “Bizi uzaklaştırınca mafya çökecek. Mafya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır” demesin mi.!
Hani daha ifadeleri bile alınmamış emekli amiralleri, canlı yayınlarda yargılayıp mahkum eden bir bakan vardı ya, o çok alınmış; “Türkiye, mafyanın marinaya çökmesine fırsat vermez” diyor.
Yani, yine bir yanlış anlaşılma var demeye getiriyor-gibi sanki…!
Bakan Bey’e sorarsanız, o görüntülü mesajları gönderen kişi “Devlet millet gibi kavramların ardına sığınıp, yıllarca tehdit ve şantajla pek çok insanın canını acıtmış”, ama “Mafyaya hayat hakkı tanımamışlar”. İyi de ne yaptınız, koruma bile verdiğiniz kuş kaçmış, onu anlatmıyor.
Muhalefet zaten yanlış anlamaya teşne ya, bakan beyin üzerine gidiyorlar. Ama arkadaşları—ve lideri—yanında duruyorlar. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, “Muhalefetin bu hezeyanlardan medet umarak iftira ve tezviratta bulunması ne hazin durum. Umarım hicap duyarlar” diyor. Devlet-partisi sözcüsü “Suç örgütü üyelerini siyaset yapmanın referansı kabul edenleri kınıyoruz" diyor. Bu siyaset tarzı, ‘utanılması gereken’ bir siyaset tarzıymış…
Utanmak ve hicap eş anlamlı…
Ama en büyük destek, kendi kendilerine ‘siyasi parti’ yakıştırması yapan birilerinin dava (!) arkadaşından geliyor. Hani şu “Devleti soyan hırsızları soyup onu da herkesle paylaşan” Robin Hood (!) var ya, o.! Bozuk Türkçesiyle “Türkiye’nin bekası söz konusu olduğu bu dönemde görevini ifa edenlere söz söylememesi gerekir” diye aleme akıl, muhalefete ayar veriyor.
Ama, muhalefeti ‘suç örgütü üyelerini’ siyaset yapmanın referansı kabul etmekle suçlayan, bunu ‘utanılması gereken’ bir siyaset tarzı olarak görenler bu destekten utanıp, hiç hicap duymuyorlar.
Bu arada tarafsız ve bağımsız yargımız öyle seyrediyor. HSK Başkanı da muhterem bakan da.
Hayırlı seyirler olsun.!
O cenahtan bir siyasetçi “[Bu söylenenlerin] Binde biri bile doğruysa felakettir” diyor ki haklıdır.
Pekiyi ya hepsi doğruysa.!
Ya hiç bir yanlış anlama yoksa.!
Ya sistem tümüyle yozlaşmış, kokuşmuşsa.?