Haldun Solmaztürk
Topal Osman sendromu
Devleti ‘devlet’ yapan, sınırları içinde fiziki şiddete başvurma tekelidir.
Devlet bile şiddeti gelişigüzel değil, gerektiğinde, yetkilendirdiği görevlilerce, yetkili makamlarca verilen kararlara dayalı olarak, devletin kanunları çerçevesinde uygular.
Birileri, devletten yetkisiz, görevsiz, kanunsuz olarak şiddete başvuruyor ama hoşgörü görüyorsa, şiddet tekeli—ve devlet—yok demektir.
Böyle koşullar devletlerin yıkılışı, kuruluşu gibi geçiş dönemlerinde, ara rejimlerde ortaya çıkar, ama sonrasında öncelikle düzeltilir—düzeltilmesi gerekir. Savaşta bile şiddet tekeli devletindir.
Tek istisna, merkezi bir otoritenin olmadığı uluslararası ortamdır. Uluslararası hukukun yetersiz kaldığı ve ilgili devlet(ler)in iç hukuk yollarının tüketildiği veya sonuçsuz kalacağının anlaşıldığı durumlarda, yine devletin ‘şiddet tekeli’ çerçevesinde kendine-özgü tedbirler alınabilir.
Topal Osman Giresunlu; mezarı da orada Giresun Kalesi’nde. Valilik internet sitesinde “Milli Mücadele kahramanı Yarbay Topal Osman Ağa” olarak geçiyor. “Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’in ölümünden sorumlu tutulmuş, 2 Nisan 1923’de çıkan bir çatışmada hayatını kaybetmiş”.
Topal Osman’ın hayatı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, mütareke dönemi, kongreler, iç isyanlar ve nihayet Milli Mücadeleyi kapsayan, bir seri tartışmalı olaylar dizisi..
Bu yazının sınırları içinde onlara girmeyeceğim, ancak iki şey söylemek mümkün. Yaptıklarının çoğu tartışmalı da olsa—sonuçları itibariyle—Milli Mücadeleye ‘olumlu’ katkısı olan eylemler ve Mustafa Kemal Paşa’ya kişisel bağlılığı ve sadakati tartışılmaz. Ama hepsi bu kadar değil.!
Nisan 1923 Lozan’da müzakerelerin kesildiği dönem.. Mecliste şiddetli tartışmalar ve Mustafa Kemal’e yönelik ciddi bir muhalefet var. Özellikle Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması, hilafetin de kaldırılacağı, Cumhuriyet kurulacağı söylentileri tutucu muhalefeti şiddetlendiriyor.
Eski bir deniz subayı olan Ali Şükrü Bey, ‘İkinci Grup’ lideri olarak Meclis’te—ve çıkardığı Tan gazetesiyle—Atatürk’e ve hükümete en sert, hatta saldırgan şekilde muhalefet ediyor.
Ali Şükrü Bey’in böyle bir ortamda birdenbire ortadan kaybolması kaygı uyandırıyor, Meclis kaynıyor. Cenazesi üç gün sonra Ankara dışındaki tarlalarda bir çoban tarafından bulununca kaygı, Atatürk’e yönelik büyük bir öfkeye dönüşüyor.
Topal Osman ve adamları o sıralarda Atatürk’ün muhafız birliği gibi görev yapıyorlar. Tanıklar ve deliller Topal Osman’ı işaret edince, hakkında ‘yakalama ve idam’ kararı çıkıyor. Topal Osman, Binbaşı İsmail Hakkı (Tekçe) komutasındaki ordu birliğiyle çatışmada öldürülüyor.
Bu olay yeni ‘devletin’ en kritik bir anıdır. Atatürk, Topal Osman’ı koruma (!) çabası içinde olmamıştır. Olsa bile başarabilir miydi, sanmıyorum. Nutuk’ta—sadece dört yıl sonra—o dönemi ayrıntılı olarak anlatırken Topal Osman olayına hiç değinmemesi dikkat çekicidir.
Topal Osman’ın, Atatürk’e bağlılığı ve onu koruma endişesiyle Ali Şükrü Bey’i öldürttüğü üzerine genel bir mutabakat var. Ayrıntılar ne yazık ki bugün de tartışılıyor. Ali Şükrü Bey’i öldürenin Binbaşı İsmail Hakkı olduğunu iddia edenler olduğu gibi, bu olayı Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldırmak için kullananlar da var—hala, bugün de.!
Afrika’da yaşayan bir cins ağaçkakan (Oxpecker) zürafanın sırtındaki keneleri yiyerek yaşar. Onu kenelerden kurtarır, ama kendisi de hem kenelerle beslenir, hem de kan emer.
Doğadaki bu tür birlikteliklere ‘simbiotik’ ilişki, birlikte yaşam denir.!
Devletlerde de, devlet adına ‘meşru’ şiddet kullanma tekelini elinde bulunduranla, şiddet kullanan diğer aktörler arasında böyle bir ilişki olduğunda, devlet devlet olmaktan çıkar.
Bu tür ilişkileri, Oxpecker-zürafa ilişkisinde olduğu gibi, devletle diğeri (!) arasında karşılıklı yarara dayanıyor, hatta salt devlet-yararına gibi göstermeye çalışanlar olabilir—vardır. “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de…” lafında olduğu gibi.! Ancak tarihi örnekler de, Türkiye’de yaşananlar da kazın ayağının öyle olmadığını göstermiştir.
Devleti temsil edenlerin, devlet-dışı şiddet odaklarıyla simbiyotik yaşamı devletin kurumlarını, kurallarını ve devlet olma kültürünü yok eder.
Yüz yıl önce bugünlerde, devlet var olma savaşı verirken, belki bazı şeyler anlaşılabilir. Ama bugün de benzer durumları benimseyen, benimsemese bile hoş gören, hatta yücelten bir kültür var. Ben buna ‘Topal Osman sendromu’ diyorum.
‘İsmail Hakkı sendromu’ da diyebilirsiniz.!
Bu kültürün, yönetenler içindeki temsili oranında ülke yönetimlerine bu anlayış hakim oluyor. İçişleri bakanına “Beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, eleştirirlerse eleştirsinler … [polis] suçu bana atsın. [Cezası] neyse, beş yıl, on yıl, yirmi yıl içeride yatmaksa yatarız” dedirten bu.!
Devlet adına, devlet için, kendini feda (!) ederken aslında devleti yok ediyor.
Bir siyasi parti liderini, devlete kafa tutan—şiddet tekeline ortak olan—bir örgüt lideriyle birlikte fotoğraf çektirtecek kadar simbiyotik ilişkiye girdiren de aynı kültürdür.
Bu hastalıklı kültürün devlet yönetimindeki gücünü—hakimiyetini—bertaraf etmenin, Ali Şükrü Bey’e de, Topal Osman’a da, Binbaşı İsmail Hakkı’ya da ‘hukuk devleti’ gözüyle bakabilmenin yolunu bulmak zorundayız.
Hiç olmazsa yüz yıl sonra..!