Pelin Batu
Tarihin ilk seri katillerinden biri (mi?): Elizabeth Bathory
Cadılar Bayramı şerefine bu hafta sizlere tarihin en kanlı ve şanlı katillerinden, Barok Çağı aristokrasisinin en bednamlı karakterlerinden Elizabeth Bathory’yi yazmaya karar verdim. Ki bendeniz yıllar önce onun rolüne bürünüp fotoğraf çektirmek için günlerce pespembe gezinmiştim. Zira onun yaptığı gibi kan dolu bir küvette poz vermiştim, tabii kan değil vişne suyuna girdiğim için pancar gibi kızarmış, keselensem bile vişne alından kurtulamamıştım.
Elizabeth, günümüzde Slovakya’da bulunan ama zamanında Macaristan İmparatorluğu’nda bulunan ünlü aristokrat ailelerinden biri olan Bathory Ailesi’ne bir kontes olarak 7 Ağustos 1560 yılında dünyaya geldi. Bathory Hanedanlığı Ortaçağ sonuna doğru Macaristan İmparatorluğunda önemli askeri, siyasi ve dini postlara sahip, Transilvanya’dan Polonya ve Litvanya’ya prensler ve krallar vermiş bir aileydi. Aileye ismini veren “Bator” kelimesi de Macaristan’da bulunan bir bölgedir ve Moğolca ve Türkçede “Büyük Kahraman” anlamından türemiş, buralı toprak ağalarına 1279’da bağış edilmiştir.
NÜFUZLU AİLE
Çocukluğu “muazzam” anlamına gelen Ecsed Sarayı’nda geçen Elizabeth’in ailesi bölgedeki en nüfuzlu aileydi. Babası VI. Baron George’un kardeşi Transilvanya voyvodasıydı. Annesi Barones Anna Bathory’nin kardeşi Stephen Bathory ise önce Transilvanya Prensi sonra Polonya Kralı ve Litvanya Grandükü olarak hüküm sürmüştü.
Dolayısıyla böyle bir ailenin içine doğunca çok iyi bir eğitim aldı ve pek çok talibi oldu.
DÖRT DİL BİLEN VAMPİRİK ÇOCUK
Çocukluğundan itibaren kilisenin dili olan Latinceyi ve Yunancayı öğrendi, ayrıca Macarca ve Almanca konuşuyordu. Fakat hastalıklı bir çocuktu. Bugün tarihçiler onun büyük bir ihtimalle epilepsi hastası olduğunu, bu yüzden de zamanında epileptik krizlerini engellemek ya da krizlerin şiddetini azaltmak için hasta olmayan insanların kanını dudaklarına sürerek onu iyileştirdiklerine inandıkları düşünülüyor. Daha sonraki yıllarda onun vampirik hallerine açıklık getirmek için bu alışkanlığının ona ilham vermiş olabileceği söyleniyor.
YARISI DOĞRUYSA …
Elizabeth Bathory ile ilgili yazılıp çizilenler o kadar karanlık ve korkunç ki şayet söylenenlerin yarısı bile doğruysa Marquis de Sade yanında masum kalıyor. Ama tabii 16. yüzyıldaki belgeler ve görgü tanıklıkları ne kadar güvenilir, o tartışılır- konu çok önemli ailenin üyesi olan bir baronese dair olunca, Elizabeth devletliler tarafından korunuyor, halk tarafından da canavarlaştırılıyor- hangi taraf üzerini örtmüş ya da abartmış, tam olarak bilinmiyor.
HİÇ BİLEMEYECEĞİZ
İşte o yüzden 13 yaşındayken köylü bir çocuktan hamile kalıp doğurduğu çocuğu Bathory Ailesi’nin güvendiği bir kadına teslim etmiş olup olmadığını hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz. Bildiğimiz, 13 yaşındayken yani 1573 yılında Kont Ferenc Nadasdy ile günümüzde Slovakya’da bulunan Varanno Sarayı’nda evlendirilmiş olması.
Bu siyasi evlilikle beraber hem Transilvanya hem de Macaristan İmparatorluğu’nda çok sayıda toprağın himayelerine geçtiğini de eklememiz lazım. Evlilik hediyesi olarak Ferenc, Elizabeth’e daha sonraları başka bir deli patron olan, çağının en tuhaf liderlerinden Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf’tan aldıkları Csejte Sarayı’nı armağan ediyor ve Elizabeth, sık sık sefere ya da seyahate giden kocasının eksikliğinde bölgedeki tek lider olarak hükmediyor.
Mesela kocası 1578 yılında Osmanlı ordularıyla savaşmak için sarayından ayrıldığında Elizabeth Osmanlıların yağmaladığı topraklarda halkına manevi ve tıbbi hizmet sağlayıp kocasının eksikliğini unutturmak için çaba sarf ediyor. Elizabeth ile Ferenc 29 yıllık evlilikleri boyunca kimi kaynaklara göre dört, kimilerine göre altı çocuk yapıyor. Ferenc 1604 yılında vefat ettikten sonra Elizabeth’le ilgili dedikodular ve şikayetler yayılmaya başlıyor.
CİNAYETLER VE KAN BANYOSU BAŞLIYOR
Bu söylentilere göre Elizabeth 1590-1610 yılları arasında önce şatosunda çalışmak için işe alınan yaşları 10 ila 14 arasındaki kız çocuklarını sonra da bölgesindeki aristokratların saray adabı öğrensin diye şatosuna gönderdikleri kızlarını tek tek öldürmeye başlıyor.
Bazen de civarda yaşayan kızlar kaçırılıp şatoda öldürülüyorlar.
Kimi kayıtlara göre yüzlerce genç kadın işkence görerek, kanları çekilerek daha sonraları “Kontes Drakula” olarak hatırlanacak olan Elizabeth tarafından katlediliyor çünkü o genç kız ya da bakire kanıyla banyo yaparsa genç kalacağına inanıyor. (İşbu kan banyosu mitiyse hiçbir kaynağa dayanmaksızın 1729 yılında yayımlanan Bathory davasını ilk kez işleyen “Tragica Historia” adlı eserde ortaya atılmış).
GÖRGÜ TANIKLARI VAR
Görgü tanıklarına göre çoğu kız Elizabeth ve şürekası tarafından hapsedilip işkence görmüş, ağır yaralanmış ya da sakat bırakılmış, ölenlerinse şatonun civarına gömülmüş olduğu söyleniyor.
İki saray çalışanı tanık Elizabeth’i bizzat işkence yaparken gördüğünü söylemiş ki şayet söylenenler doğruysa Elizabeth Bathory tam bir sadistmiş.
İddianamedeki tanık raporlarına göre, Elizabeth kimi kurbanı balla kaplayıp üzerlerine karınca bıraktığı, onları kızgın maşalarla yakıp sonra buz gibi suya yerleştirdiği, memelerini, yüzlerini ve uzuvlarını kestiği ya da ısırdığı, dudaklarına iğneler batırdığı belirtilmiş.
650 KADININ ÖLÜM KAYDI
Susannah adlı bir hizmetçi “Szilvassy” adındaki bir saray çalışanının defterinde 650 tane kadının ölüm kaydı bulunduğunu söylüyor.
Tüm bu faili meçhul kadınlarla ilgili şikayetler ayyuka çıkınca 1602-1604 arasında Elizabeth gibi Luteran bir rahip olan Istvn Magyari Vienna’da mahkemeye başvurup Elizabeth’e karşı dava açıyor. Bunun üzerine zamanın Kutsal Roma İmparatoru olan II. Matthias, Gyorgy Thurzo isimli bir palatin ya da dükü görevlendirip olup bitenle ilgili belge toplamasını istiyor.
ŞATOYA BASKIN
1611 yılına gelindiğinde 300’e yakın görgü tanığının anlattıklarına göre Elizabeth kızlara bizzat işkence etmiş, iğneler vasıtasıyla kanlarını çekmiştir. Böylelikle 1612 yılında Thurzo Elizabeth’in şatosunu basıp onu ve suç ortağı dört hizmetkarını tutuklayıp topraklarına ve mal varlığına el koyuyor.
Şatoda bir tane kadın cesedi ve bir tane “öldürülmeyi bekleyen” genç kadın bulunduğu kayıtlara düşülüyor.
Tabii o sırada Transilvanya hükümdarı olan akrabaları, aile isimlerine gölge düşüren bu skandalı örtbas etmek istiyorlar ama nafile- dönemin en büyük haberi Avrupa’nın dört bir tarafına çoğu kez abartılmış şekilde yayılıyor. Bu yüzden de Elizabeth’i bir rahibe manastırına göndermek mümkün olmuyor.
Sonunda mahkeme onu müebbet ev hapsine, daha doğrusu saray hapsine mahkum ediyor. Kimi kaynaklara göre Elizabeth Bathory, Csejte Sarayı’ndaki bir odaya hapsediliyor, kimilerine göreyse kendi sarayında rahatça geziniyor. Şayet bu kadar mavi kanlı bir aristokrat olmasaydı idam edilmiş olurdu ama onun gibi önemli bir aileye mensup olunca hayatının sonuna kadar bu sarayda ikamet ediyor ve 54 yaşında uykusunda ölüyor.
YARDIMCILARINA İNFAZ
Tabii Elizabeth’in yardımcıları o kadar şanslı olmuyor.
Büyük bir ihtimalle işkence altında ifade alındıktan sonra iki yardımcısının parmakları tek tek kopartılıp canlı bir şekilde yakılıyorlar. Bir diğeri yaşı çok genç olduğu için daha ucuz kurtarıyor- sadece kafası kesiliyor ve cesedi yakılıyor. Sonuncu bir uşağı kaçmayı başarıyor ama yakalanınca canlı halde yakılıyor.
YOKSA İFTİRA MI?
Yıllar içinde kimi tarihçi ve yazar belki de dul Elizabeth Bathory’nin arsalarına ve sarayına göz dikmiş insanlar tarafından karalandığını, kocası öldükten sonra bu devasa arsalara ve gayrimenkule göz diktikleri için onu yaftaladıklarını, borç para verdiği insanların o tutuklandıktan sonra borçların silindiğini ya da Protestan olduğu için Katolik olan Kutsal Roma hükümdarı tarafından kötülendiğini iddia etmiştir.
Mahkemelerde onun ve hizmetkarlarının aleyhinde konuşanların korkutularak ya da para yedirilerek konuşturulduğu da eklemişlerdir.
KİLİSENİN TAVRI
Şu bir gerçek ki Csejte Kilisesi bile onun naaşını almayı reddetmiş, Ecsed’de bulunan aile kabristanına saklanmış olan Elizabeth yüz yıllar sonra sadist bir anti-kahramana dönüşmüş, Kazıklı Voyvoda’nın erkek versiyonu olarak ünlenmiş, 18. yüzyıldaki vampir manisini beslemiş, Guinness Rekorlar Kitabı’nda en fazla kurbana sahip kadın katil unvanını korumuş, pek çok rock albümünde adını şakımışlardır.
Gerçek bir ruh hastası mı, komplo mağduru mu hiçbir zaman bilemeyeceğiz fakat kötü düşünmeye meyilli insan beyninin onu hep kötücül bir şekilde mimlediği aşikâr.