Menekşe Tokyay
Tahtacı Fatma ve Çocuk İşçiler Gerçeği
1979 yılı yapımı Tahtacı Fatma, usta yönetmen Süha Arın’ın iki yıl borçlanarak çektiği muazzam bir film. Batı Toroslarda yaklaşık 2.000 metre yükseklikte, ailesiyle birlikte ağaç kesim işinde çalışan 12 yaşındaki tahtacı kızın hayatını en duygusal ayrıntılarına dek dobra dobra işliyor. “Okusam öğretmen olmak isterdim. Doktor da olsam olurdu. En istediğim şehirde yaşamak. Şehirde rahat edilir, dağdaki gibi rezil olunmaz” diyor Fatma belgeselin bir yerinde.
Çocuk işçiler konusu her açıldığında Fatma’nın o çipil çipil gözleri mıhlanıp kalıyor belleğimin içine. Fatma gibi daha nice mevsimsel tarım işçisi çocuk ve farklı sektörlerde eğitim ve yaşam hakkından mahrum bırakılan, eşitsiz bir dünyada içlerinde isyan ve kırgınlıkla yaşamaya çalışan, sürekli mücadele eden çocuk var elbette…
Geçtiğimiz günlerde Şırnak’tan Bursa’ya çalışmak için gelen ve iki haftadır kayıp olan 15 yaşındaki mevsimlik çocuk işçi ölü bulundu. Tam da 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’nden birkaç gün sonra… Zaten gerçek yaşamlar, gerçek mücadeleler ve gerçek açlık karşısında takvim sayfalarının pek bir anlamı kalmıyor.
79 Milyon Çocuk Tehlikeli İşlerde Çalışıyor
Dünyada çocuk işçi sayısının bu yıl sonuna kadar yaklaşık 9 milyon artacağı bekleniyor. Bunda pandemi döneminde eğitimden kopan ve eşitsizliği ve yoksulluğu daha sert bir şekilde deneyimlemek zorunda kalan çocukların durumu da etkili oldu. Şu anda ise Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre dünya genelinde 160 milyon çocuk çalışıyor, bunların 79 milyonu ise tehlikeli iş kollarında yer alıyor. Oysa ILO’nun 2025 yılına kadar hedefi, çocuk işçiliğini tamamen sonlandırmaktı.
ILO tarafından seçilen bu yılın teması, “Çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak için evrensel sosyal koruma”. Dolayısıyla çocukların tarlaya değil okula gitmesi, öğretmeninin anlattıklarını can kulağıyla öğrenmesi için “evrensel sosyal koruma yatırımları” yapılması öneriliyor.
Bunun için de örneğin mevsimlik tarım işçisi ailelerin tarım ürünlerini toplamak için başka illere gittikleri ve çocuklarının da onlarla seyahat etmek zorunda kaldığı dönemde, çocukların gittikleri her yerde örgün veya yaygın eğitim kurumlarına dahil edilmeleri, tarlaya değil okula gitmeleri amaçlanıyor. Projenin Türkiye ayağında şu ana kadar 8.000’in üzerinde çocuğa ulaşıldı. Ama daha kat edilmesi gereken uzun bir yol var…
Çoğunluğu kayıt dışı ekonomide ve tarım sektöründe çocukluğunu yitiren, eğitimden koptuğu yetmiyormuş gibi ucuz emek olarak da kullanılan, can güvenliği hiçe sayılan bu kesimin iş gücü piyasasındaki oranı; ailelere nakit yardımı yapılmayan, sosyal koruma yatırımlarının eksik olduğu, çocukların okula devamlılığını teşvik eden projelerin yeterince uygulanıp izlenmediği, okullarda beslenme desteğinin olmadığı, kısacası çocukların sahipsiz ve savunmasız bırakıldığı ülkelerde günbegün daha da artıyor.
Türkiye’de Çocuk İşçiliği
Türkiye’de çocuk işçi sayısı, 2019 yılı Ekim-Kasım-Aralık dönemindeki -yani mevsimlik tarım işçiliğinin düşüşe geçtiği dönemdeki- TÜİK verilerine göre 720 bin. Yeni eğitim sistemi uyarınca meslek liselerinde okuyup staj yapan çocuklar ise bu rakamlara dahil değil. Dolayısıyla resmi rakamların çok daha ötesinde, ciddi bir çocuk işçiliği sorunumuz var.
Türkiye Eğitim Derneği’nin verilerine göre, 2020-2021 yılları arasında 676 bin çocuğun zorunlu eğitim sistemi dışında kaldığı, en çok okul terkinin ise 14-17 yaş aralığında gözlemlendiği bildiriliyor. Çocukların örgün eğitim dışına itilmesi ve çıraklık, stajyerlik gibi uygulamalarla çocuk işçiliğinin kolaylaştırılması da sorunu katmerli bir hale getiriyor. Aynı zamanda söz konusu yaş aralığı, kız çocukların erken yaş evliliğe de zorlandığı yaş. Zira, geleneksel aile yapıları gereği bu yaş aralığında kızlar evlendirilirken, erkekler de “ekmek parası” kazanmaya gönderiliyor.
Taraf olmakla gurur duyduğumuz uluslararası sözleşmeleri ve düzenlemeleri iç hukuka doğru bir şekilde aktaramamak, dahası bunları uygulamamak ve uygulandığında dahi doğru ve etkin şekilde izlememek, çocuk işçiliğini içinden çıkılmaz kronik bir soruna dönüştürüyor. Bu kaos ortamından ise, gerek aileler gerekse çocuk işçi çalıştıran işletmeler adeta cesaret alıyor ve çocuk işçiliği azalacağı yerde kalıcılaşıyor. Ne de olsa denetimsizlik kültürünün olduğu bir ortamda “kurallar çiğnenmek için var” anlayışını bir türlü yıkamadık.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2013-2021 yılları arasındaki çocuk iş cinayetleri istatistiklerine göre, 556 çocuk işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2022 yılının ilk beş ayında 15 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Ölüm sebepleri; trafik ve servis kazası, boğulma ve zehirlenme, ezilme ve göçük olarak raporlandı. İş kollarına göre en çok ölüm tarım/ormancılık sektörlerinde iken onu inşaat, metal endüstrisi, konaklama ve ticaret/büro hizmetleri izliyor. Ayrıca bu dönemde 68 göçmen çocuğun da öldüğü belirtiliyor. En çok ölüm Şanlıurfa, ardından Gaziantep, Adana, İstanbul, Konya ve Antalya’da raporlanmış.
Çocuk iş cinayetlerinde genel olarak her yıl mayıs ayından itibaren ciddi bir artış kaydediliyor, zira okulların tatil olduğu aylarda çalışan çocuk sayısında da artış yaşanıyor; bu çocuklar tarım istihdamında ve stajyerlikte kullanılıyor. Son dönemde hepimizin ışık hızıyla yoksullaşması beraberinde ciddi bir çocuk yoksulluğunu da getirince, çocuklar işçi olarak aile bütçesine daha fazla katkı yapma yükümlülüğünü de sırtlanmış oldular.
Bir yandan da “mülteci çocuk işçiler” gerçeği var; zira mültecilerin kayıt altına alınmasında yaşanan gecikmeler sonucu okula başlayamayan çocuklar kayıt dışı sektörlerde, mobilyacı dükkânlarında, fabrikalarda, ağır işlerde kötü koşullarda çalışıyorlar ve çalıştıkları yerlerde zaten toplumun iliklerine dek işlemiş olan o yabancı düşmanlığına birinci elden maruz kalıyor. Okullaşamadıkça da ya erken yaşta evliliğe ya da çocuk işçiliğine zorlanıyorlar.
Çocuk İşçiliğiyle Nasıl Mücadele Edilmeli?
Çocukların gerek stajyerlik gerekse çıraklık gibi yasal kılıflar altında ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, çocuk işçiliğini besleyen en büyük boşluklardan biri. Sabah uyandıklarında okul sıralarına değil fabrika vardiyalarına yetişmek zorunda bırakılan çocuklar, işyerlerinde ailelerinin denetiminden uzakta her türlü sömürüye, istismara ve fiziksel bütünlüğü ihlale açık hale geliyorlar. Dolayısıyla 4+4+4 eğitim uygulamasında 15 yaş altındaki çocukların çalışma yasağının fiilen ortadan kaldırıldığı düşünüldüğünde, bu kademeli eğitimden geri adım atılması ve kesintisiz ve zorunlu eğitim modeline geri dönülmesi şart. Bu noktada, öğretmenlerin ve müdürlerin de okullarda çocukların devamlılığını yakından takip edip aileler üzerinden izleme yöntemleri geliştirmesi gerekiyor.
Çocuk işçiliğiyle mücadele ederken buna yol açan koşulları ortadan kaldırmadan bir sonuca varmak ütopya olur. Elbette her çocuğun yeri okuldur, ailesinin şefkatli kollarıdır ve hiçbir çocuğun çalışması, gelişimi ve iyi olma hali için doğru seçenek değildir. Ancak çocuk işçiliğini tetikleyen dinamiklerin başında olan çocuk yoksulluğu ve çocuk haklarının denetimsizliği konularında ilerleme kaydetmedikçe, ailelerin çocuklarını aile bütçesine katkı yapan bir birey olarak görmelerinin de önüne geçemeyiz.
Okul çağında çocuğu bulunan ailelere standart bir eğitim yardımı ve desteğinin sağlanması, kamunun başlıca yükümlülükleri arasında yer almalı ve gerekirse diğer bütçelerde kısıntılara gidilerek öncelikli olarak bu destek verilmeli. Hatta Altılı Masa’nın sadece çocuk hakları alanında toplanması ve çocuk yoksulluğunu önceleyen politikaları, şartlı nakit transferlerini, çadır okulları, maddi destekleri, bilinçlendirme eğitimlerini masaya yatırması şu an için en doğru adımlardan biri olacaktır.
Okul kitaplarının ücretsiz verilmesi, devletin her akademik yılda ailelere kırtasiye, beslenme, giyim destekleri için fon ayırması, son seçenek olarak da mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları için ILO’nun son dönemde yürüttüğü projelere benzer projelerle çocukların çadırda bile derslerinden geri kalmamasının sağlanması, ilk aşamada akla gelen çözüm önerileri. Nazım Hikmet’in “Tırnağını annesi keser, parmağını makinesi” dediği o acı gerçeklikten bu yana artık bir şeylerin değişmesi lazım. Bir çocuğun topluma verebileceği en güzel şey gelişmesi ve yetişmesidir, emeği değil.