Haldun Solmaztürk
Sorun Erdoğan değil, onun beslediği ve beslendiği siyasi kültür!
Atatürk’ün 1933 yılındaki 10. Yıl Nutku’nda ‘medeniyet’ kelimesi sekiz kez geçiyor.
Medeniyet, düşünce, kavrayış ve davranışta derinlik, incelik, nezaket, ötekine ve doğaya saygıdır. Dogmanın yerini akıl, şiddetin yerini hoşgörü, çatışmanın yerini işbirliği alır.
Atatürk, o gün güvenle “Türklüğün büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” diyordu.
Külliye’deki o meşum gecede, o ‘geleceğin’ hâlâ çok uzaklarda olduğunu dehşetle gördük.
Bina kaçak da olsa, mekan ülkenin en yüce makamını temsil ediyor, konuşan da Cumhurbaşkanı!
Hazırlanmış sahneden Beştepe’ye taşıdıkları yüz binlere hitap ediyor. Yanında eşi, arkasında ‘ittifak’ ortakları, karşısında—aşağıda—bakanları yan yana ayakta ‘zafer’ nutkunu dinliyorlar.
Kameralar zaman zaman, giyim ve kuşamıyla, davranışıyla farklı bir genç kıza odaklanıyorlar.
Kız birden, panikle elleriyle yüzünü kapatıyor—duyduğuna, gördüğüne inanamıyor gibi…
Sonra, binlerce kişinin küfürlü sloganları duyuluyor. Aralarında çocuklar da var…!
Canlı yayında milyonlar izliyor; yalnız bizler değil, tüm dünya…
Arkasındakiler, önündekiler, etrafındakiler, onlar da dinliyorlar—tepkisiz.!
Kendi eşi de…
O da konuşmasına ara verip susuyor, saygıyla (!) dinliyor—küfürleri…!
Tam 20 saniye…!
Sonra ‘Kardeşlerim’ diye devam ediyor—hiçbir şey olmamış gibi…
Aslında inanılmaz olaylar dizisi akşam üzeri Kısıklı’da, otobüsün üstünde başlıyor.
Acılı arabeskle sahne alıyor: ‘Duyanlara, duymayanlara…!’.
Konuşma önce camdan; okuyor—mutad ‘Kazanan 85 milyon, milletimiz’ tiradı…
Sonra iç cebinden bir kağıt çıkarıyor; anlaşılan o ki CHP’nin milletvekili sayıları not edilmiş.
CHP’nin azalan ‘vekil’ sayısından Bay Bay Kemal’in ‘hesap uzmanlığına’ geliyor; 2024 yerel seçimlerini hatırlatıyor; Batı’dan, Doğu’dan, Körfez’den arayıp ‘Bu zaferi’ [a.b.] kutluyorlarmış.
Sonra pat diye, “Bu CHP, HDP, İyi Parti LGBT’ci midir?” diye soruyor—öyleler (!) anlamında.! Yanlarında ‘bazı ufaklıklar’ varmış, onlar da LGBT’ciymiş.!
Ama LGBT, Cumhur İttifakına sızamazmış; “Bizde aile kutsaldır” diyor.
Ötekilerde değil ya…?
LGBT’nin o kitlede neyin kodlaması olduğunu, ne anlama geldiğini elbette çok iyi biliyor…
Söylediği o kadar akıl dışı, yaptığı o kadar siyasi ahlak dışı ki o kalabalık bile şaşkın dinliyor.
İkinci sahne Beştepe’de; daha bir titretiyor sesini: ‘Duyanlara, duymayanlara…’.
Birleşme, bütünleşme [a.b.] çağrısı yapıyor; ‘laf olsun diye değil, bütün kalbiyle’… Öyle diyor.!
Sonra camdan okumayı bırakıp, cebinden yine o kağıt parçasını çıkarıyor ve aslına rücu ediyor.!
‘Kalbindekileri’ gösteriyor, görüyoruz…
‘Hesap uzmanı’ ve ‘kiralık vekillerden’ Kandil’e geliyor; “Kandildekilerle, onları arkaya alıp ‘Haydi’ diyebilirsiniz ama bu millet yutmuyor” diyor…
Aslında söylediğinin gerçek dışı—yalan—olduğunu çok iyi biliyor ama gözünü bile kırpmıyor.
İşte o galiz—burada yazılamayacak—sloganlar o zaman geliyor.
Kameranın yakaladığı genç kız utanç ve şaşkınlık içinde; o tınmıyor bile.!
‘Kardeşlerim’ diye devam ediyor…
“Adaletin, hak ve hukukun egemen olduğu Türkiye’de”, böyle söylüyor, Selo çıkamazmış.!
‘İdam.!’ çığlıklarını da 20 saniye dinliyor—saygıyla.!
Arif Nihat Asya’nın o çok sevdiği şiirini okuyor: “...cihad meydanını pehlivansız bırakma; yığınları kahramansız bırakma; sürüyü çobansız bırakma Allah'ım!”.
Kahraman da mutlu, sürü de…!
Sonra elele tutuşup ‘halkı’ selamlıyorlar; göbekli ‘sosyal demokrat’, yakışıklı ‘Atatürkçü’, sakallı Cihatçı elele, gönül gönüle…
Arkasından kahve var; mütebessim, huzurlu, gururlu koltuklara kuruluyorlar…
Millete hitabının her bir kelimesi üzerine düşünen, edebi eser özeniyle kaleme alan o insandan doksan yıl sonra döne döne geldiğimiz yer işte bu kötü, zehirli dil ve onu alkışlayan yığınlar.!
Sorun Erdoğan değil; onun beslediği ve beslendiği siyasi kültür.!
İlkel, saldırgan, kaba, hoşgörüsüz, ‘dava’ dedikleri çıkar için herşeyi mübah gören, akla değil içgüdülere dayalı bir siyasi kültür, kendisini tekrar tekrar yeniden yaratıyor, güçleniyor, büyüyor.
Bu öyle “İktidarın ahlaki meşruiyeti yoktur” diyerek geçiştirilebilecek bir sorun değil.!
Bu uğursuz kısır döngüyü kırmanın ve onun yerine olumlu, medeni, insana yaraşır bir döngüyü koymanın yollarını bulmak zorundayız.
Etkin, güçlü bir siyasi liderliğe işte bunun için, bugün, hemen ihtiyaç var.!