Boray Acar
“Siyasal İslam”dan Kurtulmak Önemli Bir Adım Olacaktır…
Geçtiğimiz hafta, Enes Kara’nın yürekleri dağlayan intiharı ekseninde tarikatların ve cemaatlerin hayatımızdaki yerine dair bir değerlendirme yapmaya başlamış, bu haftada bir devam yazısı yazacağımı ifade etmiştim. Gelin görün ki sevgili okurlarım, AKP iktidarı ve onun küçük ortağının marifetiyle, önemli bir gündemi enine boyuna tartışamadan başka şeylerle yüzleştiriliyoruz. Bunu gündem değiştirmek olarak da değerlendirebiliriz. Ancak Kemal Can’ın iki gün önce Medyascope’ta yayınlanan ve benim de mutlaka okumanızı tavsiye ettiğim yazısında ifade ettiği gibi, “gündemin değiştirilebilir olma özelliğinden ziyade, siyasi iktidar tarafından tehdit unsuru olarak kullanılması yönüyle ele alınması gerektiği” düşüncesine fikren daha yakın olduğumu ifade edeyim. Gerek Sezen Aksu’nun beş yıldan beri var olan şarkısından ötürü Meclis kürsülerinden ve Çamlıca Camii minberinden tehdit edilmesi, gerekse Sedef Kabaş’ın televizyon programında ettiği bir söz yüzünden adalet timsali(!) Bakan Bey tarafından çıkarılan davetiye sonrasında tutuklanması; siyasi iktidarın, gündemi nasıl kullandığının belirgin birer göstergesi niteliğinde…
Biz söz verdiğimiz üzere geçen haftanın gündemine kaldığımız yerden devam edelim…
Kuruluş maksadı ne olursa olsun her örgüt, faaliyet alanındaki bir boşluktan doğar ve faydaya dayalı bir karşılıklılık ile varlığını sürdürür veya aradığı karşılıklılığı bulamazsa biter. Tarikatların ve cemaatlerin, bağış sistemi ile ayakta kaldıkları, siyasi kimlik taşıdıkları, eğitim, sağlık, ticaret alanlarında da faaliyet gösterdikleri düşünülecek olursa Sosyal Devlet boşluğundan yararlanarak ayakta kaldıkları aşikârdır.
Tarikat ve cemaatlere yakından bakıldığında; ezilene arka çıkmak, gelir adaletini sağlamak, zenginden alarak dar gelirlinin iaşe derdini çözmek, kendi lonca hukukunu tesis etmek, eğitim, sağlık gibi temel hizmet alanlarında faaliyet yürütmek ve sosyal adaleti sağlamak gibi, bir çağdaşlık göstergesi olan Sosyal Devlet sorumluluklarının tamamına cüret ettikleri görülecektir. Bu süreç kendiliğinden gelişmemiş, “oy deposu” olarak görülmeleri hasebiyle büyük bir iktidar desteğini de arkalarına alarak, zamanla müesses nizamın önemli bir unsuru olmayı başarmışlardır.
Buna zemin hazırlayan olgulardan bir tanesi de “Sanayi toplumu” veya Sanayileşmenin veya Batılılaşmanın sosyal tezahürü olan “Bilgi Toplumu” olunamamasının sosyo-ekonomik neticesi olarak Esnaf Toplumu olunmasıdır. Esnaflık müessesesinin birçok alanda tartışmasız bir gücü ve hâkimiyeti vardır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tarikatların ve cemaatlerin odağında sistematik olarak bilgiden ve çağdaşlıktan uzak kalmış ve sahip olduğu uhrevi değerleri nesilden nesile aktarmış Esnaflık Müessesesi bulunmaktadır. Bu yolla, önemli bir kesimin kırmızı çizgisi olan inanç zemininde örgütlenmenin, en küçük mahalli birimlerde kolayca yerleşmesi sağlanmaktadır.
Ticarileşmenin sağladığı parasal genişleme, yukarıda ifade ettiğimiz eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi temel hizmet sahalarında rol oynamayı da kolaylaştırmakta olup, tam anlamıyla Sosyal Devlet olamamanın getirdiği boşluk da dini ve milli olma iddiası ile toplum hassasiyetlerine oynayan tarikat ve cemaatler ile doldurulmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca, siyasi iktidarların tandansına bağlı olarak farklı muameleler ile karşılaşan, bazı dönemlerde Başbakanlık Konutlarında iftar yemeklerinde ağırlanan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde elleri öpülen, hasret ve gurbet edebiyatı ile methiyeler düzülen dini yapılar ve bunların temsilcileri, bazı dönemlerde de 28 Şubat ordu ve bürokrasi merkezli postmodern darbe benzeri girişimler ile baskıya maruz kalmışlar, yasaklanmışlar, güç ve nüfuz kaybetmişlerdir. Bu tarihsel gerçeklikleri idrak etmelerinin sonucunda da, iktidarın tutumundan etkilenmemenin en kati yolunu bizzat “İktidar” olmakta görmüşlerdir. Hatta merhum Başbakan Bülent Ecevit’in “hizmet, sevgi ve hoşgörü” mottoları ile gönlünü çelen bir tanesi; yakın tarihte ne istediyse aldığı bir iktidarın desteği ile ve meşru yollarla tesis edemediği gücü, darbe yaparak tesis etmeye cüret edebilmiştir. Bu tehlikeyi atlatmış olmak, tehlikenin tamamen atlatıldığı manasına elbette gelmiyor. Siyasal İslamcı iktidar, isimlerini tüm toplumun bildiği farklı cemaatler ile kol kola, omuz omuza ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Çünkü bu yapılardan alenen besleniyor.
Sonuç olarak asıl konu, dini hassasiyetlere oynayan bir “Siyasal İslam” sorunsalı ve tehlikesidir. Bu durumda, iktidar alternatifi olmaya namzet siyasi partilerin, geç de olsa “Sosyal Devlet” olma koşullarını programlarına net olarak almaları ve faaliyet alanları ne olur ise olsun toplumsal sorumluluk taşıyan STK’ların da yardımı ile topluma anlatmaları gerekmektedir. Mutlak kurtuluş yakın zamanda mümkün görünmese de, “Siyasal İslamcı” AKP iktidarından kurtulmanın, bu yapıların kontrol altına alınabilmesi ve etraflarındaki çemberin daraltılması için önemli bir adım olacağı kanaatindeyim. Tabii, maneviyat ekseninde konuşurken dillerini ısıranlar ve AKP’den dökülenlerin oluşturduğu bir muhalefet bloğu ile bunun ne kadar mümkün olabileceği de ayrı bir mesele…