Derya Kömürcü
Seçmenler neye göre oy veriyor?
Türkiye’de seçmenlerin oy davranışını analiz eden akademik çalışmaların da gösterdiği üzere, seçmenin ekonominin durumuna yönelik kanaati ile oy tercihleri arasında açık bir ilişki var. Seçmenlerin önemli bir kısmı, ekonomi iyi gidiyorsa iktidara destek vermeye devam ediyor, kötü gidiyorsa iktidarı cezalandırmayı tercih ediyor. Geçmiş seçim sonuçlarını ekonomik göstergelerle birlikte incelediğimizde ekonominin durumu ile iktidarların oy artışı ya da kaybı arasındaki ilişkiyi ortaya koymak mümkün.
Bugün geldiğimiz noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil olmak üzere iktidar sözcüleri ekonomide sorunlar olduğunu kabul ediyor, hep birlikte fedakârlık yaparak bu kötü günlerin aşılacağını söylüyorlar.
Araştırmalarımız da açıkça gösteriyor ki gündemimiz ne olursa olsun, Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken meselesi, seçmen tarafından farklı biçimlerde dile getiriliyor olsa da ekonomi. Ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, enflasyon ya da işsizlik gibi başlıklarla dile getirilen tüm şikâyetler bir arada ele alındığında ekonomiyle ilgili sorunlar vatandaşlar tarafından yüzde 90’ın üzerinde bir oranda en önemli sorun olarak değerlendiriliyor.
Doğal olarak tüm bu sorunlar, bizzat yaşayarak da gördüğümüz üzere derin bir yoksullaşmayı beraberinde getiriyor. Bugün Türkiye’deki hanelerin yarısı geçtiğimiz ay içinde karşılayamadığı bir temel ihtiyacı ya da ödeyemediği bir faturası olduğunu belirtiyor. Her dört kişiden üçü Türkiye ekonomisinin son bir yılda daha kötüye gittiğini söylüyor. Gelecek yılın daha kötü olacağını düşünenler yüzde 50’nin üzerinde. Ve bu durum gelip geçici değil, uzun süredir devam ediyor.
Tüm bu tespitler, bir yandan özellikle son bir yılda iktidar bloğunun oy oranında gördüğümüz erimeyi açıklamaya yardımcı olurken bir yandan da haklı olarak AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oy oranlarının hâlâ neden yüzde 30 seviyesinin üzerinde kalabildiği sorusunu beraberinde getiriyor. Eğer ekonomik durum Türkiye’de seçmen davranışının temel belirleyicisi ise ve son bir yıldır vatandaşların ekonomik durumu her gün biraz daha kötüye gidiyorsa iktidarın oy oranında da çok daha büyük bir gerileme, hatta bir tür çözülme yaşanması bekleniyor. Oysa görünen o ki bir çözülmeden ziyade küçük küçük ama istikrarlı bir oy kaybı söz konusu. Birden bire 3-5 puanlık düşüşlerden ziyade sıklıkla 1 puanın altında kalan ama yıllık bazda baktığınızda toplamı anlamlı bir noktaya gelen bir oy kaybı söz konusu. Yine de AKP’nin araştırmalarda hâlâ birinci parti konumunu koruyor olması pek çok kişinin “her şey bu kadar kötüyken neden çok daha büyük bir kayıp yaşanmıyor” sorusunu sormasına yol açıyor.
Seçmenlere “oy davranışlarını belirlemede en etkili unsurun ne olduğunu” sorduğumuzda, yüzde 43’ünün dünya görüşüne, yüzde 34’ünün ekonomik durumuna, yüzde 12’sinin dini inancına, yüzde 6’sının ailesinin görüşüne, yüzde 3’ünün de etnik kimliğine göre oy tercihlerini şekillendirdiğini görüyoruz.
Dolayısıyla dünya görüşü ve dini inanç gibi çok hızlı ve kolay değişmeyen etkenlerin belirleyici olduğu bir oy verme tablosunun da radikal değişimler sergilemesi güç oluyor. Türkiye’nin iktidar tarafından bilinçli bir biçimde içine düşürüldüğü kutuplaşma sarmalını da göz önünde bulundurduğumuzda seçmenlerin oy tercihlerindeki oynaklığın çok yüksek seviyelere çıkmaması çok daha anlaşılır oluyor.
Bugün AKP’ye oy verme eğiliminde olduğunu ifade eden üç seçmenden ikisi oy davranışının temel etkenin dini inancı ve dünya görüşü olduğunu söylüyor. Bu seçmenler aynı zamanda AKP’nin çekirdek ve sadık seçmenlerini oluşturuyor ve hiçbir koşulda bu partiye olan desteklerini çekmeyeceklerini ifade ediyorlar. Bu bulgular ışığında değerlendirildiğinde geride kalan AKP destekçilerinin yalnızca ekonomik durumlarının kötüleşmesiyle oy tercihlerini kolay kolay değiştirmeyeceklerini görmek gerekir.
Sonuç olarak 24 Haziran 2018’de gerçekleşen son seçim sonuçlarıyla kıyasladığımızda iktidar bloğunun oyunda kayda değer bir gerileme olduğu apaçık ortada.
Muhalefet partilerinin oy oranlarında da iktidarın kaybı kadar büyük olmasa da bir artış olduğu görülüyor. Ancak bu tablo büyük ölçüde iktidarın yapamadıklarının ya da kötü yaptıklarının sonucunda oluşmuş bir tablo.
Bundan sonra anlamlı ve çok daha radikal bir değişiklik olacaksa esas olarak iktidarın yapamadıkları nedeniyle değil, muhalefetin sunacağı çözüm yolları ve projelerle olacaktır.
Altı muhalefet partisinin bir araya gelmesi ve “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” çerçevesinde ortaya koyduğu öneriler bunun başlangıcı olacak mı, önümüzdeki aylarda göreceğiz.