Derya Kömürcü
Seçmen 20 Yıl Sonra 2002’deki Tepkiyi Verir mi?
Önümüzdeki bir yıl içinde gerçekleştirilecek olan seçimlerle ilgili değerlendirme yaparken sıklıkla Türkiye’nin verili koşullarının radikal bir dönüşüme gebe olduğunun altını çiziyorum. Ülkenin 20 yıllık AKP iktidarında geldiği noktanın, yalnızca bir iktidar değişikliğini değil, bunu da kapsayacak şekilde siyasal yapıda çok daha köklü bir değişim potansiyeline işaret ettiğine dikkat çekmeye çalışıyorum.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, tek adam rejimine dayalı keyfi ve kötü yönetimle birleştiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP-MHP iktidarının oy oranlarında kamuoyu araştırmalarının ölçtüğünün ötesinde bir gerileme olacağı beklentisini tetikliyor. Bir dip dalganın varlığından, önümüzdeki seçimin 3 Kasım 2002 seçimlerine benzer sürpriz sonuçlar doğurabileceğinden bahsediliyor.
18 Nisan 1999 seçimleri sonucunda yüzde 22 oy alarak birinci parti olan DSP, yüzde 18 oy alarak ikinci parti olan MHP, yüzde 13 oy alan ANAP ve yüzde 12 oy alan DYP üç buçuk yıl sonra yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde ülke barajına takılarak parlamento dışında kaldılar. Seçmen öyle bir tepki gösterdi ki dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in partisi DSP’nin oy oranı yüzde 22’den yüzde 1,22’ye düştü.
Buna karşılık siyasetin yeni aktörü olarak henüz bir yıl önce kurulmuş olan AKP, 2002 seçimlerinde yüzde 34,3 oy alarak birinci parti oldu. Daha ilginci, diğer partiler ülke barajını geçemeyip TBMM’ye giremeyince yüzde 34 oy oranıyla 363 milletvekilliği elde eden AKP, Meclis’te hayalini bile kuramayacağı bir çoğunluk elde etti. Seçmen, önceki üç buçuk yıllık kaotik sürecin tüm aktörlerini cezalandırırken parlamentoya sadece AKP ve CHP girdi (CHP’nin bu tepkiden muaf olmasının sebebi 1999 seçimlerinde baraj altında kalarak Meclis’te temsil edilmemiş olmasıydı).
Bugün ülkenin ekonomik durumunu, krizin boyutlarını, ekonomi yönetiminin kötülüğünü ve genel olarak iktidara sirayet etmiş kibir ve nobranlığı göz önünde bulundurduğumuzda seçmenin 2002’deki gibi bir tepkiyi yeniden ortaya koymayacağını söylemek için hiçbir nedenimiz yok.
Türkiye’nin bir yıl içinde gerçekleştireceği seçimlerden 2002’dekine benzer bir tabloyla çıkma ihtimali tabii ki var. Ancak dip dalga ne kadar kuvvetli olursa olsun görmezden gelinemeyecek bazı noktaların da altını çizmek gerekiyor.
Birincisi, Türkiye siyasetinde şu anda 2002’deki AKP gibi rüzgârı arkasına almış, siyasal alanı domine eden yeni bir siyasal aktör yok. Elbette seçmenin iktidar partilerini cezalandırması için yeni bir siyasal aktörün ortaya çıkması olmazsa olmaz bir koşul değil. Ancak yine de AKP ve MHP’den kopmaya hazır azımsanmayacak büyüklükte bir seçmen kümesinin hangi partiye yöneleceği konusunda ciddi bir kararsızlık içinde olduğu da görülüyor.
İkincisi, bugün AKP’nin oy oranı 24 Haziran 2018’de elde ettiği yüzde 42,6’nın 10-12 puan altına gerilemiş olsa da hatırı sayılır büyüklükte bir grup AKP seçmeninin partisiyle ve lideri Erdoğan’la duygusal bağını hâlâ koparmadığını, her koşulda onu desteklemeye devam etme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu duygu durumunun kaynağında esas olarak kutuplaşma ve kimlik siyasetinin bu seçmen kümesi için hâlâ geçerliliğini koruyor olması yatıyor. Araştırmalar, AKP’ye desteğini devam ettiren sadık seçmenlerin oy davranışını şekillendiren temel etkenlerin dini inanç, ideoloji ve lidere bağlılık gibi zor değişen unsurlar olduğunu ortaya koyuyor.
AKP’nin hiçbir koşulda bu partiye oy vermekten vazgeçmeyeceğini ifade eden yüzde 15’lik çekirdek seçmeni bu bakış açısını değiştirmediği sürece 2002’dekine benzer bir tablonun oluşması oldukça zor görünüyor. Belki de söz konusu çekirdek seçmenin dağılmasını sağlayacak etken, önümüzdeki seçimde AKP’nin iktidarı yitirmesi olabilir.