Mehmet Şandır
Memleketim memleketim
Memleketim Hatay’dayım;
Deprem felaketinin acı gerçeği ile yeniden yüzleşiyorum.
Hatay, depremi yaşamaya devam ediyor; Özellikle Antakya, Kırıkhan, İskenderun, Defne, Samandağ şehir merkezleri savaş sonrası hayalet şehirlere benziyor... Şehrin misafirlerini çadır ve konteyner kentler, yıkılacak binaların hazin bekleyişi, toz bulutları, iş makinaları karşılıyor. Tarihi Antakya şehri, inşaat artıkları ile kaplı boş bir araziye dönmüş; ayakta kalabilen binalar, ülkeyi yönetenlere deprem gerçeğini haykıran bir anıt görüntüsü oluşturuyor.
Hatay sokaklarında hala acıklı insan hikayeleri dinliyorsunuz; kaybedilen sevgililer; ilan edilenden çok daha fazlası, onbinlerce insan; ana, baba, dede, nene, torun, genç yaşlı, bir apartman değil bir mahalle topluca enkaz altında kalmış; hayatını kaybetmiş, günlerce enkaz altında kalmış; yaralanmış. Canlı/ölü bulunamayan kayıp insanlar, bölünmüş/dağılmış aileler, şehri terk etmiş, başka şehirlere göçmüş, zorunlu gurbetlik yaşayanlar, hasretlikler, varlıktan yoksulluğa sürüklenmiş hayatlar, hayatta kaldığına sevinemeyen gülmeyen yüzler…
Bir kabus çökmüş güzelim memleketimin üstüne…
6 Şubat depremi üzerinden yedi ay geçti; Malatya’dan Hatay’a Diyarbakır’dan Adana’ya 11 vilayette karanlık bir kış gecesinde yüzbinlerce insanı beton yığınları altında yutan deprem gerçeğini, maalesef yine çok çabuk unuttuk, ülke gündeminden hızla çıktı.
Doğal afetin felakete dönüşmesinde bu topraklarda yaşayan her insanın ve her kurumun/kuruluşun ortak sorumluluğu olduğunu günlerce konuştuk, yazdık ancak daha öncekilerde olduğu gibi yine değişen bir şey yok; “aynı tas aynı hamam.”
Öncelikle söylemeliyim; Allah devletimize zeval vermesin; devlet yöneticilerinin, her kademedeki görevlilerin yoğun bir gayret içinde olduklarını ve deprem yaralarını sarmaya çalıştıklarını görüyoruz, izliyoruz. Ayrıca, Türk Milleti, büyük bir millettir; acılar/felaketler karşısında fedakarlığı, yardımlaşması, sabrı sonsuzdur, emsalsizdir. Bu depremde de “devleti kurtaran” bir feraset içinde olduğunu gösterdi. Özellikle esnafımıza çok teşekkür ediyorum; enkaz yığınları içinde tezgahını, dükkanını açmış; hayatın devam ettiği gerçeğini hatırlatıyor; Karanlık gecede bir ışık olmuş.
Ancak bunlar yeterli değil, yapılması gerekenler var!
1999 Marmara depreminde büyük acı yaşamıştık. Bu depremden sonra bu konuda görevli devlet kuruluşları bir çatı altında toplandı; AFAD kuruldu, ancak bunun yetmediği bu depremde görüldü. Yaşanması muhtemel hatta mukadder depremlere/afetlere karşı; mesela beklenilen İstanbul depremi öncesinde “yapılması gereken her şey” için özellikle zihinlerde, mevzuatta, topluca bir “olağanüstü hal” ilan edilmesi gerekmiyor mu?
AFAD BAKANLIĞI kurulması neden düşünülmüyor?
Deprem öncesi ve sonrası tüm konular belirlenerek çözümler, kurumlar, kurallar, hukuk neden oluşturulmuyor. Her defasında el yordamı ile deneme yanılma metodu veya farklı uygulamalarla vatandaşa eziyet etmenin bir anlamı var mı? Deprem sonrası yapılacak işler ve görevliler “itfaye teşkilatı gibi” otomata bağlanamaz mı?
Bir vatandaş, “depremi yaşadık şimdi devlet zulmünü yaşıyoruz” dedi. Anlatıldığına göre Devlet, binaların yıkılması ve enkazın taşınması karşılığında binaların her türlü hurdasını –bedel alarak- özel firmalara ihale etmiş. Vatandaşa eşyalarını alabilmeleri için kısa bir süre verilmiş; bir çoğu alamamış tabi. “Devlet eliyle hırsızlık yapıldı” diyor insanlar. Deprem sonrasında tüm bürokrasi değiştirilmiş; “sanki devletin hafızası silindi, kimse kimseyi tanımıyor, devlet ile toplum arasında bağlar koptu” diye yakınıyor, bir başkası. Yaşlı teyzem, “oğlum yedi ay oldu, sularımız hala akmıyor” diye yakındı.
Kısacası deprem bölgesinde vatandaşımız hala kıyameti yaşıyor!
BENCE
Bu hafta memleketim Hatay’dayım.
Çocukluğumu, gençliğimi yaşadığım Hatay’ı aradım yıkıntılar arasında, bulamadım. Bir yabancı gibi dolaştım eskimiş hatıralarda memleketimi…
Okuduğum Zafer İlkokulu ve Antakya Lisesi, Armutlu Mahallesi’nde oturduğum ev, namaz kıldığımız Ulu Cami, Habibi Neccar camisi yok artık. Köprü başının meşhur künefecileri, ara sokaklardaki kebapçılar, cündi hamamı hatıralarda kaldı…Tarihi belediye binası, PTT ve Hatay Cumhuriyeti meclis binası, Antakya Oteli, valilik konağı yok artık. Şeyhali Mahallesi’ndeki eski köşkler, tarihi yapılar yerle bir olmuş. Uzun Çarşı, Çınar altı meydanı, tarihi kurtuluş caddesi enkaz yığını, Vali göbeği parkı, Antakya mutfağının sunulduğu Antikya Lokantası, dost sofralarının kurulduğu güzelim Harbiye artık bir hüzün abidesi. Öğrenciliğimizde, 1963 yılında altında kadınlar kulübü bulunan Atahan Otelini aradım bulamadım. Deprem ibadethanelere de acımamamış; şehirdeki tüm camiler, Rum Ortodoks Kilisesi, Protestan Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Bayezid-i Bestami Türbesi yıkılmış.
Depremde, isimlerini sayamayacağım kadar çok sayıda arkadaşımı, yakınımı, tanıdığımı kaybetmişim.
Aslında içinde doğduğum, şahsiyet bulduğum memleketimi kaybettim.
Yenisi daha güzel kurulacakmış; doğrudur, inanırım!
Ancak, ben göremem; ömrüm yetmez; kaybettiklerime ağlarım!
Memleketim, Memleketim.