Serap Yazıcı
Keyfîlikte ve Otoriterleşmede Sınır Yok – 1
Ülkeyi yönetenlere Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin tanıdığı aşırı yetkiler dahi kâfi gelmiyor. Yöneticiler, bunun da ötesinde güce sahip olmaları gerektiğine inanıyor. Böylece Türkiye’yi anayasasızlaştırma, hukuksuzlaştırma yönündeki adımlar hız kesmeden devam ediyor. Son günlerde bunun iki tipik uygulamasına şahit olduk.
Bunlardan biri, pandemiyle mücadele kapsamında 26.04.2021 tarihli kabine toplantısını takiben açıklanan “tam kapanma” kararının uygulaması bağlamında yaşandı. Bu kararın kapsamının ne olacağı, İçişleri Bakanlığının web sayfasında aynı gün yayınlanan duyuru ile kamuoyuna açıklanmıştır. Bu duyuruya göre 14.04.2021 tarih ve 6638 sayılı genelgenin hükümleri genişletilerek uygulanacaktır. Bu duyuru ve genelgede pandemiyle mücadele kapsamında alkollü içecek satışını yasaklayan hiçbir hüküm yer almamaktadır.
Peki Alkollü İçeceklerin Satışının Yasaklanması Hukuka Uygun Mudur?
Her ne kadar Türkiye’de uzun bir süreden beri anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma yönünde güçlü bir eğilim mevcutsa da 2709 sayılı 1982 Anayasası geçirdiği tüm değişikliklerle birlikte yürürlüğünü koruyor. Dolayısıyla bu soruya cevap verebilmek için Anayasamızın konuya ilişkin hükümlerini gözden geçirmek gerekiyor.
Anayasamızın 1. maddesi, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” hükmünü düzenledikten sonra 2. maddesinde Cumhuriyetin niteliklerine yer veriyor. Bu maddeye göre, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” 2. maddenin içerdiği toplumun huzuru, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, hukuk devleti kavramlarının, alkollü içeceklerin satışını yasaklayan uygulama ile ilişkili olduğu açıktır. Böyle olmakla beraber bu yazıda konu, sadece insan haklarına saygılı, hukuk devleti kavramları yönünden değerlendirilecektir.
Hukuk devleti ilkesi gereğince kamu gücünü kullanan bütün organ ve makamlar, her tür eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmakla yükümlüdür. Böylece yasama organı kanun yaparken, yürütme organı ve idare kanunları uygularken, yargı kuruluşları uyuşmazlıkları çözüme bağlarken hukukun sınırları içinde kalmaya mecburdur.
Anayasa Mahkemesi de yerleşik içtihatlarında hukuk devletinin anlamını tereddüde yer bırakmayan bir biçimde açıklamıştır. Mahkemeye göre, “Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.” (E. 2015-5, K. 2015-82, t. 10.9.2015)
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olduğuna göre, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ancak Anayasanın sınırlamaya ilişkin hükümleri çerçevesinde gerçekleşebilecektir. Anayasamız, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması başlıklı 13. maddesinde şu hükme yer vermektedir: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Görüldüğü gibi bu hüküm, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğini, kanun koyucunun sınırlama yetkisinin de sınırsız olmadığını göstermektedir. Şu halde kanun koyucunun temel hak ve hürriyetleri sınırlama yetkisi sınırsız olmadığı gibi, bu hak ve hürriyetler kanun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelik, genelge gibi işlemlerle sınırlanamayacaktır.
Bu Tür Sınırlamalar Kötüye Kullanma Yasağını da İhlâl Etmektedir
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve İtalya’da ortaya çıkan totaliter ve otoriter yönetimler, hürriyeti yok etme hürriyetinin yasak olduğunu gösteren bir kavramın doğmasına yol açmıştır. Böylece İkinci Dünya Savaşından sonraki anayasalar ve uluslararası andlaşmalar, hürriyeti yok etme hürriyetini yasaklayan düzenlemelere yer vermiştir. 1982 Anayasasının Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması başlıklı 14. maddesi de bu yasağı düzenlemektedir. Maddenin ilk fıkrası, devletin millet bütünlüğünü ve insan haklarına dayanan demokratik, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetleri yasaklamaktadır. Alkollü içecek satışının yasaklanması yönündeki uygulama ve bu uygulamanın özellikle Ramazan ayında cereyan etmesi, toplumun dini bütün kesimleriyle dindar olmayan kesimleri arasındaki ayrılığı derinleştiren tartışmalara yol açmıştır. Böylece millet bütünlüğü bozulmuştur. Öte yandan bu uygulamanın, hükmün içerdiği insan hakları, demokrasi değerleri ve laiklik kavramlarıyla bağdaşmadığı da açıktır. İnsan haklarına dayanan bir anayasa düzeninde bu hakların sınırlanması keyfî olarak değil, ancak hukukun sınırları içinde cereyan edebilir. Yukarıdaki açıklamalarımız, ülkemizde bu sınırlamaların hangi sınırlar içinde cereyan edebileceğini göstermektedir. O halde bu sınırları aştığı açık olan uygulama, aynı zamanda 14. maddenin ilk fıkrasını da ihlâl etmektedir.
Maddenin 2. fıkrası ise Anayasada yer alan hükümlerin hiçbirinin devlete veya kişilere Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetleri yok etme veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlama yetkisinin verilmediğini göstermektedir. Görüldüğü gibi devlet, kötüye kullanma yasağının süjelerinden biridir. Alkollü içeceklerin satışının yasaklanması yönündeki uygulama ise devletin bu fıkrada düzenlenen yasağı ihlâl ettiğini göstermektedir. Kötüye kullanma yasağının sadece Anayasamızda değil, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde de yer aldığını hatırlatmak gerekir.
Bu açıklamalar, alkollü içeceklerin satışının yasaklanmasının Anayasaya aykırı olduğunu göstermektedir. Bu uygulamanın hukuka aykırılığı açık olduğu halde ülkeyi yönetenlerin, söz konusu hukuka aykırılıktan haberdar olmamaları mümkün değildir. Devleti yönetenlerin, her alanda çok sayıda danışmanı yüksek rakamlarla istihdam ettikleri; bu danışmanlar arasında hukukçuların olduğu da bilinmektedir. O halde neden böyle bir uygulamaya ve bunun yol açtığı tartışmalara zemin hazırlanmış ve/veya müsaade edilmiştir?
Türkiye’nin en hayatî sorununun alkollü içecek tüketimi olmadığı açıktır. Keza pandemiyle mücadelenin en etkili aracının alkollü içeceklerin satışının engellenmesi olmadığı da bilinen bir gerçektir. Bu tartışmalarla ülkenin karşı karşıya kaldığı en hayatî konuların – ekonomik kriz, pandemiyle mücadele ve bu mücadele kapsamında aşı temini – bir süre için dahi olsa tartışılması önlenmiştir. Dahası bu tartışmayla hükümet yönünden en çok prim yaptığı düşünülen bir alanda, laiklik temelinde yeni bir ayrışma ortaya çıkmıştır. Böylece toplum, mütedeyyin olanlar ve olmayanlar biçiminde, üstelik Ramazan ayında kutuplaştırılmıştır. Bu sayede hükümet, seçmen tabanını konsolide etme imkanını bulmuştur.
Bütün bu açıklamalarımızın alkollü içeceklerin tüketilmesini teşvik anlamına gelmediğini de belirtmek gerekir. Bu yönde bir gayemizin olmadığı bilinmelidir. Demokratik, laik, hukuk devletine dayanan bir anayasa düzeninde alkollü içecek tüketip tüketmemek, yetişkin kişilerin tercih edecekleri bir meseledir. Devletin bu içeceklerin üretimi, satışı ve tüketimi konusundaki yetkileri ise ancak hukukla sınırlıdır. Hiçbir gerekçe, hukukun dışına çıkan tutumlara meşruiyet kazandırmayacaktır. Nihayet alkollü içeceklerin satışının yasaklanması, bu içecekleri tüketme eğilimini de durdurmayacaktır. Aksine böyle bir yasak, merdivenaltı üretimlere ve gayri hukukî satışlara zemin hazırlayarak halk sağlığını tehdit edebilecektir. Denetimsiz alkollü içecek üretiminin ölümlere ve görme kaybına yol açtığını unutmamak gerekir.
Bu yazıyı yazdığım 30 Nisan 2021’de alkollü içeceklerin satışına ilişkin yasağın kaldırıldığı haberi yayılmıştır. Ne var ki aynı gün Gazeteci Candaş Tolga Işık’a verdiği röportajda İçişleri Bakanı, bu haberin doğru olmadığını beyan etmiştir. Söyleşinin ilgili kısmı şöyledir: “İçişleri Bakanı Soylu’ya alkol satış yasağının kalktığı yönündeki iddiaları da sordum, ‘Doğru değil, tam kapanma boyunca devam edecek. Kısıtlamalar başladığında (14 nisan) 63 bin olan vaka sayısını bugün 31 binlere getirdik. Demek ki aldığımız kararlar doğru…’”
Tartışmaların uzunca bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır. Müteakip yazımda Türkiye’yi anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırmanın bir başka adımına değineceğim.
1-Bu kavram Türkiye bakımından ilk kez Prof. Kemal Gözler tarafından “1982 Anayasası Hala Yürürlükte Mi? Anayasasızlaştırma Üzerine Bir Deneme” başlıklı çalışmada ele alınmıştır. Yazar bu çalışmasını müteaddid defalar genişletmiştir.
2- Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, Türkiye’de Siyasal Yaşam / Dün, Bugün, Yarın, Mehmet Kabasakal (ed.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2016, s. 67-98.
3- Sevtap Yokuş, Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2002.
4-