Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

Kerem Bürsin: Saygısızlık tahammül edemediğim şey

Kerem Bürsin’in doğal bir ışıltısı var. Mütevazı ve kaliteli bir insan. Oyunculuk hikayesinde bambaşka rollerde görmek istiyorum kendisini ve takip etmeye de devam ediyorum. ‘Şımarık’ filminde çok iyi oynamış ve rol tam yerini bulmuş, ondan başkası oynayamazmış etkisi yarattı bende. Onur Ünlü’nün yaratıcılığını, farklı düşünmesini ve deli hallerini yani aslında olduğu gibi olmasını çok seviyorum. Aynı okuldan olmamızdan kaynaklı bir bağ da kurmuş olabilirim kendisiyle. Anadolu İletişim Bilimleri Fakültesi ve Eskişehir’den yolu geçenlere ayrıca selam olsun. Kerem Bürsin ve Onur Ünlü ile ‘Şımarık’ filmine dair konuştum.

whatsapp-image-2025-01-03-at-15-37-06.jpeg

Çok tatlı, çok güzel bir film olmuş. Sizin için nasıl bir proje oldu?

Her anlamıyla gerçekten bir sinema filmi çektiğimi hissettiğim bir proje oldu. O yüzden çok heyecan vericiydi. Çektiğimiz hikâyeyi düşünerek ve işin oluşum sürecinde olunca sinemaya güzel bir şey bırakacağımızı düşünüyorum. Ve inşallah şu an çok iyi durumda olmayan piyasaya bir şekilde bir destek olur ve bir ümit olur.

“Onur Ünlü ile yıllardır birlikte çalışmak istiyorduk”

Senaryo size ilk geldiğinde kabul etme faktörleriniz ne oldu?

Böyle bir filmin bir daha gelmeyeceğini biliyordum yani bir risk alındı bence. Yapımcılarımızın böyle bir film yapma isteği tamamen onların risk alma isteğinden kaynaklı ki bu gerçekten takdir edilebilecek bir şey. Aynı zamanda bu ölçekte böyle bir film yapmayı düşündüklerini, o vizyonlarını duyunca da etkilendim. Ama tabii ki Onur Ünlü’nün bu projenin içerisinde olacağı ve yöneteceğini duyunca, o her şeyi değiştiriyor ister istemez.

Zaten yıllardır birlikte çalışmaya çalıştık bir şekilde ama bir türlü olamadı. O yüzden bunun olması muazzam oldu.

“Mete şu anki toplumun bir parçasının yansıması”

Keşke her insanın değişimi için filmdeki gibi büyük bir prodüksiyon, oyun alanı kurulsa. Çünkü biz aynaya baktığımızda ya da kendimizi düşündüğümüzde o değişimi yapamıyoruz. Belki böyle bir film içinde filmde göstermek gerekiyor kişinin yüzleşmelerini ve değişimini. Buna daha neler söylersiniz?

Keşke, bilmiyorum. Evet, bence filmden çıkınca çoğu insan bir sürü bu tarz şeyler düşünecek. Filmi çekerken tabii ki biz de bu tarz şeyleri çok sorguladık. Hatta oyuncular daha derine inmek istedi. Ama Onur Hoca hep şöyle dedi; ‘Yani tamam, evet, ben de farkındayım, görüyorum ama olayımız bu değil. Yani onu seyirci evine gidince ya da sinemadan çıkınca onlar bu yüzleşmeleri yapsın. Biz onlara tamamen yani güzel bir film izletelim. Gerçekten çok derinlere inmeyelim.’ İşte mesaj verme, derdimiz bu, eleştirimiz bu gibi şeyler değil. Günün sonunda Mete gibi karakterler var, çok var. Ve bir klişe haline gelmiş olabilir Mete ama onun da bir sebebi var. Ve o sebepten dolayı da hikâyenin bu şekilde işlenmesi çok etkileyici. Mete'nin şu anki toplumun bir parçasının yansıması olması ve o yansımanın evet ne kadar aslında hayattan çok şey kaçırdığını gösteriyor olması önemli. Ama o faktörlerde aslında Mete'nin hiçbir suçu yok. Burada aileden biraz kaynaklı bir durumu var. O yüzden evet ince ince çıkarabileceğimiz mesajlar var ve daha da derinleştirebileceğimiz şeyler var. Ama biz onu tamamen seyirciye bırakıyoruz.

“Hıdırellez sevdiğim bir olay”

Filmin ismi Şımarık, bazı sahneler de çok güzel. Mesela herkesin Şımarık şarkısında o eski dönemde dans etmesi muazzam bir sahne olmuş gerçekten. Hıdırellez sahnesi de büyüleyici. Hıdırellez'i bilir misiniz ya da öyle bir ritüelleriniz var mıdır?

Tabii Hıdırellez, o tarz şeylerle haşır neşirdim. Farklı farklı ülkelerde, farklı farklı kültürlerde ama tabii çoğu yaşadığım ülkelerde bu tarz şeyler kutlanılıyordu. Evet, Hıdrellez sevdiğim bir olay.

marik9.jpg

“Piramitlerin yapılışına denk gelmek isterdim”

Filmdeki gibi çok eski bir döneme gitmek gerekiyorsa, yaşamak istediğiniz hangi dönem olurdu?

Yaşamak istediğim dönem herhalde Milat’tan Önce olurdu. Ben piramitlerin yapılışına denk gelmek isterdim ve orada “Nasıl yaptınız bu olayı, bir bakalım” demek isterdim herhalde.

Mete şımarıklık adı altında empati kuramıyor. Bir sürü olumsuz özelliği var ve oyun içinde kendini tanıyor, öğreniyor. Şımarıklıktan yola çıkarsak sizin bir insanda tahammül edemediğiniz şeyler nelerdir?

Saygısızlık, gücünü eğer işte toplumsal, toplumun vermiş olduğu güç yani işte o para oluyor ya da sınıfsal güç diyeyim. O sınıfsal gücü kötü anlamda kullanıp suistimal etmek bence çok iğrenç bir şey.

“Birinin gücü varsa onu o şekilde kullanmamalı”

Mete karakterinin bir provası var, bir normal değişim hali var. Siz karakterinizi nasıl tanımlarsınız? İki farklı değişimini oynayan bir oyuncu olarak nasıl bir karakter nasıl bir şeye dönüşüyor?

Bence şimdi toplumun bir kısmı bu yapay dünyaya aşırı düşkün ve onlar için en önemli şey madde dünyası. İşte markalar, onlar, bunlar falan filan. Yani bu biraz o içindeki boşluğu doldurma çabalarından kaynaklanıyor, Mete onun yansıması. İçindeki boşluğu tamamen bu yaptıklarıyla, saçmalıklarıyla, parasıyla dolduruyor. Gerçekten içi çok boş ve yalnız. Ama o imkânlar elinden alınınca ve sınıfsal anlamda alt sınıfa düşüp orada mecbur bırakılınca daha insan olmayı öğreniyor. Ve empati kurmayı da öğreniyor. Birinin gücü varsa onu o şekilde kullanmamalı.

“İçimizdeki iyilik dışarıya yansısın isterim”

Çevresindeki insanlar, babası da, Mete ile birlikte değişim yaşıyor. Bu çok güzel bir şey. Dolayısıyla biz ne kadar değişirsek, içimizdeki özümüzü, iyiliği, o vicdan denen şeyi çıkartırsak sanırım çevre de bundan etkileniyor ve güzel şeyler oluyor diye düşünüyorum.

İçimizdeki iyilik dışarıya yansısın isterim. İnşallah da öyle olur gerçek hayatta da…

ONUR ÜNLÜ; “BU FİLMİ DUVAR GİBİ DÜŞÜNÜYORUM, BİR DÖNEMİN SONU BU BENİM İÇİN”

onur-unlu.jpeg

Proje nasıl oluştu ve bu filmi yapmaya karar verdin?

Bu bir Rus filminin yeniden çekimi, uyarlaması. Haklarını satın alanlar, çeker misin diye bana önerdiler. Temel bir fikri var, hoşuma gitti, ben de ilgilendim. Bir sene içinde yavaş yavaş gelişti ve oyuncu kadrosu oluştu. Birkaç ay hazırlık yaptık, sonra da çektik.

“Hikâyeyi kendimize benzetmeye çalıştık”

Filmi uyarlarken ne kadar değişiklik yaptınız ya da ne kadar benzerlikler var?

Uyarlamayı aslında Murat Dişli yaptı, sonra ben de üzerinde biraz daha çalıştım. Yani hikâyeyi kendimize benzetmeye çalıştık. Rusların kendi kültürlerinden gelen kodları var, o kodların bazıları bizde çalışmıyor. Biz onları kendimize uydurup yeniden kodladık.

Bence oldu. Yaptığımız şey çalıştı gibi geliyor bana.

“Leyla ile Mecnun dizisi ile uzaktan akraba olduğu söylenebilir”

Bence de çok güzel olmuş. Bir de tam senin kafada da bir iş olmuş. Leyla ile Mecnun dizisi kafasında tatlar gördüm. Ne dersin yorumuma?

Yani uzaktan akraba olduğu söylenebilir. Burada temel bir fikir var; şımarık bir zengin çocuğunu tırnak içinde adam etmek için, insan olsun diye alıp 500 sene öncesinin dekorlarının içine koyuyorlar. Sonra da onu uzaktan izlemeye başlıyorlar. Bir şekilde zamanda geri gittiğine çocuk da orada olduğuna gerçekten inanıyor. Oraya uyum sağlayıp hayatta kalmaya çalışıyor. Sonra kendisini tanıyor. Beklenebileceği gibi aşık oluyor.

Ve aslında bir karakter dönüşüm hikâyesi. Çocuğun birden 500 sene önceye götürülmesi fikri benim ilgimi çekti. Temel fikir o, o fikir hoşuma gitti. Oradaki o fikir bizim Leyla İle Mecnun ile uzaktan akraba, onun kuzen fikirlerinden biri diyebiliriz. Onun üzerine işledik hikâyeyi. Fakat Leyla'daki gibi çok doğrudan giderek zaman zaman sert, soğuk bir absürtümüz vardı bizim, bu öyle bir film değil. Bu daha eğlenceli, daha seyirci dostu bir film diyebilirim. Öyle olması gerekiyordu, öyle yaptık. Çünkü bir ticari filmdi bu.

“Filmimiz o filmden daha iyi oldu sanki”

Rus filmini ben izlemedim, o filmde de anlatım böyle mi?

Öyle gibi ama bizim dekorlarımızla her şeyimiz daha büyük, daha zengin, daha iyi. Galiba ortak öyle bir fikir var. Filmimiz o filmden daha iyi oldu sanki. Bizim filmimiz hem dekor ve çevre olarak, oyuncular olarak daha kuvvetli bir film oldu.

“Böyle bir televizyon şovu olabilir”

Bir insanı değiştirebilmek çok zor, kendisiyle yüzleştirmek de… Filmdeki gibi insanın değişimi için böyle bir metot olsun ister misin?

Bir şımarık zengin çocuğu için bu kadar para harcamaya değer mi, emin değilim. Zor bir yol olurdu. Bir de neticede bu film olduğu için bazı ufak tefek triplerle boşlukları biz dolduruyoruz. Filmde inandırıcılıkla ilgili hiçbir şüphe yok. Hiç öyle bir boşluk olmuyor. Ama gerçek hayatta böyle bir şey yapılsa, ne kadar çalışır emin değilim. Enteresan olabilir, denenebilir. Yani bir sosyal deney gibi. Böyle bir televizyon şovu olabilir mesela.

onur-unlu-kerem-bursin.jpeg

“Ben bir ara zengin çocuğuydum”

Zengin bebe sendromu diye bir şey varmış, filmde görmüş oldum. Zengin bebeklik geçirmediğim için bilemiyorum. Bu durumu filmde işleyince sen nasıl yorumluyorsun?

Ben bir ara zengin çocuğuydum. Benim babam bir ara zengindi. İzmitliyim, işte İzmit şartlarında bir ara zengin çocuğu oldum. Ama bu filmdeki karakter seviyesinde olmadı o zenginlik. Bu filmdeki çok yüksek bir zenginlik. Bu bir rahatlık duygusu. Eğer makul kullanabilirsen bir güven, özgüvene katkı yapan bir şey. Kendini rahat hissediyorsun. Yetişme çağında özgüvenle büyüdüğünde de işler bir şekilde yoluna girebilir.

“Şımaracak kadar çok para yoktu”

Peki, bu özgüven ve güven sana şımarıklık duygusunu yaşattı mı?

Yok, şımaracak kadar çok para yoktu.

Çok para şımartıyor mu gerçekten?

Değiştirebilir insanı. Biz daha sonra kendimiz de işte paralar kazandık falan. Küstahlaşabilirsin, diğerlerini düşünmeyi bırakabilirsin, kendini merkeze alabilirsin. Bir bencillik getirebilir. O bencillik de dışarıdan şımarıklık gibi gözükebilir. Teorik olarak bu olabilir.

“Bana doğrudan kimse gelip “Sen de çok şımardın” demedi”

Senin yıllar sonra öyle bir dönemin yani şımarma diye algılanan bir dönemin var değil mi?

Bana doğrudan kimse gelip “Sen de çok şımardın” demedi ama ben kendi kendime birazcık tuhaflaşmaya başladım galiba diye durup düşündüğüm oldu. Çok yakınlarımdan aldığım uyarılar oldu. Genel olarak ben zıvanadan çıkmamaya çalıştım şahsen. Ama şımaracak kadar büyük mevzularımız da olmadı. Zaten şimdi 50 yaşını geçtim, bundan sonra neyine şımaracağım? Bence yırttım ben. Arada bir sendrom oldu ama galiba.

“Aristoteles'i çok merak ediyorum”

Sen bir döneme gitmek isteseydin filmde Kanuni Sultan Süleyman dönemi var. Sen hangi döneme gitmek isterdin ve neden?

Ben Antik Yunan'a gitmek isterdim. Aristoteles'i çok merak ediyorum. Çok seviyorum oraları. Bir de bir 17’nci, 18’inci yüzyıla filan da gidebilirdim ama Doğu'ya gitmezdim.

Ama Yunan'a giderdim ya da 18’inci yüzyıl Almanya'sı olabilir. Felsefenin çok büyüdüğü nasıl diyeyim koptuğu, yeniden kurulduğu iki dönem o.

“Filmde bence elbette yeni kod yazıldı”

Filmden de yola çıkarak dışarıda “bir dakika benim yeniden kodlarımı yazmam, hayatımı değiştirmem gerekiyor” hikâyesine nasıl bakıyorsun? İnsanlar zaman zaman yapmayı deniyorlar, başaranlar da var.

Ben artık eski ben değilim, zıvanadan çıktım filan diye kendini fark edebilirse kişi, bence kod değiştirme değil de eski kodlara geri dönmekle ilgili bir şey o. Çünkü herkesin kendini iyi hissettiği, iyi insan olduğunu düşündüğü bir an vardır. O ana geri dönmeye çalışmak olabilir. Tamamen yeni kod bilmiyorum, ondan emin değilim. Filmde bence elbette yeni kod yazıldı.

Orada öyle bir laf var ama çocuğun içindeki aslında sahip olduğu kendisiyle ilgili bir benliği, bir özde karakteri var ve oraya ulaşılmaya çalışıyor. Aslında bir çeşit etrafındaki şeyleri kırıp özüne geri doğru yürüme operasyonu gibi bir şey var. Bu duruma baktığınız zaman isteğimiz bütün insanların özüne dönmesi.

“Bu film bir dönemi kapadı”

Peki, en sevdiğin filmini ayırmak zor, çok klasik bir soru olabilir ama onu merak ediyorum. Bir de bu filmi kendi filmlerinin içinde nereye konumlandırıyorsun?

Bu film böyle bir dönemin tam ortasına geldi. Hani bir şey bitti, yeni bir şey başlıyor gibi hissediyorum bu filmle beraber, kendimle ilgili. Hem ticari filmler açısından hem de kendi yaptığım artistlik arthouse edilmiş filmlerle ilgili bir yol ayrımındayım. Bu film bir dönemi kapadı. Bu filmi duvar gibi düşünüyorum, bir dönemin sonu bu benim için.

“Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok, o filmi çok seviyorum”

En sevdiğin filmin benim için Sen Aydınlatırsın Geceyi, sihir gibi. Beş Şehir de öyle…

Ben ‘Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’ filmini çok iyi çektiğimi düşünüyorum. Çekmenin dışında, o filmi seviyorum. O film iyi bir film. O film anlaşılamaz. Zaman içinde fark edilecek. Yani anlaşılamaz derken ne bileyim Adana Film Festivali'nden bir sürü ödül aldı aslında… Tamam mı? Tam ona bakıyorum, başka yönetmenler bu film için çok iyi bir film dediler. Ben işin ehline bakarım. Film yapmış adamın ne dediğim benim için en önemlisi bu.

Herkesi aynı derecede dinlemem.

“Bence Oscar'a en yakın olduğumuz film “Bir zamanlar Anadolu'da”dır”

Peki, sende Oscar'a oynarım hikâyesi ya da öyle hayallerin var mı? Ya da bu bir ütopya mı?

Hayal bu, ne gerek var, Oscar filmi çekmek için? Şu anda çok sanmıyorum. 20-25 milyon dolardan aşağı bir parayla Oscar seviyesinde izlenebilir bir şey çekemezsin. Bence Oscar'a en yakın olduğumuz film “Bir zamanlar Anadolu'da”dır. Hep söylüyorum bence bir 30 sene daha öyle bir film yapamayacağız. O çok iyi bir film. Nuri Bey'in kendisi de yapamayacak. Zaten yapamıyor da. İşte o da onun suç ve cezası. O da onun kara kitabı. Daha iyisine ulaşması mümkün görünmüyor. Ama olağanüstü bir film yaptı.

“İnsan empati kuramaz”

Burada empati meselesi çok önemli filmde ve tabii ki her filmde. Empati kuramadığımız için bütün ilişkilerin bozulma sebebi bu bence… Empati kurulabilir bir şey mi?

Empati bence biraz şey bu 20. yüzyılın uydurduğu kelime o aslında. Biraz da psikologların işte kişisel gelişimcilerin falan uydurduğu bir kavram. İnsan empati kuramaz. Empati kurmasına gerek de yok bence insanın. Başkasını anlamanın, kendini onun yerine koymakla bir ilgisi yok. Kendini anladığın sürece başkasını da anlarsın. Yani gidip hakikati başkasının üzerinden deneyimlemek öneriliyor. Böyle bir şey olamaz. Ben kendimi biliyorsam, onu da anlarım ve anlayabileceğim şey zaten kısıtlıdır. Bir başkasını ne kadar anlayabilirim ki ben kendimi anlayamıyorum. Bir başkasını nasıl anlayayım? Böyle bir şey mümkün değil.

marik3.jpg

Filmde, insan arkadaşını satar mı hikâyesi… Tavuk sahnesi çok güzel ve çok anlamlı olmuş anlayana.

Bu böyledir. İnsan doğası gereği bencildir. Yapacak bir şey yok. Ama şimdi insanın insana yardım etmesi bir gelenektir. Sevgi diye bir şey var mı? Var. İnsan insanı seviyor. Buna inanıyorum ama mecburen bir arada olmaktan başka şansımız olmadığı için. O zaman şey de yok yani, çok ütopik onlar o zaman. Mesela aşk; Aşk var diyoruz ama onu o olduğu için değil ki kendimiz için seviyoruz sanırım değil mi? Evet öyle. Şimdi hatta Hegel onu çok güzel anlatıyor; Arzu arzu arzulardır. Sen aşık oldun ama senin istediğin şey karşı tarafın da senin istemesi. Aslında senin istediğin bir tane şey var; Onun seni istemesi. Dolayısıyla o seni istediğinde artık azalmaya başlar. Tatmin duygusu yaşarsın ve sonra biter gider. Yani karşı tarafın kendisini istemiyoruz, istediğiniz şey onun bizim istemesi. Dolayısıyla istemeyen kişide ısrarcı da oluyoruz aslında. Filmde olduğu gibi. O aradaki manyaklık sürecine de aşk diyorsun işte.

“Türkiye’nin batılı bir ülke pozisyonuna geçebilmesi hiçbir zaman mümkün değil”

Türkiye bu değişimin neresinde kalıyor sana göre? Hep eskiyi özlüyoruz nedense…

Ben daha önce söylemiştim bir yerde; Türkiye dünyanın Adapazarı’dır. Türkiye'nin ne olduğu konusunda emin olmamız lazım. Türkiye bir Orta Doğu ülkesi, fazlası değil. Ne olduğumuzu, kendi sınırlarımızı bilirsek ne yapabileceğimizi de biliriz. Eğer kendi sınırımızı aşacak kadar hırsla bir şey istiyorsak ondan cezasını çekeriz. Bizim ülkemizde ne yapacağını bilebilmenin aşağı yukarı ne durumda olduğunu tamam mı? Yani verili koşulda konjonktür değişmediği sürece Türkiye’nin batılı bir ülke pozisyonuna geçebilmesi hiçbir zaman mümkün değil. Çünkü en başta onların altınları vardı. Onlar Afrika'yı, Güney Amerika'yı uzak bulmuş, sömürdüler. Ellerinde bir sürü altın var. Bizde o hiçbir zaman olmadı. Olmayacak. Çok basit mesela onlardan birisi bu. Bizim kültürümüz de ona göre belirlendi. Biz burada böyle sakin olalım. Türkiye, lise mezunu Asya'ya gidip gelmiş bir yerde işe girmiş, evlenmiş, iki çocuğa sahip olan bir adamdır. Türkiye budur. Ne olduğumuzu bilelim.

Değişmek mümkün değil mi? O düşündüğümüz hayallere ne olacak?

Dünya değiştikçe yavaş yavaş hayal edeceksin, değişeceksin. Ama ne olduğunu bileceksin. Adapazarı’nı çok iyi bir şekilde yapabiliriz. Ama Adapazarı’nı New York'la karşılaştırmanın hiçbir manası yok. Adapazarı hiçbir zaman New York olmayacak. İstanbul New York olur mu? İstanbul da olmayacak. Ama Adapazarı’nın kendi içinde çok iyi bir şey yapabiliriz. Bu başka bir şey. Söylemek isteğim o.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi