Mehmet Şandır
Kendimizi aldatmayalım
Geçen hafta yaşananları unutmayalım!
Geçen hafta yaşadıklarımız, gelecekte yaşayacağımız sorunların işaret fişeği gibi…
Anlarsak, anlamak istersek bizi bekleyen felaketin habercisi kapımızı çalıyor!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirmeyi, vatanımızı işgal etmeyi amaçlayan dış kaynaklı hain FETÖ darbe teşebbüsünün vatandaşlarımız tarafından önlenmesinin 7. yıldönümünü coşku ile kutladığımız gün, bir başka FETÖ benzeri yapılanmanın gövde gösterisine hatta meydan okumasına şahit olduk. Menzil adıyla bilinen tarikatin şeyhi bir hastalıktan dolayı hayatını kaybetti, bu ölüm haberi hızla ülke gündeminin ilk sırasına yükseldi. FETÖ terör örgütü ile mücadele ettiğini iddia eden Sayın Cumurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ ihaneti hiç yaşanmamış, yaşananlarda hiç sorumluluğu yokmuş gibi Menzil diye anılan bu tarikatin şeyhinin ölümü nedeniyle tam sayfa taziye mesajı yayınladı; üzüntülerini ifade etti. Muhalefet partilerinin liderleri başta olmak üzere birçok kanaat önderi kişiler de övücü sözlerle bu taziyeye katıldılar.
Tarikatin şeyhi “Gavsı Sani Seyyid Abdulbaki Elhüseyni” yüz binlerce kişinin katıldığı cenaze töreni ile Adıyaman’ın Kahta ilçesi Menzil köyündeki Markad-ı Şerif'teki kabrine defnedildi. Anlatıldığına göre Şeyh Efendi, geride, şirketleri, holdingleri, vakıfları, dernekleri, okulları, hastaneleri, televizyonu, radyoları olan dev bir ekonomik ve siyasi yapı bıraktı.
Sevenleri tarafından Gavs olarak tanımlanan ve Peygamber soyundan geldiği iddia edilen Şeyh Efendi, “tevbe yetkisi” kerametini üç oğluna bırakmış. Bu üç oğul ayrı camilerde müritlerinin tevbesini kabul edecekmiş. Bugüne kadar yapılan tövbeler ve zikirler geçersiz sayıldı ve bu sebeple tövbelerin yenilenmesi gerektiği bildirildi!” Yeni tövbeler üç oğuldan herhangi birine yaptırılabilecekmiş!
Tarikat mensupları, onu “Allah ile her daim istişare eden, Allah'a akıl veren, Allah'a itiraz eden, Allah'ın hükmüne ortak olabilen, Allah'la yarışa tutuşabilen, Allah'ın vekili olduğunu söyleyerek O'nun adına tövbeleri kabul eden zat!” diye görüyor. Tarikat şeyhi önünde tövbe etmek bunlara özel, Hıristiyanlıktaki “günah çıkarma” gibi…
İnancımıza göre, tövbesi kabul edilen kişi muhtemelen cennete girecektir(!); inananlar için cennete gitmek çok büyük bir ödül; bunun bedeli(!) ne, kaç lira?
Veya siz, cennete gitmek için kaç lira verirdiniz?
Dönen çarkın büyüklüğünü görüyor musunuz?
Tam bir “paralel yapı” örneği, güç merkezi…
Örneğini geçmişte görmüştük; Fetullah Gülen dini cemaati; “Hizmet Hareketi” olarak kendini topluma kabul ettirmiş, devletin tüm imkânlarından yararlanmış, AKP iktidarının korumasında devlete sızmış; köşe başlarını tutmuştu; zamanı geldiğinde; 15 Temmuz 2016 tarihinde devletin uçakları, tankları ile millete saldırdılar! TBMM’yi uçaklarla bombaladılar. 252 insanımızı öldürdüler, binlercesi yaralandı…
Başarılı olsalardı(!) bugün nerede olurduk?
Fetullah Gülen, ABD’nin korumasında Türkiye düşmanlığı yapmaya devam ediyor.
Bir büyüğümüz, “Tarikatlar, devlete karşı yapılacak dış kaynaklı bir operasyon için en uygun mecradır” demişti. Bu gerçek, geçmişte örnekleri ile yaşanmış bir doğrudur.
Bu doğrunun farkında olamayan ve yeniden bu tür yapılara destek veren siyasi iktidarın samimiyetinden şüpheye düşmemek mümkün mü?
7.12.1997 tarihinde “Gökler yerler açılsa, üzerimize tufanlar, yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz, bizi sindiremezler. Benim referansım İslamiyet’tir. Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlalarımızdır” diyen Sayın Recep Tayyip Erdoğan, gerçekten tehlikenin farkında değil mi? Şeyh Sait ve Dersim isyanlarının, FETÖ başkaldırısının arkasında Türkiye üzerinde projeler yapan “dış güçlerin” olduğunu bilmediği söylenebilinir mi?
Veya Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olduğu iddiası gerçekten doğru mu?
BENCE
Tehlikenin büyüklüğünün farkında olmalıyız!
Sokaklarımız, her geçen gün İran, Afganistan sokaklarına daha çok benziyor.
Bir milli mücadele sonrası kurulmuş, bedeli aziz şehitlerimizin kanları ile ödenmiş Cumhuriyetimiz, kurucularının kuruluş ilkelerinden hızla uzaklaşıyor!
Toplum olarak nereye savruluyoruz, nereye sürükleniyoruz?
Geçen haftanın bir diğer konusu, yeniden AB’nin “kapısına düşmüş” olmamızdır!
Hudutlarımızın hemen güneyinde bir Kürt devleti kurmaları için PKK ve türevlerine yıllardan bu yana destek veren ABD’yi görmeden “Sokaklarında teröristlerin cirit attığı bir ülkeye nasıl güvenebiliriz” diyerek İsveç’in NATO’ya üye olmasına VETO koyan Türkiye, "AB liderlerinden 52 yıldır kapıda bekletilen Türkiye'ye yönelik olumlu adımlar bekliyoruz” avunması/aldatması/kandırması ile vetosunu kaldırdı.
AİHM kararlarına uymayacağımızı söyleyerek, kendi Anayasamızın amir hükümlerini ısrarla ihlal ederek, yargının bağımsızlığını, hâkimin teminatını ve hukukun üstünlüğünü yok sayarak hatta milli iradeyi yok sayarak; Anayasa’nın açık hükmüne rağmen seçilmiş milletvekilini cezaevinde tutarak AB’ye giremeyeceğimizi bilmiyor muyuz?
AB’nin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bizi içlerine almayacağını bilmiyor muyuz?
Kendimizi aldatmayalım!