Çiğdem Anad
KARDEŞİME BİR YAZI
Anneden, babadan kardeşim olmadı.
Hayattan kardeşlerim doğdu.
Onlar beni, ben onları seçtim.
Yaşam çizgisinde yol alırken çukurlarda düşmemek için birbirimizin elinden tuttuk.
Bizim çukurlarımızda gücün şehveti, paranın cazibesi, şöhretin parıltısı gizliydi. Biz o çukurlara çekilmemek için omuz omuza verdik; vicdanımızı, adaletimizi, sevgimizi çoğaltarak büyüdük.
İyiliğin ve kötülüğün kudreti eşdeğerdi.
Dürüstlük ve kaypaklık aynı kulvarda yarışıyordu.
Mesele seçimlerimizdi.
Benim kardeşlerim her koşulda iyilikten, dürüstlükten yana saf tutanlardı. Kötülüğün ve kaypaklığın kısa vadede kazandırdığı yerlerde, kaybetmeyi seçenlerdi kardeşlerim.
Birlikte isyan ettik, dertlendik, ağladık ve dimdik ayakta kalmayı becerdik.
Yolda sayımız azaldı, çukurlara düşenleri kurtaramadık. Arkalarından hüzünle, bazen küfürle rakılar içtik.
Birbirimizle de kavgalar ettik.
Fikir ayrılıklarımızda, kişisel sorunlarımıza boğulduğumuzda karşılıklı ayarlar çektik.
Eleştiri, özeleştiri mekanizmasını hep işlettik. En acımasız kendimize davrandık. Yolda bizden kopanlara veda ettik. Onları eski dostlar hanesine yazdık.
Kalanlarla yaralarımızı sara sara ilerledik.
Azaldık.
Azaldıkça daha çok kıymetimizi bildik. Nadir kalan kardeşlerimden biri Emel Yıldırım'dı.
"Dostluk uzun yıllar içinde ağır bir yüke dönüşür, taşımak zorlaşır" derdi. Çünkü dostlar arasında kelebek etkisi vardır.
Birinin acısı aynı şekilde senin acındır. O acı elbirliğiyle dindirilir.
Hepimizin acısı, kederi, tasası özellikle son yirmi yılda, memleketimiz dediğimiz topraklarımızda büyüdükçe büyüdü.
Yalanlar, sahtekârlıklar, ikiyüzlülükler, çıkarcılar, utanmazlar, edepsizler, ahlaksızlar sardı etrafımızı.
Mesleğimizi, heyecanlarımızı, hayallerimizi, kazançlarımızı, neşemizi elimizden aldılar.
"Biz tekrar ne zaman gülebileceğiz, ömrümüz yetecek mi" diye sormaya başladık.
Ya hırçınlaştık, öfkemiz kabardı, ya küstük, suskunlaştık, ya köşemize çekilip doğru bildiklerimizi tekrar tekrar gözden geçirdik, yeni tahliller yaptık ama sonuçta mücadeleye devam kararlılığıyla beraber ayakta kalmaya devam edebildik.
Ayaktaydık hâlâ ama iç organlarımızın iflası başlamıştı. Kiminin tansiyonu fırladı, kiminin şekeri, kiminin fıtıkları patladı, kimi kansere yakalandı ve Emel aniden kalp krizi geçirdi. Krizi atlatamadı.
Yavuz Oğhan kardeşim haber verdi. Yıllardır yaşayamadığım Türkiye'den çok uzakta "İnanamıyorum" diye bağırdım ve hâlâ bağırıyorum. Süleyman Sarılar kardeşim aradı sonra ve kızım Ilgaz.
Konuşamıyorum, konuşamıyorum.
İki ay önce annemi kaybettiğimde Emel "Türkiye'ye dön artık Çiğdem, yapacak çok işimiz var" demişti.
Biz daha yaşlanmadık ki, memleketimizde yapacak çok işimiz var tabii. Tek tek değil, topyekûn yıkılan ağaçlarımızı dikeceğiz, işsizliğe ve umutsuzluğa hapsettikleri çocuklarımızı kurtaracağız, yıktıkları evlerimizi inşa edeceğiz, zulmettikleri kadınlara, kul ettikleri erkeklere çıkış yolları döşeyeceğiz.
Yapacak bu kadar işimiz varken, sen henüz yaşlanmadan nereye, nasıl gidersin kardeşim?
Beynini kimselere teslim etmedin, kalbini biz mi sağlam tutamadık?
Kırk yıllık geçmişimizin hatırası bizim kalbimizin de bir şehrin gürültüsü kadar ağrıması şimdi Emel.
Bu hayata kardeşlerini, eşin, dostum Erdoğan'ı, oğlumuz Tunç'u bıraktın, çoğalarak gittin ama bir kardeşi kaybetmek çok zor dostum, çok zor, çok zor.