İ. Bülent Çelik
İyilik bulaşıcıdır
Boji, çoğunuzun bildiği gibi İstanbul metro ve otobüslerinde, o durak senin bu semt benim, biletsiz, jetonsuz turlayan bir sokak köpeği…
Kafasına göre binip indiği metro, otobüs ve şehir hatları personeli ve bazı yolcular onu uzun süredir tanıyordu ama medyaya düşünce bir anda dünya çapında meşhur oldu.
· · ·
Büyükşehir Belediyesi tarafından, aşı ve kontrollerinin yapıldığı; kuru şampuanlarla temizlendiği; kulağına takılan bir çip ile takip edildiği duyuruldu.
Büyükşehir, bir anlamda, ilgili hatlarda, seyrüsefer halindeki vatandaşların, bu sokak canı ile karşılaştıklarında gönüllerini ferah tutmalarını sağlamak istiyordu.
· · ·
Ünü, dolaştığı istasyoların sınırını aşınca Boji için sosyal medya hesapları açıldı, sadece yurt içinde değil, yurt dışında da gazetelerde televizyonlarda haberler yapıldı.
· · ·
Ünlü olunca, Boji’nin, dünya çapında sevenleri, dostları arttığı gibi tartışılmaya da başlandı!
Elbette çoğunluk Boji’den yanaydı.
Ancak karşı olanlar da vardı.
“Canım, bir köpeğin metroda, otobüste ne işi var!” diyen samimi karşıtlardan çok daha fazla, Boji’yi cepheden hedefe koyan yandaş gazeteler seslerini yükselttiler.
Çünkü Boji bu kesim için, gariban bir sokak canı değil, İBB’nin canlı PR aracıydı.
Haddizatında, İmamoğlu’nu bir hayvansever olarak gösteriyor, toplumdaki sempatisini arttırıyordu.
· · ·
Yandaş basının en büyük argümanı “ya birini ısırırsa!” sanrısı idi.
“Ya birini ısırırsa, İmamoğlu sorunu üstlenecek mi?”
· · ·
Peki, Boji Büyükşehir için gerçekten bir ‘PR’ aracı mıydı?
Yoksa kullandığı hatlardaki vatandaşın, belediye personelinin zaten tanıdığı ve içselleştirdiği; bilinirliğinin artması üzerine Büyükşehir’in, o sempatik düzeni bozmak yerine, önlem almayı tercih ettiği bir vaka mıydı?
· · ·
Hadi diyelim ki PR aracı olsun! Bu PR’ın mesajı neydi?
Atatürk, kendisine: “Sizin için diktatör diyorlar. Siz bir diktatör müsünüz?” sorusunu soran Amerikalı gazeteciye “Evet diktatörüm. Ama demokrasiyi dikte ediyorum!” diye cevap vermişti.
· · ·
Bir kentin üst yapısının; aklı olan ama bizim anladığımız dilden konuşamayan bu sokak canlarına sahip çıktığını, onları ciddiye aldığını, onlara saygı duyduğunu en geniş objektifle göstermesi, sokaklarda taşlanan, tekmelenen, zehirlenen, eziyet gören sokak canlarının sayısını da azaltacaktır.
· · ·
Twitter’da güzel bir paylaşım okudum..
Diyor ki:
“İzmir otogarındaki olaya bak!
Köpek, üşüdüğü için Kars otobüsünün içine girmiş çıkmıyor.
Şoför, köpeği; “Kars daha soğuk!” diyerek inmesi için ikna etmeye çalışıyor..
Kars otobüsündeki köpek mi, yoksa Boji mi daha önce dolaşıma girdi bilmiyorum.
Ama insanlar birbirlerinden etkilenerek sokak canlarına daha fazla saygı göstermeyi öğreniyorlar..
Önemli olan bu!
· · ·
Yazının başlığı, Boğaziçi’li ve Eski Milli basketbolcu ‘Faruk Bayır’ abimden.
Onun adeta amentü gibi sürekli tekrarladığı bir söz.
“iyilik bulaşıcıdır!..
Gerçekten de öyledir!
Ama kötülük de bulaşıcıdır. Kötülüğe izin vermeyin!
Leman Sam: “Sahnede ölmeye niyetim var!”
Üç kuşağın şarkıcısı Leman Sam’ı, ‘Piarte Tv’ youtube kanalında, artık iyiden iyiye bir röportaj ustası olan Mahir Mircan ile yaptığı söyleşide izledim.
Her şeyi yaşayarak öğrenmeyiz!
Yaşayarak değil de, yaşayanlardan öğrendiğimiz şeyler olmasa ne kültürümüz, ne empatimiz gerektiği kadar gelişebilirdi. Kaydedilen ve tarihe bırakılan söz, ses, yazı, röportaj bunun için çok değerli.
Bu anlamda, Leman Sam’ın söyleşisinde beni de etkileyen kısa bir paylaşımını size de aktarmak istedim.
· · ·
“Benim bir halam vardı. Biz İtalyanlar gibi çok kalabalık bir aile değildik. Elbette kuzenler teyzeler filan vardı. Ama annem, babam dahil akrabalarımın içinde en çok sevdiğim kişi halamdı. Hepsi bir yana o bir yanaydı.
Derken rahmetli oldu.
Zaman sonra öğrendim ki o benim gerçek halam değilmiş.
Meğer o bizim Üsküdar’daki evimizdeki kiracımızmış..
Bana kimse söylemedi de. Ben onu hep halam bildim.
Hayatımda en sevdiğim yakınımdı..
Bu benim, yakınlık duymanın, sevmenin kan bağı ile belirlenmediğini anlamamı sağladı.
Demek ki kan bağı değilmiş, ilişkilermiş esas olan dedim.”
· · ·
“Emekli olmak, kenara çekilmek gibi bir kararım yok. Bu konuda Zeki Müren’i örnek alacağım. Sahnede ölmeye niyetim var!..” diyor usta ses…
Belli ki izleyicileri arasına birkaç yeni kuşak daha eklemeye niyetli.
Umarız da öyle olur. Sadece sesiyle, yetenekleriyle değil duruşuyla, hayatı yorumlamasıyla da abide olma noktasına ulaşmış Leman Sam gibi hazineler kolay yetişmiyor.
Uyandırma servisi
“İnek hırsızı ve linç güruhunun” davaları dördüncü kez ertelendi. Beşinci celse 2022’nin ilk ayının sonunda görülecek.
İyi de, inek hırsızı ve linç güruhunun davaları ertelenerek dava ortadan kalkmıyor ki.
Sadece öteleniyor. Kanıtlar, görüntüler, şahitler, olayı yaşayanlar ve onların ısrarlı takibi ortada!
· · ·
Ben şimdi inek hırsızı ve linç güruhu kardeşlerime ufak bir uyandırmada bulunayım.
Davaya bakan yargıçların davayı uzatarak size iyilik yaptığını sanıyorsunuz değil mi?
Ah benim sabi beyinli şaşkınlarım!
· · ·
Bu mahkeme uzasa uzasa 2023 seçimlerinin bir tık sonrasına kadar uzayacak.
Sonra?
Sonrasını söyleyeyim. Davanıza iktidarın hışmından korkmayan, adaleti ‘adaletli’ dağıtan yargıçlar bakacak.
Bugün şöyle böyle, orta karar bir ceza almış olsanız çok daha karlı çıkacaksınız!
Bizi kimse uyandırmadı demeyin!
Reklamda korku duvarı aşıldı
Ülkenin yeniden eksen değiştirdiğini ya da hafif kaydırılan eksenini eski yerine oturtmaya başladığını televizyon reklamlarına bakarak anlayabilirsiniz.
· · ·
Bir yıl öncesine kadar “muhalif” olarak yaftalanan kanallar reklam alamamaktan, daha doğrusu özel kurumların korkudan kendilerine reklam veremediğinden şikayetçiydi.
· · ·
Dakikalarca süren doğrudan kitap satışı reklamlarını; zar zor ekran başına topladıkları seyircileri öğüten bir değirmene dönüştüğünü göre göre, vermek zorunda kaldılar.
· · ·
Gerçekten de saygıdeğer iş camiamız, uzunca bir süre bu kanallara, reklam alma olgunluğuna gelmiş olmalarına rağmen, korkudan reklam vermedi..
· · ·
Ancak (kedilerden özür dilerim ama) kapitalistler kedi gibidir. Sıkıştırılana kadar kaçarlar. Sıkışınca da fena halde tırmalarlar…
Baktılar ki müşteri yoğunluğu merkez medya denilen kanallardan kaçarak bu kanalların seyircisi oldu, korku duvarı da aşıldı.
· · ·
Tüccar, deposunda onu batıracak mal birikirken korku mu tanır?
Böylece “muhalif” kanallara da reklam yağmaya başladı.
Onlar da, hem kendilerini ‘loop’a sokan, hem seyirci için de bıktırıcı hale gelmiş olan doğrudan satış partnerlerine bir bir teşekkür etmeye başladılar.
· · ·
Muhalif kanalların, ticaret erbabından reklam alıyor olması kara kaşlarının hatırına değil, seyircinin -yani müşterinin- o ekranların karşısına yığılmasından ötürü.
Merkez medya denilen şey, binaların büyüklüğü, çalışan sayısının çokluğu ya da alet edevat envanterinin fazlalığı ile belirlenmiyor.
Belirli tüketici kategorilerine ayrılmış seyircinin, istikrarlı bir şekilde önüne yığıldığı ekranlar, merkez medyayı oluşturuyorlar. Bu da artık reyting ölçümleri ile çok kolay ve hızlı belirlenebiliyor.
· · ·
İsmet İnönü’nün 1964’te Başbakanlığı döneminde, hızla değişen dünya düzeni karşısında unutulmayan bir ifadesi var!.
“Yeni bir dünya kurulur biz de oradaki yerimizi alırız!”
Yeni bir dünya kuruldu ve reklamlar o dünyadaki yeni yerlerini almaya başladılar.
· · ·
Reklamın olduğu yere seyirci gitmez!
Reklam seyircinin olduğu yere gider.
Reklamlar artık muhalif olarak damgalanan kanallara gidiyor.
Zorlanarak kaymış olan eksen yeniden yerine oturuyor.
Reklamların yön değiştirmesinden belli ki “gelmekte olan geliyor!”
Asıl film, hemen reklamlardan sonra!
Dünyada ilklerin ülkesiyiz
Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefete, “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz” dedi.
Meral Akşener bu cümleyi duyduğunda, önce Erdoğan’ın böyle birşey söylediğine inanmadığını söyledi.
Nasıl inansın ki?
Bir iktidarın, bir muhalefete, “Sakın iktidar olmayı aklından geçirme!” gibi bir cümle sarf etmesi bir kere hayatın olağan akışına ters!
Sonra da acı gerçekle yüzleşti.
“Yahu hakikatten de söylemiş!” dedi..
Tepkisini olabilecek en nazik biçimde aktararak kendisini ciddiyete davet ettiğini belirtti..
· · ·
İktidar her yönetimde bulunur. Oysa muhalefet sadece demokrasilerde vardır!
Ama muhalefete, “iktidara gelmeyi sakın aklından geçirme!” diyen bir iktidara, sadece Türk tipi Cumhurbaşkanlığı Sisteminde rastlayabilirsiniz!
Ve ona da rastlamış bir kuşakta bulunuyorsunuz!
Ne kadar övünseniz azdır.