Mesut Yeğen
İttifak ve adaydan fazlası
Enflasyonun iyice kontrolden çıkması türünden olağanüstü bir gelişme olmazsa önümüzdeki seçimlere aşağı yukarı bugünküne benzer bir tabloyla girme ihtimalimiz yüksek görünüyor. Tablo malum: Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, desteği gün be gün erimesine rağmen Erdoğan da kazanabilir karşısındaki (bir) aday da. Seçimlerin ‘bunca şeye rağmen’ çantada keklik değil de ancak kazanılabilir olması muhalefetin büyük, birincil sorusu hakkında şüpheye yer bırakmıyor: Erdoğan’ın karşısında cumhurbaşkanlığı seçimlerini kim, nasıl bir aday kazanır?
Bu büyük soruya iki cevap verilmiş gibi görünüyor. Gücünü Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı muhalefetin bir ‘geçiş’ programında ortaklaşmasından alan, seçildiği takdirde geniş cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanmaktan imtina edebilecek ‘olgunluktaki’ birine karşı, gücünü ‘kendisinden’, bir başına temsil ettiği imajdan da alan bir ortak aday. “Erdoğan’ı muhalefetin bir programda uzlaşması mağlup eder” fikrine karşı “Erdoğan’ı muhalefetin kuvvetli bir adayda uzlaşması mağlup eder” fikri. İkincisinin yol açması muhtemel yeni bir Erdoğan’la baş başa kalma riski alınmak istenmediğinden olsa gerek, bugünlerde muhalefet cenahında ilk cevap daha ağır basıyor.
Bugünlerde hangisinin daha çekici göründüğünden bağımsız olarak “Erdoğan nasıl, kimle mağlup edilir” sorusunun her iki cevabı da makul, doğru görünüyor. Cumhur İttifakı tek adam rejimine denk düşen bir programda mutabakat sağladığından ve Erdoğan gibi kuvvetli bir figürle temsil olunduğundan, seçmen desteği Cumhur İttifakı’nınkini geçmiş görünen muhalefet de alternatif bir programda mutabakat sağlarsa ya da kuvvetli bir adayda ortaklaşırsa hele her ikisini birden yapabilirse Erdoğan’ı mağlup edebilir görünüyor. Cumhur İttifakı’nı ve Erdoğan’ı iktidara getiren ve ‘bunca şeye rağmen’ halen kazanabilir kalabilir kılan AK Parti’yle MHP’nin bir program üzerine uzlaşması ve Erdoğan gibi kuvvetli bir lidere sahip olmasıysa bu sonuca varmak mümkün gerçekten.
Erdoğan’ın ‘Fazlası’
Peki değilse? Söz konusu durumun arkasında bir programda mutabakat ve gerçek bir lidere sahip olmaktan fazlası varsa peki? Naçizane kanaatim durumun tam da böyle olduğu yolunda. Cumhur İttifakı’nın ve Erdoğan’ın iktidara gelmesinin ve ‘bunca şeye rağmen’ halen kazanabilir olmasının ardında AK Parti’yle MHP’nin bir program üzerine uzlaşması ve Erdoğan gibi bir lidere sahip olmasından fazla bir şey var ve muhalefet, Etyen Mahçupyan’ın bir süredir ısrarla vurguladığı üzere, bu fazlalığı nötralize edecek kendi ‘fazlalığını’ ortaya koyamazsa cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamayabilir, hele de ekonomide dikişler atmazsa.
Fazlalık dediğim öyle somut bir şey değil. Bir kısmı belirli diğeri belirsiz duygulardan oluşan genel bir duyguya tercüman olmak, böyle bir duyguya biraz sahip çıkmak, biraz da böyle bir duyguyu icat etmekten söz ediyorum. Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın bunca şeye rağmen kazanabilir olmasının ardında birazı icat edilen bir genel duyguya sahip çıkıp, tercüman olmak var. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı sisteminde seçimleri kazanabilmesi için de söz konusu durumu bir şekilde nötralize etmesi gerekiyor. Söylemek istediğim bu.
Başka şeylerin de etkisi olduğuna şüphe yok ama bilhassa Arap Baharı’nın serencamı Türkiye’nin sıradan vatandaşlarının epey büyük bir kısmında dünyanın çivisinin çıktığı duygusunu yaratmış durumda. Değişen derecelerde olmakla beraber muhafazakârından sekülerine vatandaşların büyük kısmı hem siyaseten hem de iktisaden dünyanın bildikleri dünya olmadığının farkında ve bu genel bir endişe duygusuna kaynaklık ediyor. Çözüm sürecinin çökmesi ve 2016’daki darbe girişimi gibi içerideki olaylar bu genel endişe duygusunun somutlaşıp yerelleşmesine, memleketin kolektif tarihsel hafızası ise büyümesine yol açmış durumda.
Cumhur İttifakı ve Erdoğan epey bir zamandır bu genel duyguyu bir yandan ciddiye alıp sahip çıkarken diğer yanda da bu duyguyu bir kalıba döküp, bir tür tercümanlık yapıyor. Dahası, tam da bu duyguya yaslanarak Türkiye için risk ve fırsatlar yaratan bir durum hikâyesi yazıyor Cumhur İttifakı ve Erdoğan bir zamandır. Bu hikâyeye göre, dünyanın çivisinin çıkmış olma hali Türkiye için bir risk ve fırsatlar iklimi yaratmış durumda ve bu iklimde riskleri azaltıp fırsatları kullanmanın yolu, Türkiye’nin bir kısmı Birinci, bir kısmı da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından şekillenen iç ve dış siyaset koordinatlarını yenilemekten geçiyor. Detaylandırmak tabii ki mümkün ama söz konusu koordinatlar kabaca Türkiye’nin Batı ‘yörüngesinde’ ve şu ya da bu biçimde bir demokratik bir ülke olmasıyla ilgili.
Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın hikâyesine göre Türkiye’nin dünyanın çivisinin çıkma halinin yol verdiği risklerden zarar görürken bu durumun yarattığı fırsatları kullanamıyor olmasının ardında ülkenin yabancılaşmış bir elit tarafından taammüden Batı’nın yörüngesine sokulmuş olması ve (parlamenter) demokrasinin sebep olduğu ‘atalet’, hızlı ve isabetli kararlar alamama hali var. Çare de açık: Batı’dan özerkleşmek ve siyasi kararların alınmasını müzakere ve katılıma değil, lidere bırakmak. Somali’de üs kurmak, Libya ve Suriye’de iç savaşa müdahil olmak, savunma sanayiini güçlendirmek, başkanlık sistemine ve milli ve yerli ekonomiye geçmek, Kürtlere hiçbir yerde gün yüzü göstermemek vs. de bu genel çarenin alt başlıkları.
Özetle, bahsettiğim fazlalığın esası şu: Kalabalıkların kapıldığı ama tam da tanımlayamadıkları endişe duygusunu paylaşmak, bu duyguyu bir kısmıyla canlı tutup bir kısmıyla yatıştıracak biçimde tanımlayıp siyasete tercüme etmek ve meseleyi bilen ve halledecek birileri var güvenini oluşturmak. Cumhur İttifakı’nın ve Erdoğan’ın bunca şeye rağmen halen kazanabilir olmasının ardında bir program ve liderle beraber sözünü ettiğim bu fazlalık da var.
Muhalefetin ‘Fazlası’
Cumhur İttifakı ve Erdoğan’a verilen desteğin ‘bunca şeye rağmen’ halen %40 civarında olması, muhalefetin halletmesi gereken tek meselenin bir programda ve adayda ortaklaşmak olmadığını, sözünü ettiğim bu fazlalığı nötralize edecek kendi ‘fazlalığını’ icat etmesi gerektiğini gösteriyor. Peki ne olabilir bu fazlalık? Muhalefet Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı’nın fazlalığını nasıl bir fazlalıkla nötralize edebilir?
Her şeyden evvel dünyanın çivisinin çıkmış oluşunu da, bu durumdan türeyen duyguları da ciddiye almak gerekiyor. Aslında, ciddiye almaktan da fazlası… Dünyanın çivisinin çıktığını kabul etmek ve bu durumun kalabalıklarda yarattığı duyguları samimiyetle paylaşmak gerekiyor öncelikle. Ardında da bu duruma dair alternatif, daha iyi bir güven hikâyesi yazabilmek. Kalabalıkların belli belirsiz de olsa farkına vardığı, farkına varmış olduğu için de endişelendiği durumun muhalefet liderleri tarafından da idrak edildiğine şüphe yok. Onlar da Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında oluşup da Türkiye’yi senelerce bildik, alışıldık statükoda tutan parametrelerin değişmiş olduğunu pekâlâ biliyorlar tabii ki. Sözünü ettiğim, idrak edilen bu durumun söze dökülmesi ve bu söze dökme etrafında bir perspektifin geliştirilmesi. Diğer bir deyişle, kalabalıkları endişelendiren durumdan endişelenildiğini ve fakat bu endişe verici duruma dair bir perspektife, bu durumla baş edebilecek bir hikâyeye sahip olunduğunun gösterilmesi. Cumhur İttifakı’nın ve Erdoğan’ınkini nötralize eden bir perspektif ve hikâyeye tabii ki.
Peki ne olabilir bu türden bir perspektif? Dünyanın çivisinin çıkmış olma haliyle Batı’dan boşanarak ya da fırsat görülen her jeopolitik boşluğu doldurmaya çalışarak değil, Türkiye’yle Batı arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayarak baş edileceğini telkin eden bir perspektif mesela. Keza, dünyanın çivisinin çıkmış olma haliyle, lider ve liyakati şüpheli ekibince değil, memleketin toplumsal dinamiklerini yansıtan bir müzakereyle alınmış kararlarla baş etmeyi esas alan bir perspektif. Dünyanın çivisinin çıkmış olma haliyle baş etmenin yolunun bir gün onunla, sonraki gün diğeriyle kavga etmekten değil, var olanlara yeni müttefikler eklemekten, memleketin bir yarısını diğerine düşmanlaştırmaktan değil, uzlaşmaktan geçtiğini anlatan bir perspektif diğer bir deyişle.
Dünyanın gidişatından endişe eden kalabalıklara şu iki noktayı anlatmak, kalabalıkları şu iki konuda ikna etmek o kadar da zor olmasa gerek: Birincisi, Türkiye’nin o çok şikâyet edilen Batı yörüngesinde olma hali Tanzimat ya da Cumhuriyet elitinin bir gecede aldıkları kararların sonrasında değil, yüzlerce sene içerisinde oluşan bir jeopolitik mülahazaya bağlı olarak, adım adım ortaya çıktı ve zaman içerisinde de aynı kalmayıp dönüştü. Dolayısıyla memleketin diplomasi tarihinde taammüden atılmış adımlar varsa bunlar Birinci Dünya Savaşı esnasında Triumvira’nın attığı ya da s-400 almakla ilgili olanlar olabilir, memleketin zamanla Batı yörüngesine oturmasına yol verenler değil. İkincisi, Türkiye dünyanın çivisinin çıkmış olma haliyle toplumsal ve entelektüel varlığının önemli bir kısmını baskı altında tutarak, heba ederek ya da yedekte tutarak değil, bu varlığı uyarınca, etkili bir biçimde kullanarak daha iyi baş edebilir. Yanaşmacılık, ulufecilik ve sadakatla yürüyen bir siyasi rejimdense müzakereye dayalı bir demokrasi dünyanın bu haliyle baş etmekte işe yarar. Bunları anlatmaktan, bunları esas alan bir hikâyeden söz ediyorum.
Özetle, muhalefetin bir programda, bir adayda ortaklaşmaya ihtiyacı olduğu kadar, dünyanın zor zamanlarıyla nasıl baş edileceğine dair bir hikâyeye, bir ‘fazlalığa’ ihtiyacı var görünüyor. Seçmenin iktidar değişikliğine ikna olmakta ‘gecikmesinin’ sebebi bu türden bir hikâye noksanlığı olabilir.