İstanbul’u Geri İstiyorlar

Türkiye siyasetinde birkaç gündür Saraçhane mitingleri ve siyasal yasaklama çerçevesinde yargı hamlesi konuşuluyor.

Kuşkusuz, konuşulunca da Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı tartışmalarının finalitesi oluyor.

Sonda söyleyeceğimizi hemen başta söyleyelim; bu tür yargı hamlelerinden medet ummak tam bir hayaldir.

1946 seçimleri “açık oy - gizli sayım” oldu. Yargıç güvencesi yoktu. 1950’de halk, “Yeter” dedi.

1980 12 Eylül Darbesini yapanlar, hukuksuzluğun mevcut siyasal ve sosyal iklimi kuşattığı koordinatlarda, 1983 seçimlerinde halka kime oy vereceklerini tarif ettiler. ANAP bile neticede aldığı oya inanamadı.

Ve 2019 İstanbul yerel seçimleri… Aynı aday 3 ayda oyunu 800.000 bin arttırdı.

Hukukun, irfanın, vicdan ve izanın gittiği yere, halkın elindeki tek güç olan sandık ve oy, bunun karşılığını veriyor.

Geçen hafta yaşananlar bir hukuk operasyonuydu.

Halk da Saraçhane’de yerini aldı.

Kılıçdaroğlu’nun Saraçhane mitingini sosyal medyadan duyması, Akşener’in hemen Ankara’dan gelip 2 gün üst üste Ekrem İmamoğlu’nun yanında olması, olayı iyice komplo teorilerine müsait hale getirdi.

Öyle ya, CHP’nin bir üyesi olan İmamoğlu, adeta CHP’den çok İYİ Parti’nin sevgi ve teveccühüne mazhar oluyordu.

Üstelik İmamoğlu, aday anketlerinde son Karadeniz seyahati sonrası alt sıralara düşmüştü.

Öyle ya, bu tür yargı salvoları, adayı mağdur yapıp daha da parlatıyordu.

Eğer bu siyasi mühendislik, Cumhur İttifakı’ndan geldiyse bu tür bir mağduriyetin prim yapacağı hesaplanmamış olamazdı.

Yoksa darbe Kılıçdaroğlu’na mıydı?

İşte senaryolar havada uçuşmaya başladı.

Bir senaryoya göre aslında İmamoğlu’nun yıldızı parlatılmak istendi. Ve yine güya bu senaryonun hazırlayıcıları için, Cumhur İttifakı’nın farklı bileşenlerden oluşması itibarıyla, farklı güç adacıkları [Milli güvenlikçi unsurlar ve Soğuk Savaş dönemi Gladio’su sonrası hegemonik güç atfedilen otonom dinamikler (!)] tercihlerini Kılıçdaroğlu yerine İmamoğlu’ndan yana kullanıyorlardı.

İmamoğlu’nun onlara göre kontrol edilebilir ve gözlemlenebilir olması, gözlemlendiği ölçüde denetlenebilir, müzakere edilebilir ve uzlaşılabilir olmasıydı.

Burada itiraz edilecek nokta, Kılıçdaroğlu’nun, adeta TESEV kökenli olması ile neo-liberal ve Batı yanlısı addedilirken İmamoğlu’na adeta Avrasyacı rolü biçilmesi… (Oysa daha dün İngiliz ve ABD büyükelçileri ile görüştüğü için şiddetli eleştirilere maruz kalan İmamoğlu’ydu.)

Yine bu senaryoya göre Abdullah Gül’ün adaylığını engelleyen Akşener, bu kez Kılıçdaroğlu’nu engelleyecekti. (Bu senaryo Akşener’i adeta bir Truva Atı yapıyordu.)
Oysa hayatın kendi dinamikleri bazen basitlik ve sadelikte yatıyor.

Bu itibarla 2. yaklaşım benim de benimsediğim bir analiz.

Bu bir iktidar dayatması, siyasetin hukuka karşı galebe çalmasının uç örneklerinden biri.

Bu hamle ile;

1- İmamoğlu siyaset dışına itilecek
2- İBB ele geçirilecek
3- Seçim öncesi ele geçirilen İBB vasıtasıyla para muslukları açılacak
4- Açılan musluklar ile iş, aş ve sosyal yardım dağıtılacak
5- İmamoğlu seçim mitinglerinden uzaklaştırılacak
6- Ve finalde Altılı Masa’da çatlaklar oluşturulacak

Seçimde de Erdoğan, aday olacak Kılıçdaroğlu’nu yenecek. Yenildiğinde de tüm muhalefet kırık bir vazo gibi dört bir yana dağılacak, tarumar olacak.

Bu arada İmamoğlu’nun İBB Başkanı olduktan sonra da adeta hemen her gün cumhurbaşkanı adayları arasında isminin zikredilmesine bir gün bile “Ben İBB Başkanıyım ve görevimin başındayım” dememesi de ilginç.

İBB Başkanlığı’ndan veya herhangi bir büyükşehir belediye başkanlığından bir siyasal partinin genel başkanlığına giden yol olabilir. Ama bu yolun sonu her zaman ışıltılı olmayabilir.

Nitekim Erdal İnönü, ABB Başkanı Murat Karayalçın’a genel başkanlığı altın tepside sundu. Karayalçın ise sadece Çiller’e koltuk değneği oldu.

İmamoğlu, tevazu sınırları içinde, “Genel Başkanım ve genel merkez nasıl takdir ederlerse biz uyarız” gibi bir ifade yerine, “Genel Başkanım takdir edecektir ama kendimi de taca atmıyorum” diyerek kendini daima oyunun içinde tutmak istedi.

Ama şunu bilmeliydi ki İstanbul seçimleri oyu, kendisinden çok önce, Gezi Direnişi’nde mayalanmıştı.

Gezi’de demlenmişti.

Geniş bir toplumsal muhalefet dinamiği orada bir RIZA BİRLİĞİ oluşturmuştu.

O maya, daha sonra referandumda (2017) İstanbul’u “Hayır” çoğunluğuna götürdü.

İmamoğlu’nun bu geniş tabanlı Gezi mayasını kendi oyu sanması bence önemli bir yanılgıydı.

CHP örgütü ile arası hiç iyi olmadı. Sanki koskoca CHP evinde bir eğreti gelin gibiydi.

Bugün anlaşılıyor ki iktidar düzmece birtakım iddialarla halkın tertemiz oylarıyla seçilmiş belediye başkanını görevden aldırıp İstanbul’u “geri istiyorum” diyor. Bu çerçevede İmamoğlu’na düşen de, ait olduğu partinin örgütüne yaslanarak o örgütle beraber hukuk mücadelesi ve bir meşruiyet mücadelesine doğru yelken açmasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mithat Baydur Arşivi