Boray Acar
İlk Dört Maddeyi Tartışmaya Hazır Olun!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dâhil olmak üzere memleketteki “Siyasal İslamcılar”ın kahir ekseriyetinin içinden çıktığı MTTB (Milli Türk Talebe Birliği)’nin 48. Dönem Başkanı, 54. Refahyol Hükümeti’nin Kültür Bakanı, TBMM’nin 27. Başkanı ve en nihayetinde “Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu” üyesi olan İsmail Kahraman, geçtiğimiz hafta ruh köklerine işlemiş olan laisizm düşmanlığının tesiri ile, “Yeni anayasanın dindar bir anayasa olması gerektiğini ve değiştirilemez maddelerin anayasaya konmaması gerektiğini” ifade etti. Özellikle iktidar ortaklarının birbirlerinin ardı sıra verdikleri tepkiler karşısında çark etmiş gibi görünse de fikrini değiştirmediği aşikâr. İktidar ortaklarının arasındaki hassas fay hatlarından önemli bir tanesini hareketlendirecek olan böyle bir açıklama, Kahraman’ın bireysel çıkışı değil elbette. Geçmiş pratikler göz önünde bulundurulduğunda, iktidarın alışılagelmiş kamuoyu yoklaması yapma ve toplumu hazırlama hamlelerinden bir yenisi olmasının yanında, bir siyaset mühendisliğinin ürünü olduğu da aşikar. Kimsenin şüphesi olmasın, arkası da gelecektir.
“Arkası gelecektir” derken hazırlıklı olunması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Medyanın artık isimlerini dahi anmak istemediğim gediklileri, Kahraman’ın açıklamaları karşısında hükümet yetkililerinin gösterdikleri tepkileri büyük bir memnuniyetle karşıladılar. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik ilkesinin değiştirilemez olduğunun bir kere daha tescillendiğini ifade ettiklerine ve mutluluklarını içlerinde tutmayarak toplumla paylaşmak teveccühünü gösterdiklerine de tanık olduk. Türkiye’nin son yirmi yılını, bilhassa da basın yayın dünyasının içindeki etkili ve pahalı koltuklarından izlediklerini düşündüğümüzde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkmış herhangi bir kelamın “kati ve değişmez” olmayacağını da hepimizden daha iyi bilmeleri gerekiyor. Tabii bir de toplumu doğru yönlendirme mesuliyetini yerine getirmeleri. Şahısları nazarında böyle bir beklenti taşımıyoruz. Bugün çerez olarak ortaya sürülen şeyler yarın gündemin merkezine oturduğunda, hayatın güzelliklerinden bahsederek konuyu geçiştireceklerinden de emin olabiliriz.
Bundan sonra yaşanacakları öngörmek için yirmi yıl geriye uzanan bir tarih turuna da gerek yok. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin 40 adet F-16 ve 80’e yakın modernizasyon kiti almak için ABD’ye başvurduğu ve satışın gerçekleşmesi için Dışişleri Bakanlığı ve Kongre’nin onayının beklendiği haberini takip edenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Eyyy nidası ile başlayan kükreyişlerin böyle sessiz sedasız geriye dönüşler ile neticelendiğine ilk kez tanık olmuyoruz. Esed’inden Brunson’una kadar örnekleri çoğaltmaya başlayacak olur isek sayfalar yetmez. Dolayısıyla bu konu üstüne yapılan ve Kahraman’ı tekzip eden açıklamaların da tamamen konjonktürel olduğunu, kolaylıkla değiştirilebileceğini bilelim. Bir de zaman zaman yol kazaları yaşanıyor olsa da Erdoğan’ın tamburasının, onun bilgisi ve talimatı dışında bir şey söyleyemeyeceğini de unutmayalım.
İki hafta önceki yazımda, içtimai hayatın her tarafında boy gösteren Diyanet İşleri Başkanı’ndan yola çıkarak Cumhuriyet’in laisizm hamlesinin nasıl akamete uğradığını, kendi bakış açımla tarihi bir perspektiften ele almaya çalışmıştım. Bu süreci en fazla hırpalayan ve laiklik kavramının içini boşaltanlar bugün karşı cephelerdeymiş izlenimi veren siyasal İslamcılar oldular. Bunu planlı ve sistematik olarak yapmaya da devam ediyorlar. Bakınız çok belli etmese de (!) gerçek vazifesi sağlıklı ve yaşanabilir kentlerin kurulması olması gereken Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum şehrin merkezine camiyi oturtacaklarını ve cami etrafında şehirleşeceklerini söylüyor. Üstelik bu açıklamayı İsmail Kahraman’ın açıklamasından sadece iki gün sonra yapıyor. Yine aynı konuşmada, "Taksim Camii’nin, tüm insanlığın umudu olan büyük ve güçlü Türkiye’nin doğuşunun işaret taşı olduğunu” da söylüyor. Burada aslında içeriğin boşluğuna dikkat çekmek istiyorum. Bir mabedin yapımının, bu çağda, üstelik “Tüm insanlığın umudu” olabileceğine elbette kendisi de inanmıyor. Kaldı ki bu hamleler yerel ve küresel ölçekte bir karşılık bulsa idi, Ayasofya’nın ibadethaneye dönüştürülmesinin sarsıcı etkilerini bugüne kadar evrenin her köşesinde hissetmeye, dahası yaşamaya başlamış olurduk. Kurum’un toplum hassasiyetlerine dayanarak dolaylı yollardan verdiği mesajların Kahraman’ın sözlerine nazaran neredeyse hiç konuşulmamasının; kavramları adlı adınca kullanmamasından, daha açık ifade edecek olur isek, konuyu laikliğe bağlamamasından başkaca bir nedeni yok. Velhasıl; iktidarda olan siyasal İslamcıların, açık ve örtülü olarak bu konunun sıcaklığını kaybetmemesi için verdikleri uğraş; kendi tabanlarını konsolide etmek dışında, derinlerde yatan ve asıl odaklanılması gereken bir stratejiye hizmet ediyor.
Tam da bu noktada; bu denli içi boşaltılmış ve deforme olmuş bir kavramın koruyuculuğuna girişmenin, aslında ne kadar önemli bir uğraş olduğu gerçeğinin altını çizmek istiyorum. Siyasal iktidarın, laikliğin sadece laiklik olmadığı gerçeğinin bilinci ile hareket ettiğini ve muhafazakarları da içine alan muhalefet unsurları arasındaki dengeleri bozmak ve bundan siyasi rant çıkarmak maksadı taşıdığını görmek ve buradan hareketle laikliğe her zaman olduğundan daha fazla sahip çıkmak gerekiyor. Necip Türk Matbuatı’nın malumatfuruş abilerine duyurulur.