Haldun Solmaztürk
Hepsi öylece oturdular.!
“Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan benim o ünlü selamlamamı yapmamı istedi. Hepinizi … Türkiye özeline ait olmak üzere anti firavunist bilinçle selamlıyorum. Ne mutlu, ezeli ebedi ulu önderimiz Hz. Muhammed’in şefaatçisi olanlara. Ne mutlu Müslümanım diyene!” 25 Aralık 2015
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın tarihi salonunda, güya Atatürk’ü Anma Töreni…
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu düzenlemiş.
‘Töreni’ aşan bir süreç ve içerik var—doğrusu anma ‘programı’ olmalı—ama bunlar ‘dilci’ ya…
TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, Vatan Partisi Genel Başkanı, bütün Atatürkçüler hep oradalar. Bir de Yüksekova’dan gelen öğrenciler.
Senfoni orkestrası ve koro sahnedeler; tam ortalarında da konuşma kürsüsü var.!
Atatürk’e VE Malazgirt Zaferi’nden bu yana ‘tüm kahramanlara’, ‘kurucu kadro’ başta olmak üzere Cumhuriyet’in gelişmesi için gayret gösteren ‘herkese’ teşekkür ediyor. Nöbet bekleyen askerleri, ter döken esnafı, işçiyi, çiftçiyi, girişimciyi, velhasıl herkesi anıyor, “Gece gündüz çalışıyoruz” diyor.
Atatürk Suriye’de, Libya’da, Kafkasya sınırında görev yapmış. ‘Dikkat edilirse’ (onlar da) Mustafa Kemal gibi nerede ne yapılması gerektiğini biliyor ve atılması gereken adımı da atıyorlarmış.
Güya Atatürk’ü anlatıyor ama aslında icraatın içinden.!
Bazıları ‘Hiç yurt dışına çıkmadı’ derlermiş ama o çıktığını, Avrupa’ya gittiğini söylüyormuş. ‘Başında bulunduğu’ 57. Alay ile Çanakkale›de destan yazmış. Orada göğsündeki saate gelen şarapnelle yaralandıktan sonra 1915 sonunda İstanbul›a dönmüş. Mondros Anlaşması’nın ardından, saray ve [Osmanlı] hükûmeti ile yaptığı istişareler sonucunda Millî Mücadele’yi başlatmış.
Halbuki, ‘yurt dışına çıkmadı’ lafı Cumhuriyet dönemi için söylenir. Yoksa, Atatürk’ün 1910 Avrupa gezisini, özellikle Picardie manevralarındaki gözlem ve temaslarını tarihle az çok ilgili herkes bilir.
57’nci Piyade Alayı, Yarbay Mustafa Kemal’in tümenindeki alaylardan sadece biri(si)dir. Kahraman bir alaydı; komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey’di. Üstelik 25 Nisan günü Atatürk’ün emrinde 9’uncu Tümen’den birlikler de vardı. Dahası, Atatürk’ün Gelibolu muharebelerindeki ‘çeşitli görevleri’ ve başarıları tek bir alayla, Nisan 1915 muharebeleriyle ya da Arıburnu’yla sınırlı değildir. Anafartalar Grup Komutanı olarak üç kolorduya denk sayıda ve güçte birliklere komuta etmiştir. Conkbayırı’nda 10 Ağustos’ta göğsünden yaralanır AMA İstanbul’a dönmez, savaşır. Gelibolu’dan üç ay sonra, Kasım’da muharebeler fiilen sona erdiğinde ayrılır. Müttefikler 1915 sonuna kadar yarımadayı tahliye ederler. Saray ve hükûmeti ile yaptığı istişarelerle Millî Mücadele’yi başlattığı önermesi bir safsatadır.
Yani, programı düzenleyen arkadaşların tarihçilikleri de dilcilikleri kadar.! Tarihin ‘Fesli’ versiyonu…
Sonra ip kopuyor: “Hani bize diyorlar ya ‘Azerbaycan’da, Suriye’de, Libya’da ne işin var’, hani siz Kemalisttiniz, hani siz Atatürk’ün yolundan gidiyordunuz? Dürüst değiller, değiller.”
Sabah Anıtkabir’de deftere yazdıklarından akşam neler söyleyeceği zaten belli olmuştu: “Güya Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu partinin başındaki zat” diyor. Yüz kasları geriliyor, alnı kırışıyor, dişlerini sıkıp o lafı yine ediyor: “Gavurun kılıcını çalmaktan başka iş bilmeyen faşist zihniyet” hak ettiği dersi mutlaka alacakmış.!
O noktadan sonra Atatürk’ü anma programı AKP’nin siyasi şovuna dönüşüyor.
Gâvur, Farsça kökenli, Türkçede Müslüman olmayan kişileri işaret etmek için kullanılan aşağılayıcı bir isim ve sıfat. O kadar aşağılayıcı ki 1856 Islahat Fermanı’yla yasaklanan kelimelerden biri olmuş. Zamanla, Arapça ‘kafir’ sözcüğü ile eş anlam kazanmış.
Bir de ‘kılıç’ var.!
‘Gavurun kılıcını çalmak’ ifadesini çok seviyorlar ki ısrarla tekrarlıyorlar…!
Bu laftaki niyet, anlam ve saklı mesajlar Kuran’dan—Tevbe, Bakara ve Nisa surelerinden—geliyor.
Tevbe Suresi 5’inci âyete Ayetü’s Seyf, ‘kılıç ayeti’ deniyor: «Haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün.» (Tevbe, 5)
“Onları bulduğunuz yerde öldürün. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.» (Bakara, 191)
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler de tağut [put] yolunda savaşırlar. Şeytanın dostlarına karşı savaşın.” (Nisa, 76)
Bunların yalnızca ‘Mekke müşrikleri’ hakkındaymış gibi anlaşılmadığını bugün Ayasofya minberine ‘kılıçla’ çıkanlardan ve onlarla aynı ‘rahlei tedrîsten’ geçmiş dava (!) arkadaşlarının beyanlarından anlıyoruz. ‘Kılıç’ ayetinin mealini diğer ayetlerle birlikte okuyup, tam da “Ben Firavun karşıtıyım. Beni okuyanlar, tanıyanlar kimi kastettiğimi bilirler” küstahlığı, Cumhuriyet karşıtlığı ve Atatürk düşmanlığı etrafında şekillenen güçlü bir dinci siyasi ideoloji tabanı var.
Döne döne, tepinerek, ısrarla, ne dediklerinin tam bilinci içinde, siyasi muhalefeti “Gavurun kılıcını çalmaktan başka iş bilmeyenler” olarak tarif ediyorlar—Atatürk’ü anma programlarında bile…!
Bunlara belki engel olamayabiliriz ama katılmadığımızı bir şekilde ifade edebiliriz, etmeliyiz.
Orada oturanlar da edebilirlerdi, ama etmediler.
Sivili, askeri, sanatçısı, siyasetçisi, hepsi öylece oturdular.!
Alkışladılar.!
Yüksekova’dan gelen öğrencilerin—ve hepimizin—gözleri önünde…