Haldun Solmaztürk
Güçlü bir ‘Bay Kemal’ histerisi, nefret yarattılar!
Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefini benimsemiş, sosyal adalete ve hukuka inanan, tarihiyle ve ulusal kimliğiyle gurur duyan laik, demokrat kitlelerde hayal kırıklığı ve öfke var.
Görünen o ki aynı öfke—belki daha da güçlüsü—muhalefet liderlerinde de var.
Ama ikisi aynı şey değil.!
Demokrasiyi ‘araç’ olarak gören İslamcı/Ümmetçi bir siyasi kadro, Türkiye’yi ‘seçim demokrasilerinin’ bile kötü taklidi bir ülkeye dönüştürmeyi büyük ölçüde başardı.
Bunda AKP’nin sansür ve propaganda gücünün, medya üzerindeki kontrolünün büyük rolü oldu.
Sansür; bilinmesi, duyulması istenmeyen bilginin—gerçeğin—hedef kitleden saklanmasıdır. Propaganda ‘sansürün’ tersidir; kitlenin duygu, düşünce ve davranışlarını etkilemek—aldatmak—için bilginin çarpıtılmasıdır.
Bu iktidarın yumuşak karnı; kurdukları ihale düzeni, akıl almaz israf, keyfi ve beceriksiz yönetimle ülke kaynaklarını heba etmeleri ve bugünkü derin krize, kaosa sebep olmalarıydı.
Bunu gizlemek için sansürü, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için de ‘dinsizlik’ ve ‘terörle işbirliği’ hikayesine dayanan propagandayı kullandılar.
TRT ve Anadolu Ajansı’ndan başlayarak, medyaya el attılar. Satın al(dır)malarla ya da RTÜK, BİK gibi sözde bağımsız kurumlarla medyayı ya sindirdiler ya da kontrol altına aldılar. Meclis, idare, silahlı bürokrasi, yargı, üniversiteler, özerk (!) kurumları Parti’yle özdeşleştirdiler. Şimdi, rejim otokrasiye, yönetim ‘tek-parti devletine’ evrilirken sınırsız kaynakla desteklenen İletişim [Propaganda] Başkanlığı ve serbestçe çalışan ‘medreseler’, cemaatler ve tarikatlar da var.!
Bu gerçeklik ciddiye alınmalı ve tedbir getirilmeliydi.
Altı lider, seçim sürecinde birliktelik sergilemeli, kötü yönetim ve ‘tek adam’ rejimi yerine iyi yönetim ve demokrasi seçeneği sunmalı, en önemlisi, yozlaşmış düzeni halka anlatmalıydı.
Ama olmadı…!
Muhalefet, sansür ve propagandanın gücünü bir türlü kavrayamadı.
Tam Erdoğan’ın istediği gibi önce seçim ‘Bay Kemal mi, Erdoğan mı’ seçeneğine indirgendi. Sonra da Sünni-Alevi, Türk-Kürt ve Laik-İslamcı fay hatlarıyla oynayarak çok güçlü bir ‘Bay Kemal’ histerisi, nefret yarattılar. İddialı ‘Ben Kemal.!’ sloganı ve ‘şişirilmiş’ özgüven ters tepti.
‘Helalleşme’ ve ‘Alevilik’ söylemleri, umulanın aksine, çarpıtılmış algıları teyit ederek kimlik siyasetine hizmet etti. HDP’nin garip seçim stratejisi de muhalefete büyük zarar verdi.
Muhalefet sansüre gönüllü olarak uyarken AKP propagandasına hizmet eden vahim hatalar yaptı.
On yıl önceki 17-25 Aralık sürecinde bazı iş adamları, kamu görevlileri, siyasetçiler—dört bakan ve çocukları—hakkında başlatılan soruşturmanın ne olduğunu ortalama aklı olan herkes biliyor.
O bakanların, seçim otobüsü üstünde, Galya seferinden zaferle Roma’ya dönen Sezar pozunda verdikleri fotoğraf akıllardadır. O bakanlardan birini—şu anda Prag’da büyükelçi—Başbakan Erdoğan görevden aldı, üç bakan istifa ettiler. Soruşturmayı başlatan FETÖ’cü -- o zamanlar ‘Cemaat’ denirdi -- savcı bir ay sonra değiştirildi. Şüphelilerin tümü iki ay sonra serbest bırakıldı. İki yıl sonra Meclis o bakanları akladı. Bağımsız ve tarafsız Yargı da diğer şüpheliler hakkında ‘takipsizlik’ kararı verdi; hatta el konulan paralar ‘sahiplerine’ faiziyle iade edildi.
İstifa edenlerden biri, Erdoğan Bayraktar “Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için Başbakan’ın [da] istifa etmesi gerektiğine inanıyorum, yüce milletime saygılar sunuyorum” demişti.
Sayın Başbakan istifa mistifa etmedi.!
Yüce Milleti de unuttu gitti; herkes kulağının üzerine yattı.!
‘Bak Kemal’ seçimlere 10 gün kala bir canlı yayında, kendisini konu alan yapay zeka ürünü bir klip için “17-25 [Aralık] sürecinde de yapmışlardı öyle bir şey” deyiverdi ama sustu, açıklamadı.
Aslında kastettiği aynı dönemde üretilen kendisi—ve Bahçeli’yle—ilgili ‘sahte’ ses kayıtlarıydı.
Ama o sözler ve muğlaklık—türbana anayasal güvence (!) gibi—Erdoğan’a ‘gollük pas’ oldu. İki gün sonra Kayseri’de "Bay Bay Kemal şimdi çıkmış, 17-25 Aralık girişimindeki herşey [a.b.] montajdı diyor. Madem FETÖ kumpası olduğunu biliyordun darbe girişimine neden ortak oldun?” diyerek açıkça FETÖ ile işbirliği iması yaptı.
Yani Kılıçdaroğlu’nu kendisine ‘tanık’ yaparak, hem kendisini, hem de o bakanlar dahil bir dönemi, 20 yıllık icraatını ve tüm ‘kadroyu’ zemzemle (!) yıkadı, akladı.
Yaşanan felaketin en önemli sebebi bu işbilmezliktir ama tek sorumlusu ‘Bay Kemal’ değildir.!
Bu felaketten çıkışın sorumluluğu da kendilerine büyük ümitler bağlanmış olan altı liderdedir.
Yapılması gereken bellidir: AKP’nin kimlik siyasetine dayalı karalama propagandasına birlikte karşı çıkmak, AKP ‘gerçekliğini’ birlikte halka anlatmak ve değişim umudu vermek…
Böyle bir stratejinin muhalefete başarıyı getireceğini Erdoğan çok iyi biliyor; “Sayın [a.b.] Kılıçdaroğlu'nun önümüzdeki 12 gün boyunca temiz [a.b.] siyaset yürütmesini diliyoruz" diyor.
İşte şimdi Erdoğan’ın o çok iyi bildiği, dilediği, beklediği o ‘temiz’ siyasetin tam zamanıdır.!