Haldun Solmaztürk
“Gel bakalım buraya…!” – II
‘Ben söylemiştim’ lafı kulağa hoş gelmez—zaten hoş da değildir—ama bazen gerekiyor.
Dört yıl önceki 24 Haziran seçimlerinden sonra, CHP’deki ‘inandırıcılık’ krizine ve tabandaki ‘parti liderliğinin’ siyaset yapma tarzından kaynaklanan ‘hayal kırıklığına’ dikkat çekmiştim.
Her şey aslında 4 Mayıs 2018 günü, seçimden 50 gün önce başlamıştı—CHP Genel Başkanı, partinin Cumhurbaşkanı adayını “Muharrem İnce, gel bakalım buraya.!” diye çağırdığında…!
Basınla ilişkiler sağlıksız, iletişim felaketti. Siyasi söylem, ne o ‘adayla’ ne de müttefiklerle—Altılı-Masa olarak okuyun—bir türlü senkronize edilememiş, heyecanlar aklın önüne geçmişti.
Sabitlenmiş zihni haritalar parti yetkililerinin ‘duygusal zekalarını’ olumsuz etkiliyor, kritik konularda, ayak üstü, aceleyle, hükümlere dayalı demeçler veriliyordu.
İlgi çeken, düşündüren hikayeler yoktu; muğlak sloganlar hedef gruplarda itici etki yapıyor, ittifakın—bunu da Altılı-Masa olarak okuyun—diğer üyelerini dışlıyordu.
Kısır söylemler tekrar etmeye başlayınca ‘öteki mahallenin’ ilgisi azalmış, kitlelere heyecan verilememiş ve sonunda “Adam kazanmıştı.!”
CHP’de—siyaset yapma tarzından kaynaklı—kangren haline gelmiş bir ‘liderlik’ sorunu vardı. Parti siyasi kültürü ‘kuyruksuz aslanlara’ değil tabana kulak verecek ortak akla dayanmalıydı.
CHP mutlaka ‘büyük demokrasi koalisyonunu’ hedeflemeliydi—samimi olarak…!
Hiçbiri olmadı.!
Olur gibi yapıldı ama olmadı, olmuyor. Yıllar sonra yine aynı yerdeler…!
CHP genel başkanı—bu sefer seçimlere beş ay kala—İstanbul’dan çağırdığı ‘adayı’ işaret edip bu sefer “Baba-oğul gibiyiz” dedi. ‘Oğlu’ ifadesiz bir suratla ön sırada otururken o “Herkes Bay Kemal’i beklesin.!” diyordu—iki gün önceki Gençlik Buluşması’nda hala oradaydı.
Erdoğan ve şürekasının aslında çok basit bir propaganda stratejisi var.
Amiyane, “Ülkenin başına sarılan ve torunlarımıza da miras kalacak tüm belaların sorumlusu ‘dış güçler’ ve içerideki işbirlikçileri yani siyasi muhalefettir. Her şeyi ağzımıza burnumuza bulaştırdık ama bu Altılı-Masa’dan ‘bir cacık olmaz’, ülkeyi kurtaracak olan yine biziz” diyorlar.
Zaten söyleyebilecekleri başka bir şey de kalmadı.
Bu yüzden, seçimleri ‘Cumhurbaşkanlığı’ seçimine ve ne yapıp edip ‘Kılıçdaroğlu mu Erdoğan mı?’ ikilemine indirgemek istiyorlar—ki devlet, rejim ve kötü yönetim tartışması yapılamasın…!
Muhalefetin, ne yapıp edip cumhurbaşkanlığı tartışmasından kaçınırken halka demokrasiye nasıl dönüleceğini ve devletin yeniden—kurumları, kuralları ve kültürüyle—nasıl restore edileceğini anlatması ve güven vermesi gerekiyor-du.
Ama onlar tam da Erdoğan’ın istediğini yapıp seçimleri ‘Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu’ seçeneklerine indirgediler. Bir de elbirliğiyle ve başarıyla çizdikleri ‘Bunlardan bir şey çıkmaz’ imajı var ki o da Erdoğan’a bonus oldu.!
Hala geç değil…
Öncelikle—becerebilirlerse—şu cumhurbaşkanlığı meselesini kamuoyu önünde tartışmaya son vermeleri sonra da adayı artık belirlemeleri gerekiyor.
Kılıçdaroğlu—ve etrafındakiler—kendisini doğal ve tek aday olarak dayatarak ve göz göre göre ikinci ‘Gel bakayım buraya’ olayını sahneleyerek sadece tabanda değil Altılı-Masa’da da hayal kırıklığı ve güvensizlik yarattı. Bence Kılıçdaroğlu’nun başlangıçta mevcut olan adaylık—ve başarı—şansı artık çok azalmış belki de kalmamıştır.
İmamoğlu, Erdoğan ekibinin—haklı olarak—en korktuğu aday-dı. Ne pahasına olursa olsun seçime girmesini, girse bile göreve başlamasını engelleyeceklerdir. Bu önlenebilirdi ama oyun çok gelişti, artık başa dönmek mümkün değil, yeni bir oyuna da zaman kalmadı.!
Askerlikte ‘komutanlık istek ve hevesi var mı?’ diye sorulan durumlar vardır, çünkü bazı şeyler zorla olmaz.! Mansur Yavaş’ın hevesi yok, istemiyor; saygı duyulmalı.!
Altılı-Masa—içeriden ya da dışarıdan—bir başkasını bulmak zorunda ki biraz hayal gücü, biraz sorumluluk duygusu, biraz yaratıcı zekâ ve BİZ bilinciyle mümkündür.
Sonra devletin—yasamanın, bürokrasinin, yargının, özerk kurumların, kuvvetler ayrılığının, hukuk devletinin—nasıl restore edileceği tek tek, ikna edici şekilde anlatılmalı.
Büyük koalisyonun hükümet programı niteliğindeki—geçen hafta açıklanan—projelerin de açık, anlaşılır ve etkin şekilde, sistematik olarak kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor.
Ve halka bir güven ve büyük bir heyecan verilmeli ki şu ana kadar bunların hiçbiri yapılamadı.
Elbette, ne yazık ki büyük ölçüde İletişim Başkanlığı’nın propaganda planına uyan bağımsız medyaya—bir avuç tv, gazete platformuna—da görev düşüyor ama asıl sorumluluk Altılı-Masa’da, özellikle de CHP—ve İyi Parti—de.!
Mutfakta özveriyle çalışan ve isabetli tespit ve teşhislere dayalı çok somut fikirler, çözümler ve metinler üreten yetkin bir ortak kadro olduğu çok açık ama liderlik fonksiyonu hala kayıp.!
Bu kuyuya el ele vererek kendileri atladılar, şimdi de çıkış yolunu birlikte bulmak zorundalar.
Paniklemeden, telaşa kapılmadan, sakin, sağduyuyla çalışılırsa aşılamayacak bir kriz değil bu.!
Ama önce, asıl sorunun kimin cumhurbaşkanı olacağı değil, devletin, demokratik rejimin ve iyi yönetimin nasıl var edileceği olduğunun—lafta değil—samimi olarak kabul edilmesi gerekiyor.
Yoksa deniz bitmek üzere; böyle giderse adam yine kazanabilir.!