Derya Kömürcü
Erdoğan’ın oy potansiyeli
Türkiye siyasetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atfedilen bir tür “süper siyasetçi” statüsü var. Seçim kazanmayı bilen, hiç kaybetmeyen siyasetçi. Badireler atlatıp ayakta kalan siyasetçi. Kazanmak için her türlü ittifakı kurup bozabilecek pragmatik siyasetçi. Partisinin halk desteğinden çok daha fazlasını kendi bünyesinde barındıran karizmatik siyasetçi, vb.
Sürekli tekrarlanan ve farklı siyasal pozisyonlardaki farklı kişiler tarafından imal edilen, yeniden üretilen ve zihinlere işlenen bu iddia, Erdoğan’ı olduğundan daha güçlü göstermenin ötesinde, ona güç de katıyor. Zaten bu yüzden, 20 Aralık’ta kur korumalı mevduat açıklamasından sonra olduğu gibi, iktidar kanadındaki en ufak esintide muhalefet tarafındaki bazı kanaat önderlerinin yüreğinde fırtınalar kopuyor, felaket çanları çalıyor. Peki Erdoğan –devlet aygıtı içindeki gücünü bir an için değerlendirme dışında bırakacak olursak– seçmen nezdinde gerçekten resmedildiği kadar güçlü mü? Pek öyle görünmüyor.
Siyaset tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha fazla kişiler üzerinden yürüyen, lider odaklı, dar bir alana sıkışıyor. Yurttaşların, sadece seçmen olarak değil, bu ülkede yaşayan bireyler ve toplumsal grupların, sınıfların üyeleri olarak siyasal alana dâhil olma kanalları hemen her gün biraz daha kapanırken, lider ön plana çıkıyor. Siyaset kişiselleşiyor. Son yıllarda “Türk tipi başkanlık sistemi” bu durumu daha da güçlendiren bir etki yaratıyor.
Tam da bu yüzden önümüzdeki seçim, hangi partinin birinci olacağından ziyade, kimin cumhurbaşkanı olacağının, hatta bunun da ötesinde rejimin oylanacağı bir seçim olacak.
Erdoğan’ın oy potansiyelini tespit etmek için başvurulan yöntemlerden biri, karşısında herhangi bir aday olmaksızın seçmenlere önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olması durumunda Erdoğan’a oy verip vermeyeceğini sormak. Bu soru sorulduğunda seçmenlerin yüzde 55-60 aralığında bir kısmı “Erdoğan’a asla oy vermem” diyor. Bu oran 2021 yılı başında yüzde 43 seviyesindeydi. Yıl içinde “asla oy vermem” diyenlerde 15 puana yakın bir artış yaşandı. Buna karşılık “kesinlikle oy veririm” diyenler bir yılda yüzde 38’den yüzde 31 seviyesine gerilemiş durumda. Dolayısıyla Erdoğan’ın sadık seçmeninin oy oranının, AKP ve MHP’nin sadık seçmen oranından daha yüksek olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor. Hatta AKP ve MHP’den kopan ama başka bir partiye oy vermek konusunda çekinceleri olduğu için kendilerini kararsızlar ve oy kullanmayacaklar içinde konumlandıran seçmenlerin Erdoğan’a oy vermeme doğrultusundaki tercihlerini çok daha rahat ifade ettikleri görülüyor.
Erdoğan’a “asla oy vermem” diyenler şu anda Türkiye’nin en kitlesel ve kararlı siyasal gücünü oluşturuyor.
Peki yine de Erdoğan’ın kendine ait özel bir seçmen kitlesi var mı? Evet var ama ona seçim kazandıracak kadar geniş bir kitle değil. Seçmenlere, Erdoğan’ın aday olmaması ve Cumhur İttifakı’nın başka bir ismi aday göstermesi durumunda bu adaya oy verip vermeyecekleri sorulduğunda, “asla oy vermem” diyenler, Erdoğan’a “asla oy vermem” diyenlerden 2 puan daha az çıkarken, Cumhur İttifakı adayına “kesinlikle oy veririm” diyenler Erdoğan’a “kesinlikle oy veririm” diyenlerden 4 puan daha düşük çıkıyor. Başka bir anlatımla Erdoğan, herhangi bir Cumhur İttifakı adayından 4 puan fazla oy alırken, Erdoğan’a tepki duyarak oy vermeyenler 2 puan artıyor.
Ortada böyle bir tablo varken, 20 yıldır ülkeyi yöneten ve devletin tüm imkanlarını sonuna kadar kullanan bir siyasetçiye birtakım süper güçler atfetmenin ne kadar doğru bir yaklaşım olduğu tartışılır. Ayrıca lideri kutsayan bu türden değerlendirmelerin muhalefet üzerinde de rakibi gibi olma, onu yenmek için rakibine benzeme dürtüsünü tetiklediği görülüyor. Erdoğan’ın bir benzerine dönüşmek mi, onun antitezi olmak mı? Lider mi, ekip mi? Karizma mı, çözüm önerileri mi? Popülizm mi, katılımcı siyaset mi? Başta Millet İttifakı olmak üzere tüm muhalefet partilerinin bu sorulara daha net yanıtlar vermesi gerekiyor.