Derya Kömürcü
Erdoğan’ın Kaybetmesi Yeter mi?
Bugün AKP ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemekten vazgeçen seçmenlerin önemli bir kısmı, ekonomideki kriz nedeniyle ya da daha doğru bir ifadeyle ekonomik krizin kendi yaşamları üzerinde yarattığı tahribata gösterdikleri tepki nedeniyle oy tercihlerini değiştirmiş durumda. Yani ekonomik krizin etkileri hafifletilebilse ve bu kesim geçmişte olduğu gibi, sınırlı da olsa artan refahtan payını alabilse yeniden AKP’yi ve Erdoğan’ı desteklememek için bir neden görmüyor.
Onların artık iktidarı desteklememesinin nedeni, Erdoğan’ın ideolojisi, toplum tahayyülü, yönetim biçimi, tek adam rejimi, demokrasi açığı, adaletsizlik, hukuk devletindeki erozyon, eğitim ve sağlık sisteminin çökmesi, mafya-siyaset ilişkileri, yolsuzluk, adam kayırmacılık, liyakatsizlik ve bu listeye ilave edilebilecek daha pek çok şey değil.
Sorun, ekonominin kötü yönetiliyor olması.
Tam da bu yüzden, bugün artık Erdoğan’ın tercihlerinin bir sonucu olarak yaşadıkları hayata isyan edip “Erdoğan’a asla oy vermem” diyorlar. Ancak yarın tercihlerinin sonucunda hayatlarının düzeleceğine, iyileşeceğine inandıkları Erdoğan benzeri yeni bir lidere oy vermemeleri için hiçbir neden yok. Belki insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve benzeri değerler bağlamında Erdoğan’dan daha da geri bir noktadaki bir yeni lideri destekleyebilirler, hatta oy vermenin ötesinde onun neferleri haline gelebilirler.
AKP ve Erdoğan’a oy vermekten vazgeçen seçmenler içinde ikinci ve hiç de küçük olmayan bir küme, sadece ekonomik kriz ve bu krizin hayatlarına olumsuz yansımasına bakarak değiştirmiyor oy tercihini. Bu seçmen kümesi, ekonomik durumun ötesinde bir hayal kırıklığı yaşıyor.
Geçmişte bu iktidarı tutkuyla desteklemiş bazı seçmenler Erdoğan’ın vaat ettiği şeyi başaramadığını ve artık miadını doldurduğunu düşünüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin kötü yönetildiğine inanıyor ve bundan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. Ancak buradaki temel eleştiri Erdoğan’ın yürüttüğü siyaset, liderlik tarzı, yönetim şekli ve yöntemlerine yönelik değil, artık bunların hakkını veremiyor olmasıyla ilgili.
Başka bir anlatımla bu seçmenler, Erdoğan’ın ülkeyi kötü yönettiğini düşünüyor ama aslında ülkenin yönetilme biçimiyle ilgili bir sorunları yok. Aynı yöntemleri Erdoğan’dan daha iyi uygulayacağına inandıkları bir yeni tek adama kolaylıkla oy verebilirler.
Üçüncü bir nokta olarak, ne zaman ekonomik kriz derinleşse, işsizlik artsa, geçim sıkıntısı baş gösterse vatandaşları ortak bir düşmana doğru kanalize etmenin kolaylaştığını görürüz. Yabancı/öteki düşmanlığı artar, aşırı sağın yükselmesine müsait bir ortam oluşur. Normalde söylenmesi çok ayıp karşılanabilecek şeyler siyasetin konusu haline geliverir. Toplumun sinir uçlarıyla oynamaya hevesli siyasetçiler ön plana çıkar. Siyasetin gündemi vatandaşın gerçek sorunlarından, yaratılmış, kurgulanmış ortak bir düşmana doğru yönlendirilebilir.
Erdoğan’ın uzunca bir süredir temel siyasal strateji olarak belirlediği kutuplaştırma siyaseti altında, seçimi kimin kazanıp kaybedeceğinden bağımsız bir biçimde, Türkiye toplumunun bir arada yaşama, ortak bir gelecek hayal etme, yani yeniden bir toplum olma konusunda ciddi handikapları olduğunu görmezden gelmemek gerekiyor.
Bu yüzden gücün tek elde toplanmayacağı, kontrol ve denge mekanizmalarıyla güçlendirilmiş daha katılımcı, daha çoğulcu bir yeni rejimin inşası en az seçimi kimin kazanacağı kadar önemli. Dahası yeni iktidarın yozlaşmaması, geçmiş dönemin hatalarıyla yüzleşilmesi ve gerçek anlamda çoğulcu bir yönetim anlayışının yerleşmesi için sadece “Altılı muhalefet”in değil, üçüncü bir ittifakın da Meclis’te güçlü ve etkili bir biçimde bulunması hayati önemde görünüyor.