İ. Bülent Çelik
Eeyy Dünyanın Zenginleri!
“Bir insanın rahat yaşaması için ne kadar para gerekli?”
Gazeteci Meliha Okur, bu soruyu, Radyo Sputnik’deki programında Dilek Sabancı’ya sordu.
…
Dilek Sabancı kim?
Her ne kadar patronlarla uzlaşmaz çelişkisi olsa da, gençlik dönemimizde bizim solcuların da sempatiyle izlediği, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en komik patronu, merhum Sakıp Ağa’nın kızı!
…
Dilek Sabancı soruya: “Fazlasına gerek yok! 50, 100 milyon dolar yeterlidir. Bir evin bir araban olur, istediğin zaman istediğin yere seyahat edersin!” diye cevap verince sosyal medyada kızılca kıyamet koptu!
…
Bir kesim:
“Vay sen bir Türk zengini olarak, mutlu yaşamayı nasıl dolara endekslersin?”
“Bankaların tüketici kredisi verirken bile tüketiciyi ‘Bak dolar almayacaksın ha, ölümü gör!’ diye yemin ettirdiği şu Kur Korumalı Mevduat günlerinde nasıl mutluluğu dolarla ifade edersin?” derken, diğer kesim:
“Vay biz ekmek alacak parayı bulamazken sen nasıl 50 milyon dolara, 100 milyon dolara ‘eh işte!’ dersin?” diye yaylım ateşine geçti.
…
Sanki 10 milyon Türk Lirası yeter dese, sorun olmayacak!
…
Dilek Sabancı, hemen ertesi gün özür diledi.
“Meramımı, sehven başka bir para birimiyle ifade ettim!” dedi..
Mevzu kapandı!
…
İşi, her ne kadar Sabancı ailesinin sosyal sorumluluk projeleri üreten vakfını yönetmek olsa da; ne bu gereksiz lince maruz kalan Dilek Hanım, ne de onu eleştirenlerin büyük çoğunluğu, meselenin özünü doğru görememişler!
Para biriminde ya da miktarında takılıp kalmışlar!
…
Bu arıza sadece bizde değil!
Dünyanın kahir ekseriyesinin bir türlü anlayamadığı şey şu:
Rahat ve konforlu yaşamak başka şey, mutlu yaşamak başka şey!
…
Artı, mutlu olmak salt kendini mutlu etmeye çalışmakla sonuca ulaşılabilecek bir hedef değil.
Çünkü mutlu olmak bireysel bir mesele değil!..
…
Ey dünyanın zenginleri!
Eyy saraylarda, malikhanelerde yaşayan, varlıkları para olan yoksullar!
Etrafında mutsuz insanların oluşturduğu bir çemberde yaşamak, kenarları aç timsahlarla dolu, durgun ve güzel bir gölde yüzmeye benzer.
Stresiniz, yüzmekten aldığınız hazzı bastırır.
Çünkü stres hormonlarınız devrededir.
Timsahlara yem olmasanız da kalpten gitme ihtimaliniz yüksektir!
Ne 11 Eylül’leriniz biter, ne sokak katliamlarınız!..
50 korumayla hiç bir geziden zevk alamazsınız!
Anlayın şunu artık!
…
Gerçek mutluluk almakla, kazanmakla değil paylaşmakla yaşanır.
Paylaşmaktan haz almak, çalışılmış bir bilinç seviyesidir.
Sonuçta mutluluk, kandaki hormonlarla tezahür eden bir kimyasal durumdur.
Paylaşan insan, mutluluk hormonları salgılar.
Endorfin, epinefrin, oksitosin salgılar…
…
O hormonlar sadece sizi mutlu etmekle kalmaz.
Kanserden korur. Kalp krizinden korur..
Savunmanızı diri tutar. Hastalıklardan, bulaşılardan korur.
Bazı yoksunluklarınız olsa bile sadece paylaşarak mutlu olabilirsiniz.
Paylaşmayan bir dünyanın gelecek güvencesi yoktur!
…
Gelecek güvencesizliği fakirde de zengin de de aynı desibelde mutsuzluk yaratır.
Gelececek güvencesi olmayan insanların çoğunluğunu oluşturduğu bir dünya, ne zengini ne de fakiri mutlu eder!
Ameliyatı da asistanlarla mı yapacaksınız?
Bütün ayarlar yavaş yavaş ve itina ile bozulurken ‘serbest hekimleri’ atlamak olur muydu?
Tabii ki olmazdı!..
Sağlık Bakanlığının serbest hekimlere yönelik, özellikle de cerrahları etkileyen bir acaip yönetmeliği geçtiğimiz hafta yürürlüğe girdi.
…
Olayın özeti şu:
Türkiye’de 9 bin serbest hekim var.
5 bin’i aynı zamanda cerrah..
Bu cerrahlar operasyonlarını, operasyonun niteliğine uygun hastanelerde, o hastanelerle anlaşma yaparak gerçekleştiriyorlar.
…
Bundan sonra bu cerrahların sadece 500’ü, operasyonlarını hastanelerde yapabilecekler.
Neden?
Bilmem..
Bizim yöneticilerle ilgisi yok!
Öyle istedi Roma İmparatoru Caligula..
4.500’ü, ağzıyla kuş tutsa, konusunda dünyanın en usta cerrahı olsa hastasını ameliyat edemeyecek.
…
Dünyanın her yerinden hasta çeken, ülkeye döviz kazandıran bu işinin uzmanı cerrahlar ne yapacak?
Bildiniz!.. “Bırakınız giderlerse gidecekler..”
…
Bu tecrübeli uzman cerrahları yabancı ülkeler havada kapar..
Onlara birşey olmaz.
…
Olan yine bize olacak!
Hayır, paramız yetmese de seçeneğimiz vardı.
Artık o da olmayacak!
Vesayet
Vesayet, bir gücün siyaseti ele geçirmesi ve onu kamuoyunun taleplerini umursamadan, kamuoyunun aleyhine olmasına aldırmadan yönetme hevesidir.
…
Bu heves sadece, bellerinde taşıdıkları kılıçların ucuyla istedikleri gibi sınır çizebilme gücüne sahip olduğunu düşünen, süslü apoletlerle bezenmiş, haki üniformalı, ‘cool’ duruşlu asker abilerde tezahür etmez.
…
Vesayet, uygun demini, verimli ortamını bulduğunda, ata yakalı, pudra beyazı gömlekleri, iğneli kravatlı lacileriyle, takım elbiseli zevatın içerisinde de filizlenebilir.
…
Vesayet, bir kıyafet meselesi değil bir aykırı bilinç durumudur.
Vesayet, bazen kutup, bazen de elbise değiştirir
…
Genç Mustafa Kemal’e, ilk suikast girişiminin; daha bir Osmanlı Paşası iken, gizli İttihat ve Terakki toplantılarında, ısrarla sergilediği vesayet karşıtlığı yüzünden, Beşiktaş, Akaretler’e inen yokuştaki Bezm-i alem Valide Sultan Çeşmesinin tam karşı kaldırımında yapıldığını biliyor muydunuz?
…
Zaman geçer.
Cumhuriyet Devrimlerinin en ateşli dönemlerinde, Amerikalı bir gazeteci Atatürk’e sorar:
“Sizin için diktatör diyorlar, ne diyorsunuz?”
Atatürk gayet sakin başını sallar..
“Evet, doğru diyorlar!” der…
Amerikalı gazetecinin, hiç beklemediği bu kabulün şaşkınlığı henüz yüzünde asılı dururken, “bir farkla!…” diye devam eder Atatürk…
“Biz demokrasiyi dikte ediyoruz!”
Haftanın Tespiti
“Türk yargısı bugün, kendi Fetullahçılarını koruyup, karşıtlarına Fetullahçılık yaftasını giydiren bir aparata dönüştürülmüştür!”
Barış Terkoğlu / Gazeteci