Derya Kömürcü
Düzensiz göç ve siyaset
Son birkaç haftadır Türkiye yoğun bir biçimde Ümit Özdağ’ı ve onun gündem haline getirdiği konuları tartışıyor. Önce Mansur Yavaş’la ilgili cumhurbaşkanı adaylığı açıklaması, ardından sığınmacılar ve düzensiz göç konusundaki çıkışlarıyla siyasette hem gündemi belirleyen bir etki yarattı, hem de Zafer Partisi’nin oy potansiyeline dair bir merak uyandırmayı başardı.
Zafer Partisi’nin oy potansiyeline dair yapılan ve yapılacak ölçümler kısa vadede yanıltıcı olacaktır. Gerçek bir potansiyelden bahsedebilmek için anlamlı ve istikrarlı bir trendin oluştuğunu görmemiz gerekir.
Kaldı ki bugün araştırmalarda oy oranı baraj altında görünen partilere bir kısım seçmenin gösterdiği ilginin seçim sürecine girildiğinde “büyük” partilere yöneleceğini öngörmek yanlış olmaz.
Siyaset o kadar dar bir alana sıkışmış durumda ki, vatandaşın tek siyasal katılım aracı oy kullanmak. Bu durum herkes için kullanacağı oyu çok kıymetli kılıyor. Yürürlükteki tek adam rejiminin devam edip etmeyeceğinin oylanacağı bir seçimde seçmenlerin büyük bir çoğunluğu siyasete etki etme şansını çöpe atmak istemiyor. Tam da bu yüzden herkes bu kadar gergin ve ajite.
Siyasete nasıl bir etkisi olabileceğinden bağımsız olarak sığınmacılar meselesi, Türkiye’nin artık görmezden gelemeyeceği bir gerçeklik. Ele alması çok zor ve tehlikeli bir sorun, ama toplumsal hayatın her alanında somut yansımaları olan bir gerçeklik ve bir şeyler yapılması gerekiyor. Ancak biz, tam da iktidarın diğer sorunlara olduğu gibi bu soruna da yaklaşımından dolayı meselenin özünü tartışamıyoruz. Gerçekliği değil, kurgulanmış öznel “hakikat”leri tartışıyor ya da tartıştırılıyoruz.
Suriyeliler, Afganlar, mülteciler, sığınmacılar gibi adlandırmalarla aslında çok da doğru bir terminolojiyle tartışmıyoruz düzensiz göç konusunu.
Bu konunun, Türkiye için çok önemli ve vatandaşın fazlasıyla dikkatini çeken bir sorun olduğu doğru.
Bu soruna dair partilerin aldığı pozisyonların seçmenlerin oy tercihlerini ne kadar etkilediği ise tartışmalı.
Ekonomik krizin bu kadar ağır bir biçimde toplumun çok büyük bir kısmı tarafından hissedildiği, hemen herkesin yoksullaştığı bir ortamda konuyu “göndereceğiz”, “göndermeyeceğiz” ikilemi içine hapsetmek iktidarın işine geliyor.
Erdoğan iktidarının yapamadıklarını, yapmadıklarını ya da yanlış yaptıklarını görünmez kılıyor.
Kamuoyu araştırmalarının da gösterdiği üzere düzensiz göç konusu, siyaset kurumunun müdahalesiyle saman alevi gibi parlayan, ancak siyasetin gündeminden düştüğünde seçmenlerin de gündeminde oldukça alt sıralara yerleşen bir sorun.
Sosyal medyanın ülkenin seçmen evrenini birebir yansıtmadığını bir kez daha hatırlamakta fayda var.
Dünyanın her yerinde ne zaman ekonomik kriz derinleşse, işsizlik artsa, geçim sıkıntısı baş gösterse yabancı düşmanlığı artar, aşırı sağın yükselmesine müsait bir ortam oluşur. Toplumun sinir uçlarıyla oynayan siyasetçiler sivrilir. Gündem kolaylıkla vatandaşın gerçek sorunlarından, yaratılmış, kurgulanmış ortak bir düşmana doğru kanalize edilir. Fransa, Hollanda, Avusturya ve daha pek çok ülkede bunun örneklerini bulmak mümkün.
Türkiye’de de ne yazık ki otoriter popülist tek adamların, aşırı sağ hareketlerin, yabancı/öteki düşmanlığının yükselebileceği bir zemin oluştu, oluşuyor. Sadece sığınmacılar meselesi değil, başlı başına Kürt sorununun ele alınış biçimi, özellikle 2015 sonrasında Erdoğan iktidarının HDP’yi ve bu partiye oy verenleri terörle yan yana koyan yaklaşımı, bu zeminin gelişimine büyük katkı sağladı.
İktidarın özenle ve ısrarla yarattığı kutuplaşma ortamında, Türkiye toplumunun yabancıları konu dışı bıraktığımız durumda bile bir arada yaşama, ortak bir gelecek hayal etme, yani yeniden bir toplum olma konusunda ciddi handikapları varken, düzensiz göç sonrası ortaya çıkan yeni demografik yapının toplumdaki gettolaşmayı daha da artırması kaçınılmaz görünüyor. Tam da bu yüzden muhalefet partilerinin “geri göndereceğiz” sloganının ötesinde “geri gönderemediklerimizle nasıl bir arada yaşayacağız” üzerine de hazırlık yapması gerekiyor.