İ. Bülent Çelik
Düşen yakıt tankından çıkan dersler
Artık her türlü garip olayı derin bir metanet ve ‘deli saflığı’ ile karşılıyoruz.
…
Az zamanda öyle tuhaf şeyler yaşadık ki, artık vücudumuzu dik tutan civatalar iyice gevşedi. Motoru egzantrik miline bağlayan zincirin makaraları yatak sıyırdı, gayrı motor boş dönmeye başladı!
…
Misal, çölde yalnız başımıza dolaşırken aniden bir kutup ayısı ile karşılıklı temaşa etsek, yüzümüzde boş bir ifade ile kendimizi ayıdan makas almaya çalışırken bulabiliriz.
…
Bilimden uzaklaştığımız için önden hesap kitap yaparak yerli yerinde reflekslerle temkinli yaşamak yerine, ööyle bekliyoruz; vaka gerçekleşiyor ve sonuçlara bakarak yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
…
Bu sadece ekonomide, depremde, yangında, siyasette değil her alanda böyle!
…
Biliyorsunuz Ankara’da F4 savaş uçağının yedek yakıt deposu yerinden kopup otoparkta kendi halinde bekleyen 3 otomobilin üzerine düştü.
…
Biz de bir musibet bin nasihatten evladır diyerek bu musibetten şu sonuçları çıkardık!
…
1- Demek ki Ankara’da, anahtarları üzerinde bırakmasak bile güvenli otopark diye bir yer yokmuş. Zira üzerine tank düşünce üç aracın da kapıları açılmış.
…
2- Demek ki Ankara’da hala, Mürted, Etimesgut, Güvercinlik gibi askeri havaalanı güzergahlarına yakın semtlerde ev kiralarken zemin katları tercih etmenin daha mantıklı olduğu düşünülebilirmiş. (Hayır, bugün yakıt tankını düşüren yarın küt diye Altay tankını düşürebilir.)
…
3- Demek ki yolda yürürken havaya bakanlara “Havaya ne bakıyosun lan alık! Önüne baksana!” Dememek gerekirmiş, Zira bizim gibi alık olmayanların da arada bir havaya bakmasında fayda olabilirmiş.
…
4- Demek ki F4’ler gelecek yıl bir yaş daha alacağına ve askeri havaalanları şehir dışına taşınmayacağına göre; çocuklara verdiğimiz karşıdan karşıya geçme eğitiminde, “önce sağa, sonra sola sonra tekrar sağa”dan sonra “bir de havaya” şeklinde düzenleme yapmanın zamanı gelmiş de geçiyormuş.
…
5- Yedek yakıt tankı düştükten sonra uçak normal bir şekilde havaalanına indiğine göre demek ki F4’lerde yedek yakıt tankı olmasa da olurmuş!”
…
6- Demek ki, bu gün tankını düşüren; yarın motorunu, ertesi gün kokpitini düşürmeyeceğine yönelik bir garantisi olmayan 50 yaşındaki F4’lerimizin uçuş rotasını, parasını ödediğimiz F35’lerin üstüne yatan Amerikalıların İncirlikteki üssü üzerinden geçirmek ve yakıta acımayıp, bu rota üzerinde sık sık uçmalarını sağlamakta sayısız yararlar olabilirmiş!
(Bak bunda ciddiyim!. Uçak sesi duyunca biraz da onlar uyumasın bakalım, nasıl oluyormuş!)
Durduk yerde Teoman
Ben bu memlekette iki Teoman tanırım.
Birincisi, memur Teoman, ikincisi şarkıcı Teoman…
…
Memur Teoman: hani şu, Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında “Fotoroman Süleyman’lara değil, Memur Teoman’lara ihtiyacımız var dediği Teoman!”
…
Bakanları, müsteşarları çıtır çıtır satın alan Rıza Sarraf’ın parasıyla satın alamadığı Teoman!..
…
Sarraf’ın rüşvet trafikerini telefon kayıtlarında, “Neler yaptım. rüşveti kabul etmiyor adam” diye sızlandıran adam!.. Sonrasında “ödül” olarak Gaziantep’e sürülen, Memur Teoman!
…
Diğeri, 33 yaşındayken “Babamın öldüğü yaştayım!” bestesiyle her dinleyenin gönlünde ince sızı yaratmış müzisyen Teoman!
…
İşte bu ikinci Teoman şimdilerde sosyal medyada büyük bir saldırı sağanağını göğüslemeye çalışıyor.
Sebebi ise bir paylaşımında, yeni çıkaracağı albümün bir singılını şair Necip Fazıl Kısakürek’e adadığını yazması.
…
Teoman, Necip Fazıl’ın, sağın ideoloğu ve kindar biri olduğunu bildiğini ancak “kendi vatanında parya” cümlesine vurulduğu için onu seçtiğini belirtiyor.
…
“Cumhuriyetçi mahallenin” Necip Fazıl’ı yeterince tanımadığının da altını çizen Teoman, Fatih Altaylı’ya, bu girişimi: ‘AKP’nin iktidarı, 4 yıl sonraki seçimleri de alıp iktidarını bir 5 yıl daha uzatırsa derinleşeceğini düşündüğü iki ayrı mahallenin gençleri arasındaki uçurumun kapanmasına katkı olsun diye’ yaptığını belirtiyor.”Böyle nereye kadar abi?” diyor.
…
Halbuki Türkiye’de iki mahallenin özellikle de gençleri arasında öyle uçurum falan yok.
Her iki mahallede de uçurum, karşı takımın siyasetçileri ile…
Hatta araştırmalara göre Erdoğan’ın arkasında artık neredeyse Suriyeli gençler dışında genç yok!
…
Asıl uçurum, Teoman’ın “onlarla hiç ilgilenmiyorum, benim ilgi alanıma hiç girmiyorlar” dediği karşı mahallelerin yaşlıları arasında!
Bu durumda görülüyor ki, Teoman’ın çıkış noktasında ciddi bir sorun var!
…
Atatürk’e ve devrimlere düşmanlığı ile bilinen, “Örtünmeyen kadınlar perdesiz eve benzer, ya kiralıktır ya da satılık!” cümlesinin sahibi, Menderes’ten yandaş dergi çıkarmak için mektupla para isteyen, bu amaçla örtülü ödenekten aldığı parayla kumarda yakalanan bir kişiliğin, bir şiir mısrasına aşık olarak ona eser ithaf etmek, görünüşe göre Teoman’a önemli miktarda bir takipçi kaybı yaşatıyor!
…
İyi de neden?
…
Artık beste yapmayacağını, müziğe sadece konser ve turnelere devam edeceğini belirten, bir yılda sadece Harbiye Açıkhava’da 11 konseri kapalı gişe icra etmiş bir Teoman bu çıkışı, konserlerin, şenliklerin, gitgide daha fazla yasaklandığı bir iklimde, dokunulmazlık kazanmak için yapmış olabileceğine inanmak istemem.
Teoman bile o kadar hesapsız olamaz!
…
Fatih Altaylı’ya yeni çıkaracağı albümden söz ederken “Hiç dinlenmeyecek hobby albümüm!” diyerek içine sinen tek albümü olarak nitelediği yeni albümünün, müzikseverler tarafından ilgi görmeyeceği konusunda ilginç bir öngörüde bulunuyor!
Elhak doğrudur Sevgili Teoman!
…
Zira muhafazakar mahalle pek müzikle ilgilenmez.
Vur abalıya
Kılıçdaroğlu’nu, başından beri çeşitli nedenlerle tutmayanlar var!
Gerekçeleri birbirinden farklı da olsa onların bir kısmını anlamak mümkün..
…
Bir lideri, özellikle de siyaset gamının sol tarafında olduğunu hatta “sosyal demokrat” olduğunu iddia eden bir partinin liderini, bizim sosyal demokrasi maceramızın geldiği bu “eksikli” noktada, herkes sorunsuz bulursa zaten orada bir sorun vardır!..
…
‘Kitap okumayan’ solcuların küçümsediğine bakmayın!
Biliyoruz ki sosyal demokrasi: emeğiyle geçinenlerin, 150 yıldan bu yana verdikleri mücadelelerle patronlardan sökerek aldıkları, tırnaklayarak geldikleri bir siyasal aşamadır.
…
Kiminin demokratik, kiminin ise ekonomik sefaletten kurtulmak amacıyla kapağı atmak istediği Kuzey Avrupa ülkelerinin en yakınlaştığı uygulama biçimidir sosyal demokrasi.
…
Biz maalesef henüz bir sosyal demokrat parti tarafından hiç yönetilmedik!
…
En yaklaştığımız dönem; “Sosyal Demokrasiye Giriş” seviyesi diyebileceğimiz dönem; herşeye rağmen Atatürk’ün yönetimindeki 18 yıllık dönemdi.
…
Kim ne derse desin, sosyal demokrasi kuramının ruhuna en yakın reformlar ise 1960 ihtilali sırasında çıkarıldı.
…
Hele, II.Dünya savaşından sonra bizi hep sağ yönetti!
Menderes macerasından sonra, birkaç kısa koalisyon denemesini dışarıda tutarsak Türkiye’de ortanın solunun iktidarının toplam süresi 2,5 yılı geçmedi!
O da, altı aylık, onbir aylık kısa fasılalarla!…
…
Neredeyse benzer ekonomik ve sosyal koşullarla yola çıktığımız Avrupa ve özellikle de Kuzey Avrupa ülkeleri aynı süreçte yıldızlaşırken, herkesin göç etmek istediği, yaşamak istediği coğrafyalar haline gelirken, biz; karşılaştırmalı olarak baktığımızda, bu sağ iktidarların elinde, 1950’lerden sonra adeta çökertildik!
…
Şimdi ben soruyorum!
Adnan Menderes’in ilk hükümetini kurduğu 1950’den bu yana 70 yıldır ülkeyi yöneten, hem sosyal yaşamlarını hem ekonomilerini ve bu hale getiren sağ iktidarlardan hesap sormak varken, ülkeyi ilk kez sağın elinden kurtarmanın ilk adımını atmaya bu kadar yaklaştıran bir lidere, eleştirinin çok ötesinde bu linç girişiminin mantığı nedir?
…
Seçimin kaybedilmesinden sonra yaşanan derin hayal kırıklığı ile
her mevzunun ucunu Kılıçdaroğlu’nun liderliğine dayamak adeta bir deşarj kanalı oldu. Karşı mahalle de gevrek gevrek gülerek bu gidişi zevkle tetikliyor.
…
Arkadaş, 80 danışmanın içinde bir danışman şu ya da bu nedenle yanlış seçilmiş olabilir!
Bu kişileri gerekçeleriyle seçen, öneren ve genel başkana sunan ve ondan sadece onaya ilişkin imza alan kademelerin birindeki bir yanlışı tüm şiddetiyle genel başkana yüklemek hangi izana, hangi adalete sığar?
…
Bunu yapanlar sadece şu soruya cevap versinler:
Aslında “danışman” olarak yanlış isimlendirilen bu ‘özel bölgesel temsilcilerin’
tamamını Kemal Kılıçdaroğlu belirleyip bizzat atasaydı, tek tek geçmiş tweetlerine bakarak “şahsım kalemiyle” üzerlerini çizseydi ya da onaylasaydı, Tayyip Erdoğan’dan ne farkı kalırdı?