Serhat Güvenç
DOĞU AKDENİZ’DE SULAR ARTIK NEDEN ISINMIYOR?
Bu yaz Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler ne ülke içinde heyecan ne de dış politikada gerilim yaratıyor. 2020’nin çok sıcak geçen yazına göre alışılmadık ölçüde sakinlik hakim bölgeye.
2020’de Türkiye’nin bölgede yürüttüğü sondaj faaliyetleri, Yunanistan ile gerilimi tırmandırmıştı. İki ülke savaş gemileri arasında zaman zaman çok tehlikeli karşılaşmalar yaşandı. İddiaya göre Ankara, gerektiğinde ateş açma yetkisini gemi komutanlarına bırakmıştı. Denizdeki hak ve menfaatlerini korumak için gerektiğinde askeri güç kullanmaktan çekinmeyecekti. Tüm muhataplara bu yönde güçlü mesajlar verildi. Araya girmemeleri talep edildi.
Zaten Türk savaş gemileri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) olarak hak ettiği sahada araştırma faaliyetlerine uzun süredir
izin vermiyordu. Yine iddiaya göre bir Yunan fırkateyni Doğu Akdeniz’de Türk savaş gemilerince kovalanmıştı.
Bu arada Libya, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıklar yumağının bir parçası haline geldi. Bu ülke açıklarında devriye görevi yapan iki Türk fırkateyni ile bir Fransız savaş gemisi arasında tehlikeli anlar yaşandı. Fransız gemisi, Libya’ya yük taşıyan ticaret gemisini aramak istiyordu. Türk fırkateynleri buna izin vermedi. Zira Libya’da Ankara, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklerken, Paris, Hafter’e bel bağlamıştı. İki NATO müttefikinin Libya’da çatışan çıkarları yüzünden, Fransız ve Türk denizciler birbirlerine hasım muamelesi yaptılar.
Türkiye yalnızdı, ama “Mavi Vatan” olarak adlandırılan deniz alanında kimseye pabuç bırakmaya niyeti olmadığını ilan etmişti. Askeri gücün damgasını vurduğu bu dış politikanın sürdürülebilirliği sorgulandı. Aydın Selcen, “Dünya ve Biz” programına konuk olduğumda hep bu soruyu sorardı. “Hocam, bu politika daha ne kadar sürdürülebilir?” Üstelik Türkiye’nin izlediği politikalar karşısındaki cepheyi giderek genişletiyordu. Aklım erdiğince, dilim döndüğünce Türkiye’nin muhataplarının/rakiplerinin önünde iki temel seçenek bulunduğuna dikkat çektim.
Tabir yerindeyse pokerdeki beş benzemezi andıran ülkelerin kurduğu, Türkiye karşıtı koalisyon ya doğrudan çatışarak Ankara’nın hamlelerini boşa çıkartmaya çalışacak ya da ülkenin kaynaklarının sınırlı olduğunu bildikleri için konuyu zamana yayarak Türkiye’nin kaynaklarını tüketmesini bekleyeceklerdi. Bana göre Türkiye’nin muhatapları açısından en akılcı seçenek ikincisi olurdu.
Aradan geçen zaman içinde yaşananlara bakınca özellikle Avrupalıların, ikinci seçeneğe yöneldiklerini söylemek mümkün. Sanırım AB’nin Libya’ya silah ambargosunu denetlemek amacıyla başlattığı IRINI Harekatı bu açıdan bir milat sayılabilir. Bir Türk denizcilik şirketine ait gemi, bu görev kapsamında Alman fırkateyni tarafından durdurularak arandı. O aşamaya dek AB içerisinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasına karşıtlıkta Fransa başı çekiyordu. Hamlenin Almanya’dan gelmesi bu açıdan şaşırtıcı oldu.
Bu arada Yunanistan’ın kaygı ile izlediği üç Türk araştırma gemisi zamanla sahadan çekildi, Türkiye’nin doğalgaz arama faaliyetlerinin odağı Karadeniz’e kaydıkça gerilim de sönümlendi. Üstelik Yunanistan İyon Denizi’nde karasularını 12 mile bile çıkarttı.
Geçtiğimiz ay Abdülhamid Han adı verilen araştırma gemisi, ana akım TV kanallarından canlı yayınlanan bir törenle Doğu Akdeniz’e açıldı. Şu ana dek çalışmalarını Antalya Körfezi’nde sürdürdü. Antalya Körfezi’nin Türkiye’nin deniz yetki alanları içinde kaldığına şüphe yok. Bu durum, Türkiye’deki sertlik yanlılarını tatmin etmedi ama Ankara’nın artık daha uzlaşmacı bir çizgiye geldiği belli.
Daha da ilginci, iki hafta önce GKRY’nin iddia ettiği MEB’in 6. Parselinde doğalgaz yatağı bulundu. Bu parsel, kısmen Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı iddiasıyla örtüşüyor. Bu parselde İtalyan ENİ ve Fransız Total şirketleri sondaj yürütüyordu. Bu olay bile yeni bir krizi tetiklemedi. İki gün önce bir İtalyan muhribinin tam da bu bölgede İtalyan ulusal çıkarlarını korumak adına devriye yaptığı haberi düştü. Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi bu tartışmalı parsele savaş gemisi göndermesi halinde, bu kez İtalya ile bir gerginlik yaşanabilirdi (hala da yaşanabilir). Ankara’dan henüz ses yok. Üstelik bu savaş gemisi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin başladığı 24 Şubat 2022’den beri İstanbul’a liman ziyareti yapan ilk yabancı savaş gemisiydi.
Ankara, bu sınamalara rağmen geçmişte olduğu gibi neden Doğu Akdeniz’de gerilimi tırmandırma politikası izlemiyor? Sanırım iki nedeni var. İlki ve en önemlisi, para yok. Erdoğan’ın önceliği seçimi kazanmak. Bu da dışarıdan kaynak bulmayı gerektiriyor. Olası bir askeri gerginlik, Türkiye’nin zaten kısıtlı kaynaklarının yüklüce bir bölümünü eritecektir. Üstelik kaynak bulmak da iyice zora girecektir.
İkinci neden ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yalnızlığıdır. Bu yalnızlığı kırmak için İsrail ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesine çalışılırken, cepheyi genişletmek amaca hizmet etmeyecektir. Ankara’nın bugüne dek izlediği politika, normal şartlarda ciddi sorun yaşamadığı İtalya gibi AB üyeleri ile çelişme riski doğurmuştur. Yunanistan ve Fransa ile Doğu Akdeniz konusunda rekabet bir ölçüde anlaşılabilir. İtalya’yı bu cepheye kaptırmak, Türkiye’nin stratejik çıkarlarına ağır bir darbe vurabilir.
Özetle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de geldiği çizgi aslında çok uzun zamandır bilinen derslerin yeniden öğrenildiğini kanıtlıyor. Bir kere, dış politikada, hedefler ile kaynaklar arasında uyum olmalıdır. Burada söz konusu olan sadece maddi kaynaklarla sınırlı değildir. Düşünsel kaynakları da içermektedir. Bu bağlamda Mavi Vatan düşüncesi de kamuoyunda eskisi kadar heyecan yaratmamakta, ilgi görmemektedir. Gündelik ekonomik sıkıntılar nedeniyle kamuoyu ve karar vericiler açısından önceliğini yitirmiştir.
İkinci ders ise dış politikada yalnızlığın hiç de arzu edebilecek bir durum olmadığıdır. Yalnızlık kısa vadede dış politikada “tam bağımsızlık” yanılgısına yol açabilir. Ancak orta ve uzun vadede müzakere pozisyonun zayıflamasından, ağır siyasi ve ekonomik tavize dek uzanan bedellerle karşılaşılabilir.