Serhat Güvenç
DIŞ POLİTİKADA AHLAKİ İLKELERE YER VAR MI?
Dış politikada ahlaki ilkelere yer olup olmadığı uluslararası ilişkiler disiplinin en büyük tartışmalarından birisidir. Realist (gerçekçi) yaklaşımdan hareketle uluslararası siyaseti anlamlandırmaya çalışanlara göre, bir ülkenin dış politikasının temel belirleyicisi “ahlaki kaygılar” değil “ulusal çıkarlar”dır. Buna karşılık liberal yaklaşım, hem uluslararası siyasette hem de dış politikada ahlaki kaygılara yer olduğunu savunur.
Realistler için “iyi” ya da “kötü” devletler yoktur. İç yapılarından bağımsız olarak devletlerin temel kaygıları güvenlik ya da bizde sıkça söylendiği şekliyle bekadır (varkalımdır).
Liberaller ise diğer devletlerle ilişkilerinde belli kuralları ve normları gözetenleri “iyi”, gözetmeyenleriyse “kötü” devletler olarak sınıflayabilir.
Dolayısıyla “liberal uluslararası düzen” ya da “kural-tabanlı uluslararası düzen”in savunucuları ve karşıtları vardır.
Dünyayı “iyi” ve “kötü” devletlere bölünmüş olarak görme eğilimi Amerikan dış politika yapımcıları arasında çok yaygındır.
İyi devletler; kimi zaman “hür”, kimi zaman “Batılı” kimi zaman ise “liberal” olarak etiketlenirken, kötülerin payına “şer ekseni”nde olmak ya da “haydut devlet” olarak yaftalanmak düşer.
Amerikan kamuoyu da uzunca süre dünyayı Modest Mussorgski’nin “Çıplak Dağda Bir Gece” adlı orkestra eserindeki gibi “iyi” ve “kötü” arasında bir mücadele olarak düşündü.
Yaygın inanış ABD’nin hep “iyilerin” safında yer aldığıdır.
Yani Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizmi ve Soğuk Savaş’ta komünizmi alt ederek tarihin doğru tarafında kalmayı başaran bir ülke oldu.
Bugünlerde özellikle ülkesinde linç düzeyinde eleştirilere maruz kalan John. J. Mearsheimer, sıkı bir yapısal realisttir. Disiplinin önde gelen isimlerindendir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimini onaylamasa da kaçınılmaz olduğunu söylediği için ağır eleştirilere maruz kalıyor. O da NATO genişlemesinin Rusya’yı jeopolitik olarak sıkıştırdığı ve Rusya’nın da tepki verdiği görüşünde.
Mearsheimir’in “uluslararası ilişkilere giriş” derslerinde okuttuğum kısa bir makalesi vardır. Büyük Devlet Politikasının Trajedisi (Tragedy of Great Powers Politics) kitabının yönetici özeti gibi kolay anlaşılan bir metindir. Genel okuyucu için kaleme yazılmış bu metnin başlığı “Liberal Konuş, Realist Düşün”dür.(1) Measheimer, ABD’nin veya herhangi başka bir ülkenin dış politikasını belirlerken iyilik peşiden olamayacağını ya da ahlaki kaygılar gözetmeyeceğini ileri sürer. Ona göre aslolan ulusal çıkarlardır.
Egemen devletlerin dünyasında iş “güvenlik” (veya istikrar”) ve “adalet” arasında tercih yapmaya gelince, hükümetler ilkini tercih eder. Ama bu tercihlerine daima bir ahlaki kılıf bulmaya çalışırlar.
ABD, büyük savaşlara, ahlaki ilkeler uğruna değil, tamamen jeopolitik çıkarları için girmiştir.
Bu jeopolitik çıkarları ahlaki ambalajlarla Amerikan kamuoyuna sunmak da “tevil uzmanları”na (spin doctors) kalmıştır.
Bu tevil uzmanları bir tür alternatif hakikat inşa edebilmeyi başarmıştır.
Zaten ABD’nin talihi hep yaver gitmiş, karşısına rakip olarak otoriter/totaliter devletler çıkmıştır. Yoksa devletler dış politikada ne kadar liberal bir dil kullanırlarsa kullansınlar, realist kaygılarla hareket etmektedir.
Mearsheimer, ABD’nin 2003’teki Irak işgaline şiddetle karşı çıkmıştır.
Ortada BM Güvenlik Konseyi kararı olmaması veya Irak’ın kitle imha silahı üretip üretmediği, onu zerre kadar ilgilendirmemiştir. Ona göre Irak’ta ABD’nin yaşamsal çıkarlarını tehdit eden bir durum olmadığı için işgale karşı koymuştur.
İşgalin ardından ABD’nin politikalarını eleşitiren iki kitap yayınlamıştır. Bunlardan birisi Stephen Walt ile birlikte kaleme aldığı ‘İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Polikası’dır. Diğeri ise ‘Liderler Niye Yalan Söylerler: Uluslararası Politikada Yalan Gerçeği’dir.
İkinci kitap beni bir hayli etkilemişti. Üşenmeyip bir de inceleme yazısı (2) yazmıştım üzerine.
Irak macerasına tepki olarak yazdığı belli olan kitabında Mearshimer “Devletler neden yalan söyler?” sorusuna “Stratejik avantaj sağlamak için” yanıtını verir. Bu bağlamda “liberal yalanlar”a özel bir önem atfeder ki Irak işgaline giden yolda ABD yönetimi bu tür yalanlara sıkça başvurmuştur.
Rusya, ABD gibi liberal değerleri dünyaya yayma ve gözetme iddiası olan bir üke değildir. Dış politikasının realist bir temele oturduğunu, Ukrayna işgali öncesi dile getirdiği jeopolitik kaygılar, zaten berrak biçimde yansıtmaktadır.
Hatta Aydın Selcen’in pek beğendiği bir ifadeyi yeri gelmişken tekrarlayayım, “Rusya “kalın doğrama” sayılabilecek realist bir dil kullanır dış politikasında”. Ancak Rusya bile Ukrayna’yı işgalini meşrulaştırmak için kendince liberal bir yalana sığınmak zorunda kalmıştır:
“Ülkeyi nazilerden arındırmak.”
Bu da Kremlin’in “kötülük” ile mücadelesi olarak sunulmuştur Rus kamuoyuna.
Şimdilik işe yaradığı da anlaşılmaktadır.
Bilgiye erişim üzerindeki denetim sürdükçe, hikâye de karşılık bulmaya devam edebilir. Ancak Buça gibi kıyım örnekleriyle Putin’in hikâyesi hem içeride hem de dışarıda aşınacaktır.
BM Genel Kurulu’nda Ukrayna konusundaki kararlara ilişkin oy verme davranışı bile “iyi” ve “kötü”nün kiminle özdeşleştirildiğinin dünyanın neresinde olduğunuza, nasıl bir geçmişiniz olduğuna bağlı olarak değiştiğini gösteriyor.
Rusya’ya hak veren ülkelerin sayısı ve temsil ettikleri nüfus yabana atılır gibi değildir.
Bu konularda küresel ölçekte bir uzlaşı olmayan ve neyin “adil” ve “ahlaklı” olduğu konusunda bu derece bölünmüş bir dünyada “uluslararası toplum” maalesef bir temenniden öteye gidememektedir.
Bu arada olan Ukraynalılara olmaktadır.