İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Blinken'i maymuna çevirdik!

Blinken Esenboğa’ya inip uçağının kapısından çıkarken apronun ışıkları kasten yakılmadı.

İnerken merdivenden düşsün diye.

Ama herif sıkı çıktı! Düşmedi.

Biden olsa kesin düşerdi.
İlk protestonun ayarı yanlışlıkla Biden’a göre yapılmıştı.

En düşük seviyede karşılama protokolü uygulanarak havaalanında kendisini, Ankara vali yardımcısının da yardımcısı karşıladı.

Vali yardımcısının yardımcısı, yanında valilik müstahdemini de getirdi ve Blinken'a kameraların önünde müstahdemin eli sıktırıldı.

Adam anlamadı gerçi...

Vali yardımcısı Blinken'i VIP salonuna aldığı sırada eliyle "buyrun" işareti yaparken ağzıyla "Önce kadınlar ve çocuklar dürrük!" şeklinde bir geçirmece yaptı. 

Blinken Türkçe bilmediği için anlamamış gibi davransa da bir şeyler olduğunu bal gibi hissetti.

VIP salonunda, protokol memurunun Blinkin'a yaklaşarak "Attırıbıyım mı sör?" sorusuna, Blinken’in "what?" şeklinde karşılık vermesi üzerine, protokol memurunun "zzzt Errenköy!" yanıtı vicdanlı yüreklere su serpti,

Dışişleri Bakanlığında, Bakan Fidan, seriyi sürdürerek Blinken'a sarılmadı.

Hatta Blinken’ın elini de, mengene gibi güçlü parmaklarıyla canını acıtacak kadar sıktı.

Öyle bir sıktı ki, Bilinken'in gözünden yaş geldiği dikkatli gözlerden kaçmadı. 

İsrail'i protesto konusunda vatandaş da boş durmadı.

Marketlerden koli koli Coca Cola satın alarak, foşur foşur köpürtmek suretiyle meydanlardaki mazgallara boşalttı.

Sayın Cumhurbaşkanımız da kendi çapında protestolara destek verdi.

Amerika Dışişleri Bakanı Ankara’da eskaza kendisini bulamasın diye, "Buraları perişan ettik!" dediği Ayder yaylasına gitti ve yaylanın telefon çekmeyen bölgelerinde makul bir müddet tabiatı seyrederek oyalandı.

Meclis Başkanı Kurtulmuş’un bu yargı darbesi dedikleri şey yüzünden başı sıkıntıdaydı. Ama o haldeyken bile Meclis tesislerinden Coca Cola ve Nescafe satılmasını bir talimatla kaldırarak protestonun resmi ayağını daha da manalı bir şekilde tahkim etti.

Bu arada Malatya, Kürecik'teki ABD üssünden İsrail’in "Demir Kubbe" füze savunma sistemi yönetilmeye; Erken uyarı sistemi görevini yapmaya;
Bakü- Ceyhan petrol boru hattından İsrail tanklarının ve uçaklarının yakıtı, -bildik abilerin tankerleriyle- taşınmaya; "Aksa Tufanı" ile başlayıp, İsrail kasırgası  ile devam eden ‘gariban kıyımı’ sürerken İsrail Türkiye arasındaki milyarlarca dolarlık ticaret hacmi hiç aksamadan işlemeye devam ediyordu.

Demek ki oradan öyle görülüyor!

Nobel Ödüllü Profesörümüz Aziz Sancar (AA haberine göre) diyor ki:

"Türkiye'deki gençlere benim tavsiyem, günlük politikalar ile uğraşmayın bütün enerjinizi işinize verin. Bilim öğrenmeye çalışın, günlük dedikodularla uğraşmayın. Ben Türkiye'deki günlük kavgalar takip edersem üzüntümden çalışamam.”


Size normal koşullarda yüzdeyüz katılıyoruz da güzel hocam, bu bilim dediğiniz şey aç karnına yapılır mı?

Bu bilim yapın dediğiniz gençler ne yiyecek, ne içecek, nerede barınacak?
Hayır bu gençler bilimi nerede yapacak?
Kitapla öğrenci döven öğretmenlerin eğitim verdiği liselerde mi?
Mescit açmaktan başka yatırıma izin verilmeyen bu üniversitelerde mi?

—  

Bizim tekne yan yatmış durumda sevgili hocam!
Balık tutabilmek için önce tekneyi düz çevirmek lazım!
Gençlere bu konuda da bir tavsiyenizi alalım!

Yalan Dünya

Bir internet paylaşımında, Netanyahu’nun fotoğrafı vardı ve fotoğrafın üzerinde “Erdoğan ile 2 milyar dolar karşılığı, 1 milyon Filistinlinin Türk vatandaşı yapılması konusunda anlaştık!” yazıyordu.

Tabi ki inanmadım!

Tayyip Erdoğan buna asla tenezzül etmez diye düşündüm!
Çünkü rakam çok küçüktü!

Yaşadığımız ve toplumun büyük bir kesimin tepkisini çeken geçici sığınmacı tecrübesinden sonra böyle bir maceraya girmek için 2 milyar dolar çerez parası bile değildi!..

Sonra aynı konuda bir X paylaşımı daha gördüm.
Bu kez Filistinli sayısı 750 bine düşmüş, rakam 30 milyar dolara çıkmıştı.

Anlaşma yapmaya çalışan kişinin de hafta içi Ankara’ya gelen Blinken olduğu belirtilmişti!

Bu paylaşımın da uyduruk olduğunu şıpın işi anladım!
Çünkü bu kez de rakam çok büyüktü.
13 milyon sığınmacı için 3 milyar Avro’ya fit olmuş bir yönetime 30 milyar doları niye versinlerdi ki?


Artık, emin olduğum kaynaklar dışında, internette gördüğüm hiç bir şeye inanmıyorum.

Bu paylaşımların uyduruk olduğunu bile bile yine de araştırdım.
Misal, ikinci paylaşım Odatv’nin X hesabından alıntılanmış olarak görülüyordu.
Oysa Odatv’nin ne internet sitesinde ne de X hesabında böyle bir haber yoktu.

Oysa paylaşımın altında bu haberi doğru kabul ederek iktidara derin teessüflerini bildiren ya da onu savunan bir yığın yorum vardı!
Üzülerek gördüm ki, vatandaşımız en olmayacak şeylere bile sorgulamadan inanır hale gelmişti.

Peki yurdumun kül yutmaz ve hani neredeyse kurnaz bile diyebileceğimiz insanı neden bu hale gelmişti?

Çünkü yirmi yıldan bu yana o kadar olmayacak şeylerin olduğuna şahit olmuşlardı ki, artık toplumsal mottomuz adeta, Nil Burak ablamızın “Olmaz olmaz deme hiç, olmaz olmaz sevgilim!” şarkı sözleri olarak tescillenmişti.

Bu iktidarın yirmi yılı aşkın bir süredir en başarılı olduğu alan, maalesef bir "yalan dünya" yaratması olmuştu.
Eh, şimdi de hayrını görüyordu işte!

Al sana savaş

Umut vakfi Verilere göre 2023 yılının 25 Eylül’üne kadar Türkiye’de, basına yansıyan 2 bin 607 silahlı şiddet olayında 1616 kişi öldü, 2 bin 675 kişi de yaralandı.

Basına yansımayanların sayısını ise Allah bilir!..

Aynı sürede, savaşta olan ülkelerde hayatını kaybeden ‘sivil’ durumu şöyle:
Ukrayna'da: 300
Suriye’de 1271
İsrail'de 700…

Savaşan ülkeler arasında, silahla sivil ölümlerinde Filistin den sonra ikinci sıradayız da, bizdeki savaş ne savaşı abisi?

Bilen var mı?

10 Kasım ve Enveriye

Atatürk’ten haz etmeyenler, bu duygularını cesaretle dışa vuramadıklarından olsa gerek; “koşullar liderleri yaratır, Atatürk olmasaydı başkaları da benzer şeyleri yapabilirdi” savından hareketle zaman zaman kimi paşaların isimlerini zikrederler.

Bu muhabbetlerde ismi en fazla geçen İttihat ve Terakki liderlerinden biridir Enver Paşa.

Enver Paşa, şansı yaver gitseydi bir Atatürk olabilir miydi?

Bu soruya sadece bir olgu ile cevap verelim:
“Enveriye”, Osmanlının son beş yılına damgasını vurmuş, Enver Paşa’nın Alameti farikasıdır. Yani Enver Paşa’nın marka ismidir!

Enver Paşa, Osmanlının son Harbiye Nazırlarından biri olarak, enveriye kamasından enveriye yazısına, enveriye bıyığından enveriye kalpağına o kadar çok malzeme üretmişti ki bu cevvalliği, bazı yabancıların Türkiye’yi “Enverland” diye isimlendirmelerine sebep olmuştur.


Peki Enver Paşa bir Atatürk olabilir miydi?

Alexander Aoronsohn’un 1917’de yazdığı “Filistinde Türkler” isimli kitabından bir bölümü okuyalım: (Sayfa 22-23)

“Türk üniforması, dolaylı Alman etkisi altında son beş yıl boyunca büyük ölçüde değişikliğe uğratıldı. İngiliz ordusununkinden çok daha yeşil bir haki rengine dönüştürüldü. ve geleneksel Avrupa kesimiyle hazırlanmaya başlandı. En göze çarpan özellik, türban ve Alman kasketinin birleşiminden oluşan ve Enver Paşa tarafından din ile kullanışlılığı birleştirmek amacıyla keşfedildiği için ‘enveriye’ adını alan başlık oldu. Övülmeye layık ekonomisiyle tanınan Enver, keşfinin patentini aldı ve söylentilere göre şapka satışından oldukça yüklü bir servet kazandı”

Varsayalım ki Enver Paşa’nın, bir asker olarak asker şapkasından servet edindiği bir iddia, bir dedikodu olsun!

Kurduğu Cumhuriyetin başında “tek adam” olarak 15 yıl kalan ve ölmeden önce son maaşına kadar her şeyini devletine bağışlayan Atatürk hakkında kimse böyle bir eylemin dedikodusunu dahi üretebilir miydi?


Atatürk’ün yerini kimse alamazdı.
Alamadı da!
Bugün 10 Kasım…
Nurlar içinde uyusun!..

Kaymakam’a kumpas!
Sen arkadaşlarınla restorana git, döneri pilavı ye, tabağı güzelce sıyır!

Peşinden tatlıyı da götür.
Üzerine güzelce suyunu, ayranını da iç!
Sonra yemekleri beğenmedim diye arıza çıkartıp hesap ödemeden çık!

Olay, restoranın kayıt yapan kameralardan kamuya yansıyınca da “Bana Kumpas kurmuşlar!” diye feryat et!

Evet, ortada bir kumpas var ama galiba o kumpas seni kaymakam yapanların bu millete kurmuş olduğu bir kumpas!..
Neyseki ortaya çıktı!


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi