Haldun Solmaztürk
‘Bizim Alay’ Kıbrıs’ta
Bugün 16 Ağustos…
Kıbrıs, 1571’de Kanuni’nin ‘hayırsız’ oğlu II. Selim zamanında fethedildi—Sokollu hala sadrazamken. İdaresi, II. Abdülhamit tarafından 1878’de ‘geçici olarak’ İngilizlere bırakıldı—Ruslara karşı Osmanlı’yı korusunlar (!) diye. İngiltere adayı 1914’de ilhak etti.
Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’da, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde kuruldu. Adada zaten iki İngiliz üssü vardı; Yunanistan ve Türkiye de birer alay konuşlandırdılar.
Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Mağusa limanına 16 Ağustos 1960 günü çıktı. Komutanı rahmetli Turgut Sunalp’ti. Adanın her köşesinden koşup gelen Türkler, Türk Alayı Lefkoşa’ya intikal ederken gözyaşları içinde izlediler. İçlerinde seksen iki yıl önce İngiliz bayrağının göndere çekildiğini görmüş, tekrar Türk sancağını görebildikleri için dua eden yaşlılar da vardı.
Kıbrıs Türkü, alaya en büyük onuru verdi, ona ‘Bizim Alay’ dedi…!
Cumhuriyet çok yaşamadı, 1963’te fiilen sona erdi ve Kıbrıslı Türkler 11 yıl kendi ülkelerinde esir hayatı yaşadılar. Sonrası genelde bilinir; 1974 Barış Harekatı, 1983’te de bağımsız KKTC’nin ilanı, AKP’nin vahim dış politika hatası 2004 referandumu ve süregelen savaş hali…
Bugün en kritik konu, KKTC’nin—yani Kıbrıs Türklerinin ‘eşit’ siyasi statüsünün—Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmamış olmasıdır.
Bir türlü aşılamayan bu sorunun çözümü bugün daha da güç.!
Tek bir yol var, Kıbrıs Türkü’nün kendi kendini yönetmeye ehil bir siyasi varlıkları olduğunun dünyaya gösterilmesi—ve bu yönde gerçek bir ‘milli’ siyaset, strateji geliştirilmesi…
Arkadaşlar geçen Kasım’da, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ‘Cumhur İttifakı olarak’ Maraş’a pikniğe (!) gittiler. Görevdeki Cumhurbaşkanını dışlayan, diğer adaya açıkça destek veren, KKTC yasalarını, makamlarını—KKTC Meclisi’ni de—yok sayan siyasi gövde gösterisi.
Bu ‘piknik’ dönüm noktası oldu. Bilinen ama görmezden gelinen ‘gerçeklik’ ortaya çıktı. KKTC ikinci cumhurbaşkanının ifadesiyle “Türkiye idareye el koymuş gibi bir durum yaşanıyor-du”.
KKTC’de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bir çok kişi anladı, ama herkes değil.!
Geçen ay, tam da Barış Harekatı yıldönümünde KKTC’ye yapılan ziyarette bir skandal yaşandı.
Ziyaret öncesi, "Kuzey Kıbrıs'a müjdeyi oradaki parlamentoda vermek istiyorum, ön çalışmaları bitirdik" diyor ama nedir söylemiyor. Doğal gaz rezervi mi, askeri üs mü, Maraş’ın statüsü mü.?
Elbette en büyük müjde (!) beklentisi tanınma.!
Muhalefet—50 üyeli Meclis’te 15 vekil—boykot edip KKTC Meclisi’ndeki özel oturuma katılmadılar. Ama sorun, müjdenin ‘ne’ olduğu değil, müjde olması, müjdelenmiş (!) olması…
Tepeden bakan, buyurgan, müjdeleyen (!) tavır, tutum, söylem zaten mevcut tepkiyi artırıyor.
Sonra anlaşılıyor ki müjde üçlüymüş—Cumhurbaşkanlığı’na külliye, KKTC Meclisi’ne yeni bina, bir de “Şöyle muhteşem bir millet bahçesi”.!
KKTC’nin “Ne doğru dürüst külliyesi, ne parlamento binası var-mış, [bu durumu] KKTC’ye yakıştıramıyorlarmış. KKTC Cumhurbaşkanlığı makamı için “İngilizlere ait bir gecekondu” diyor.
“Devlet olmanın işte ifadesi budur” diye de akıl veriyor, öğretiyor.!
Geçtiğimiz günlerde ‘çok değerli bir isimle’ çok özel (!) bir yayında Kıbrıs konusu yine gündeme geldi. (Malum, Propaganda Başkanlığı’nın standart çalışmaları böyle tarif ediliyor.)
Moderatör sözü Nur Hanım’a veriyor. O da öncelikli ‘dış politika başlıklarını’ soruyor, bir de Kıbrıs’la ilgili ‘Dünyaya verilecek mesajları’.
İlk gün gittiğinde ‘sinyali’ zaten vermiş, Cenevre’de ‘Ersin Bey’ [KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar oluyor] dik, sağlam durmuş, “Mesajımızı oradaki ilgililere aynen iletmiş”.
“Kıbrıs’ı şu anda tanıyan sadece biz varız, niye tanımıyorsunuz?” diye soruyor—dünyaya…
Bundan sonraki süreçte ne olacağını ‘zaman içinde’ gösterecekmiş—müjde (!) müjdeliyor gibi.
‘Sonbahar gibi’ bir uluslararası konferansla “İşin performansını artırmayı düşünüyorlarmış”.
Kritik ‘tanınma’ konusunun yakınından bile geçmeden moderatör kardeşimiz Şebnem Hanım’a geçiyor, o da ‘Çok önemli [!] bir başka konuyla’ devam ediyor.
Nur Hanım’ın asıl sorusu ‘öncelikli dış politika başlıkları’ kaynıyor ama varsın kaynasın.
Şayet orada bir gazeteci olsaydı, aslında sorulması gereken soru şuydu:
Sen KKTC’nin kurumlarını, halkının iradesini yok sayarsan, KKTC Meclisi’ni ‘müjde’ verilecek bir siyasi sahne olarak görür, KKTC Cumhurbaşkanı’nı ‘mesaj iletecek’ bir sözcü olarak sunarsan, yani KKTC’yi bağımsız bir devlet olarak sen tanımazsan, başkaları nasıl tanıyacak?
Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı hala Ortaköy’deki, Gönyeli’deki kışlalarında görevi başında.
Ama Bizim Alayın Mağusa’ya çıkışından 61 yıl sonra geldiğimiz yer, Kıbrıs Türkünün özgür ve eşit varlığının ‘tanınması’ değil, külliye ve millet bahçesidir.
Onun için böyle oturumlara gazetecileri almıyorlar.
Heyhat.!